Mahkeme dün 10 saat süren duruşmanın ardından verdiği kararın belli başlı ögeleri şunlar:
* Sanık polislerin tutuklanması isteminin reddedilmesi.
* Sanıkların ifadelerinin talimat yoluyla gıyaben alınması.
* Sanık avukatlarının, güvenlik nedeniyle davanın başka bir yere nakli istemi üzerine, davanın nakli için Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı'na yazı yazılması.
* Duruşmanın 16 Mayıs tarihine ertelenmesi.
Bianet'in sorularını yanıtlayan hukukçularsa Şu sonuçların temel hukuk ilkeleriyle bağdaşmadığını öne sürüyor:
1. Sanıkların duruşmada hazır bulundurulmaması ve ifadelerinin talimatla alınmasına karar verilmesi
2. Davanın güvenlik nedeniyle bir başka yere nakledilme isteği konusunda takdirin Cumhuriyet Başsavcılığı'na bırakılması
Duruşmada yüz yüze olmak gerek
Duruşmada müdahil avukat olarak bulunan İnsan Hakları Derneği (İHD) Mardin Şube Başkanı Hüseyin Cangir, sanıkların duruşmaya gelmemesinin ve ifadelerinin talimat yoluyla gıyaben alınacak olmasının gerçeklerin ortaya çıkmasını engelleyeceği görüşünde:
"Yargılamanın yüz yüze olması gerekir. Bizim sanıklara yüz yüze soru sorma hakkımız var. Gerçeklerin ortaya çıkması için bu gerekli. Ancak hem savcılık mütalaası, hem de mahkeme kararı aksi yönde.
Nisan'da yürürlükte olacak yeni Ceza Muhakemeleri Kanunu'na göre artık duruşmalarda çapraz sorgu geçerli olacak. Fakat bizim soru sorma hakkımızın elimizden alınmasının ötesinde, bu sanıkların talimatla verdiği ifadelerin ardından yeniden çapraz sorgunun gerçekleşmesi mümkün olmayacak."
Müşteki avukatı Erdal Kuzu'ysa, ceza hukukunun temel ilkeleri gereği, sanıkların doğrudan doğruya duruşmaya getirilmeleri gerektiğini söylüyor. Kuzu, sanıkların tutuklanma talebinin reddedilmesinin gerekçelerinin de geçerli olmadığına değiniyor:
"Sanık polislerin tutuklanma talebinin reddedilmesi şu gerekçelere dayandırıldı:
* Memur olmaları,
* Sabit ikametgah sahibi olmaları
* Delillerin karartılma ihtimalinin bulunmaması
Oysa bu insanların delilleri karartma ihtimali yüksek." Kuzu, ceza mevzuatının da tutuklama için yeterli olduğunu, CMUK 104. maddeye bakıldığında, "toplumda derin bir yaranın oluşması" şartının gerçekleştiğinin görüleceğini, aynı zamanda suçun vasfının adam öldürme olmasının da tutuklama için yeterli olduğunu söylüyor.
Davaya müdahil avukat olarak katılan Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu da, "hakkaniyete aykırı" olarak nitelendirdiği hazırlık soruşturmasının ardından, yargılamayı hakkaniyete uygun hale getirme olanağının bulunduğunu, ancak mahkemenin sanıkları celbetmeyerek, "şimdilik, adaletin gerçekleşmeyeceği yönünde bir görüntü yarattığını" belirtiyor.
İstanbul Barosu avukatlarından Ercan Kanar'sa, "duruşmanın cesaretli gitmediğini" belirtiyor. Kanar, "Polislerin getirilmesi, tutuklanması gerekiyordu. Caydırıcı olmak için olaya karışanların tutuklanması gerekir" derken, ifadelerin talimatla alınmasına ilişkin olarak da, ifadenin duruşmada olması gerektiğini, müdahil vekillerinin soracakları bulunduğunu, mahkeme kararının bu hakkın ortadan kalkması anlamına geldiğini söylüyor.
Davanın nakli
Hukukçular, sanık avukatlarının güvenlik gerekçesiyle davanın başka bir yere naklini talep etmeleri üzerine, mahkemenin nakil için Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı'na yazı yazmasının, takdiri başsavcılığa bırakmak demek olduğunu söylüyorlar.
Hüseyin Cangir, başsavcılığın bu konuda Adalet Bakanlığı'na başvurusunun büyük olasılıkla kabul edileceğini söylerken, Kaymaz ailesinin avukatı Erdal Kuzu, talebin gerekçesi olan "kamu güvenliği" gibi bir sorunun varolmadığını, bunun çok açık olduğunu söylüyor.
Erdal Kuzu'nun dikkat çektiği bir başka nokta da, sanıkların ifadelerini duruşmaya katılmadan verecek olması: "Sanık mahkemeye gelmezken, güvenlik riski de yok" diyor Kuzu.
Hukukçular, davanın başka bir yere nakli sorunuyla ilgili, hukuktaki Doğal Yargıç ilkesini anımsatıyorlar. Bu ilkeye göre, davaya, olayın gerçekleştiği yerin yargıcının bakması esas.
Sezgin Tanrıkulu, "Adalet Bakanlığı'nın ya da Yargıtay'ın davanın nakline karar vermesi doğal yargıç ilkesine aykırıdır. Üstelik Mardin gibi en düşük suç oranına sahip illerden birinde güvenli riski de söz konusu değil" diyor.
İzmir İşkenceyi Önleme Grubu (İÖG) avukatlarından Mehmet Akdöl de, ceza davalarının suçun işlendiği yerde görülmesi gerektiğini söyleyerek bu tür dava nakillerinin somut gerekçelere sahip olması gerektiğinin altını çiziyor: "Usulen bir eksiklik olabiliyor. Genellikle bu tür dava nakil kararlarında gerekçe olmaz. Gerekçe yerine "toplumda yaratacağı infial nedeniyle" denir. Oysa bu kanunun kendine atıftır. Somut gerekçe değildir. Gerekçede somutlama olmalı."
Ercan Kanar'sa, yeni CMK'de belirtilen "tarafların eşitliği"ni anımsatarak, "Savcıyla müdahil kanadın (yani müşteki ve mağdurun) eşit olmaları gerek. Oysa burada karar savcılığa bırakılıyor" diyor.
Görünen sonuç: Zaman aşımı ve zorlaşan duruşmalar
Hukukçular, Kızıltepe davasının da benzeri dosyaların akıbetini paylaşmasından endişeli. Sanıkların tutuklanmamasının, ifadelerinin duruşmaya gelmeden talimatla alınacak olmasının ve davanın nakledilmesi ihtimalinin iki sonucu getireceğini öngörüyorlar:
* Davanın zaman aşımına uğraması veya sürüncemede kalması
* Takibinin giderek zorlaşması, kamuoyunun ilgisinden uzaklaştırılması
Avukatlar Erdal Kuzu ve Ercan Kanar, bu durumun kamuoyunun ilgisini ve tepkisini dağıtmaya yönelik olduğunu söylüyorlar.
İÖG'den Mehmet Akdöl'se, bu tür nakil kararlarıyla İzmir'de de karşılaştıklarını söyleyerek, mağdurların davayı takibinin zorlaştırılmasına ve bunun sonuçlarına dikkat çekiyor:
"İzmir'deki davaların Doğu'ya, Karadeniz'e verildiği oldu. Mağdurlar yoksulsa, kalkıp oradaki davayı sürekli olarak izlemek imkansızlaşıyor. Sanıklar içinse bir avantaj haline geliyor. Oysa mağdurlar davayı iyi izlemek zorunda. Bu nakil kararları usulü kullanan, ama mağdur haklarına yönelik kararlar olabiliyor. Bu durumda iyi niyetli değiller."
Akdöl, talimatla ifadenin de dava süresini uzatıcı bir faktör olduğunu da ekleyerek, davaların bu yöntemle zaman aşımına götürülebildiğini, sürüncemede bırakılabildiğini söylüyor.
Yargı bağımsız olmazsa, adil olmaz
Sezgin Tanrıkulu, "Yargı bağımsızlığı, bütün tarafların, iddianın, savunmanın ve yargının ortak ideali olmalıdır. Bağımsızlık olmazsa, adil yargılama olmaz. Bunu mahkemede de söyledim" diyerek İçişleri Bakanlığı'nın sanık polislerin göreve iade ve atama kararlarıyla yargıya müdahalede bulunduğunu öne sürüyor:
"30 Aralık 2004 tarihli ara kararda, sanıklar duruşmaya mahkemece çağrıldılar. İçişleri Bakanlığı, duruşmadan hemen önce zanlı polislerin tayinlerini Mardin'den başka illere yapılarak göreve iade edilmelerini onayladı. Bunun anlamı, zanlıların mahkeme kararına aykırı olarak mahkemede bulunmalarının engellenmiş olmasıdır. Gelmemelerinin yasal zeminini bakanlık hazırlamıştır. Bu kabul edilemez."
"Devlet memurları yasasında, ağır cezayı gerektiren bir suçtan haklarında kamu davası açılmış devlet memurlarının yargılamanın sonuna kadar görevden uzaklaştırılabileceği yer alıyor. Yani takdir hakkı var. Oysa bakanlık takdir hakkını aksi yönde kullandı. Davanın sonunu bekleyebilirlerdi."
Tanrıkulu, göreve iadeye zemin oluşturan müfettiş raporunda da, "memurların meydana gelen olayda kusurlarının bulunmadığının" belirtildiğine, iade takdirinin de atama yapan makama bırakıldığına dikkat çekiyor.
Anayasanın 138. maddesinin hiçbir kurumun, kişinin mahkemeye telkin ve tavsiyede bulunamayacağını belirttiğini söyleyen Tanrıkulu, "Bu telkin ve tavsiye dolaylı olarak yapılmıştır" diyor. Avukat Cangir de, Gelekurmay ve askeri yetkililerce yapılan açıklamaların da yargıyı etkilemeye yönelik olduğunu söylüyor.
Hep aynı duvar
Dünkü duruşmaya katılan avukatlar Cangir, Kuzu ve Tanrıkulu'nun ortak duygusu, hayal kırıklığı. Cangir, "Türkiye'deki son değişikliklerin ardından, adil bir yargılamanın gerçekleşeceğine inanmak istiyorduk. Bu inancımız dün kırıldı. Hiçbir şey değişmemiş. Derin devlet istediği gibi at koşturuyor" derken Erdal Kuzu "Benzeri dosyaların akıbetini biliyorduk; kaygılarımız vardı, ama umutluyduk" diyor.
Kuzu, değerlendirmesinde, "Dosyada, şu anki görüntü itibarıyla, sonuç alınacağını tahmin etmiyoruz. Sanıkların kamu görevlisi olması dolayısıyla, meslektaşların korunması refleksiyle hareket ediliyor" dedi. Hüseyin Cangir'se, delillerin toplanmasından adliyeye kadar her şeyin maktullerin aleyhine olduğunu söyleyerek, "Demokratikleştiğini söyleyen Türkiye dün inancımızı kırdı. Türkiye'nin değiştiğine inanmak istiyorduk" dedi.
Kararın dosyaya göre verildiğini, adil yargılamanın dosyayla bağlı olduğunu söyleyen Cangir, "Adil bir kararın çıkmayacağına inandığımız anda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne, uluslararası yargıya gideceğiz" diyor.
Ercan Kanar da benzer bir analiz yapıyor: "Bizde iddia kurumları, yargı kurumları değişime ayak uyduramıyor. Suç işleyen devlet memurlarını koruma eğilimiyle hareket ediyorlar."
Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu da, çarpıcı bir saptamada bulunuyor:
"Bu soruşturmalar geçmişte yapılamıyordu. Geldiğimiz noktada, aynı durumun devam ettiği görülüyor. Ne yaparsak yapalım, nasıl bir kamuoyu yaratırsak yaratalım, bir duvarla karşılaşıyorsunuz. İlk günden umudumuz örselendi. 1985'ten bu yana, bu tür davalara giriyorum. Zaman, yer, insanlar değişiyor, ama bakış açısı, yaklaşım değişmiyor." (TK)