"Kolsuz genç" kelimelerini duyunca dikkatimi habere veriyorum. "Bu resmi ağzıyla tuttuğu fırçayla yaptı," diyor Başbakan elinde tuttuğu bir tabloyu göstererek.
Hediye vermeden önce ellerini sıkıyordu hepsinin, bakalım kolsuz gencin neresini sıkacak, diye bekliyorum.
Bir yandan da gençlere verilen hediyeyi merak ediyorum. Kol saati çıkıyor çantalardan. Sunucu, yanlışlıkla kolsuz gence de kol saati verildiğini, söylüyor.
Başbakanın kolsuz gencin neresini sıktığını göstermiyor televizyon. Gösteremez de zaten.
"Herkesin elini sıkan Başbakan, kolsuz gencin canını sıktı," diye bir cümle geçiyor aklımdan.
O çanta açılıp da içinden çıkan kol saatini görünce neler hissetti o genç acaba?
O saati takacak kolları olmadığı için üzüldü mü, yoksa güldü mü Başbakanın fıkralara konu olacak hediyesine?
Ya da hiç umursamadı mı, zaten yıllardır benzer şeyler yaşayıp alıştığı için artık?
Her şeye rağmen sevindi mi yoksa?
Ya Başbakan, haberleri izlerken yaptığı "hata"yı gördüğünde ne yaptı acaba?
Kendini o gencin yerine koymayı denedi mi?
Nedense Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bu yaptığından dolayı üzüleceğine inanıyorum.
Bu hatayı yapmasına sebep olanlardan üzüntüsünün acısını çıkaracağına inandığım gibi...
Bir Başbakan kolları olmayan birine hediye olarak neden kol saati verir?
Bu soru başka soruları da getirdi aklıma;
Sağırlar okulunda yangın alarmının sesli uyarı olmasının nedeni nedir? (Varsayım değil gerçek; bazı sağırlar okullarında sahiden yangın alarmı sesli sistem.)
Yangın çıkınca sağırlar yansın da onlardan kurtulalım, olamaz sebebi öyle değil mi?
Trafik ışıklarının sadece renklerle olup sesli uyarı olmamasının sebebi ne?
Körlere arabalar çarpsın da onlardan kurtulalım diye düşünüyor olabilir mi yetkililer?
Yolların, kaldırımların, binaların tekerlekli iskemleyle dolaşmanın imkansız bir şekilde yapılmasının nedeni ne? Aman bu sakatlar dışarı çıkmasın, görmesin gözümüz onları, olabilir mi?
Düşüncesizlik, diye cevaplayabiliriz tüm soruları.
Sakatları düşünmemek, gibi basit, masum bir şekilde açıklayabiliriz yapılan ya da yapılmayanları.
Ama düşünmemek yok saymaktır. Yok saymak ayrımcılıktır.
Ayrımcılık suçtur.
Sakatlara yönelik ayrımcılıkla ilgili konuşmaya / yazmaya başladığımdan beri bana en çok söylenen / yazılan: "Hiç düşünmemiştim bunları!"
Her defasında öfkeleniyorum, hele bunu söyleyen her konuda düşünüp yazan insanlarsa öfkem daha da artıyor.
Ben öfkeleniyorum diye bana kızıyorlar tabii, hakkım yok ki benim yok sayılmaya karşı öfkelenmeye...
Ayrımcılığın her türüne karşı olduğunu söyleyen / yazan insanlara öfkemin katmerlenmesine de hakkım yok benim.
O kadar çok çeşit ayrımcılık var ve o kadar çok çeşitli kesimlere karşı ayrımcılık yapılıyor ki, başa çıkamıyorlar zaten hepsine kafa yormaya, sakatlara yönelik ayrımcılığa kafa yoracak vakitleri kalmıyor.
Eşcinsellere, şizofrenlere, yaşlılara yapılan ayrımcılık da kafa yormaya vakit bulunamayan ayrımcılık türlerinden bazıları bu ülkede...
***
Şizofrenlere yapılan ayrımcılığın son örneği, üç gün süren "Şizofreni" ile ilgili Birgün gazetesindeki yazı dizisi.
Ana başlık "Yüzyılın Kabusu" ile başlıyor ayrımcılık. Şizofrenlerden uzak durmayı öğütleyen, dışlayan bir başlık. Kabus korkutur insanı.
Bir şizofren o yazı dizisini okurken, o başlığı gördüğünde ne düşünür, ne hisseder hiç düşünmedikleri o kadar belli ki.
Yazı dizisinin ikinci gününde üst başlık: "Çoğunlukla tuhaf ve yalnız çocuklar, erken başlangıçlı şizofrendir."
"Tuhaf ve yalnız" birilerinin beni tanımlama kelimeleri de olabilir; içimizden her hangi birini hayatımızın belli dönemlerinde tanımlayabilir bu kelimeler.
"Tuhaf" kime göre tuhaf?
Kaldı ki, tuhaf olsa bile ayrımcılığı hak etmez ki tuhaf olanlar.
Yazı dizisinde kabus, tuhaf, yalnız gibi kelimelerle beraber anıldığı için şizofren kelimesi hafızalarda olumsuz bir şekilde yer alacaktır ne yazık ki.
Amacı şizofrenlere ayrımcılık olmasa da, -tıpkı Başbakanın o gence hediye verirken niyetinin o olmadığı gibi- düşüncesizce kullanılan kelimeler yüzünden ayrımcılık yapılıyor o yazı dizisinde. (NG/NM)