Mayıstan mayısa 12 ayın enflasyonu yüzde 9,9. Haziranın ilk günlerinde yıllık enflasyonun iki rakamlı yani yüzde 10'larla ifadesi kaçınılmaz. Nitekim Merkez Bankası da yüzde 5 hedefinin gerçekleştirilemez oluşunu teslim etti. IMF'ye taahhüt edilen fiyat politikasındaki yüzde 8,5'lik dış bandın haziran ayında aşılacağı hemen hemen mukadder..
Mayıs ayında 1 dolar+1.5 avrodan oluşan sepetin ortalama YTL değerindeki aylık artış da yüzde 9,1 olarak gerçekleşti .Aslında fiyatlar, geçen yılın eylül ayından beri hafif de olsa yükselişte. Buna karşılık eylül ayından şubat ayına kadar döviz sepetinin değeri sürekli düşüşteydi.
Fiyatlardaki artma eğilimine karşılık kurun düşük tutulması... Hükümet bu gidişi düzeltecek görünür hiçbir tedbir almadı. Tersine, seçime gidildiği izlenimini veren bir gevşeme oldu.
Yüksek faiz aklı
Bu hükümet de önceki gibi, IMF buyruğu ile tamamen borç ödemeye odaklı, topluma acı veren bir programın yürütücüsü oldu. Buna ek olarak, uluslararası rüzgarın geçici olarak lehte esmesinin meyveleri, vatandaşa işsizlik, borç ve yükselen enflasyon dışında bir şey bırakmazken, bir avuç yerli -yabancı holdinge yedirildi. Şimdi ortaya çıkan kaotik durumda sular nasıl durulacak?
Mayıs enflasyonun piyasaya yansıması, pazartesinin ilk saatlerini bekledi ve hemen dolar kuru 1.600 YTL'yi görürken avronun 2.000 YTL'yi geçtiği, bileşik faizlerin yüzde 17'nin üstüne çıktığı, borsada da satışların hızlandığı gözlendi. Merkez Bankası, piyasaya, faizleri yükselteceğim, sinyali verse de YTL'de kalmayı henüz düşünen yok.
Merkez Bankası'nın faizleri ne kadar yükselteceği ise merak konusu. Yeniden kırk katır-kırk satır kısır döngüsüne girdi Türkiye. YTL faizini yükselterek yeniden sıcak para girişine ve o sayede de bir döviz bolluğu yaratarak döviz fiyatlarının düşüşüne, hiç olmazsa daha fazla yükselmesini engellemeye imkan bulunabilecek mi?
Borçlu şirketlerin riski
Bekleyip göreceğiz ama, döviz kurunun dizginlenmesi en çok da dövizle borçlanmış büyük holdinglerin talebi olacak. Aralarında özelleştirmeden TÜPRAŞ'ı alan Koç, Erdemir'i alan Oyak gibi büyük holdinglerin olduğu özel sektör ciddi bir kur riski altında. Kur arttıkça en çok onlar hop oturup hop kalkıyorlar. Borç tablosunu bir kez daha hatırlatalım:
* Türkiye 2001 yılında 3,4 milyar dolar cari işlemler fazlası verir iken düşük kur politikasının sonucu, 2005 yılında cari işlemler dengesi yaklaşık 23 milyar dolarlık açığa dönüştü. Son dört yılda birikimli cari işlemler açığı toplam 44,6 milyar doları buldu.
* Bu açığın finansmanı dış borçlanmayla yapıldı. 2001-2005 döneminde Türkiye'nin dış borçları toplam 113,6 milyar dolardan 170 milyar dolara çıkarak toplam 56,4 milyar dolar arttı. Bu artışın 21,6 milyar doları kamu borçlanmasından, 43,8 milyar doları da özel sektörün borçlanmasından kaynaklandı. Merkez Bankası da 8,9 milyar dolarlık borç ödemesi yaptı.
* 2001 sonrası dönemde Türkiye'nin dış borçlarındaki artış esas olarak özel sektör kaynaklıdır. Özel sektör içerisinde de bankalar (ve diğer finansal kuruluşlar) 20,2 milyar, şirketler ise toplam 23,6 milyar dolarlık dış borçlanma gerçekleştirmişlerdir.
* Yani Türkiye'de reel sektör de denilen şirketlerin doğrudan dış borçlanması hızla arttı, 4 yılda iki kat artan şirket dış borç stoku ekonominin yeni yumuşak karnı durumuna gelmiştir.
* Bankacılık kesiminin bilançoları daha yakından denetleniyor, borçlanmaları yakından takip edilirken şirketlerin dış borçlanması üzerine herhangi bir denetim mekanizması mevcut değildir. Şirketler döviz kurunun ucuzluğunu fırsat bilerek aşırı risk almaya heveslenmekte ve bunun neticesinde de dış borçlarını hızla artırmaktadır. Bu sürece bir de ailelerin tüketici kredisi ve ''kredi kartı borçları'' eklendiğinde finans dışı kesimin borçluluğunun önemli bir kırılganlık yarattığı söylenebilir.
* Eğer önümüzdeki dönemde, Merkez Bankası'nın yüksek faiz şırıngası kur artışlarını yatıştıramazsa, aşırı dış borç içine sürüklenmiş bulunan şirketler ve tüketici ailelerin dengeleri hızla bozulacak ve zincirleme çözülmeler başlayabilecektir. Bu arada, özelleştirilmiş bazı kuruluşların yeniden kamunun kucağına bırakıldığını görürsek de hiç şaşırmayalım... Bu ise, "şirket enkazlarının kamulaştırılması" anlamına gelecektir.
Kur artışını frenleme için uygulanacak yüksek faiz politikası ve onun devamı olarak iç talebi kısmaya dönük dar bütçe ve gelir politikaları, kısa sürede büyüme hızının düşmesini, yatırımların askıya alınmasını, şiddetli bir durgunluğu ve şiddetli bir işsizlik ve yoksullaşma dalgasını getirecektir.
Ne yapmalı?
Burada, kur karşısında nasıl bir tutum almalı? "Kurun yükselmesine sessiz mi durmalı, yüksek faizle ve MB satışları ile müdahaleyi mi savunmalı?" gibi dar bir sorunsalın dışına çıkarak, izlenmekte olan IMF patentli kısır politikaya, içinde kur politikasının da yer aldığı bir alternatif sunmak gerekiyor. Bu da, şu başlıkları içermelidir:
* Sıcak para trafiğini kontrol edecek sermaye hareketliliğine kontrol,
* IMF'ye olanlar başta olmak üzere dış borç takviminde yeniden yapılandırma,
İç borç yükünün yeniden yapılandırılması,
Dolaylı vergiden, doğrudan vergiye yönelen, herkesten gücüne göre alan yeni bir vergi anlayışı,
Faizi, silahlanmayı arka plana itip, sağlık,eğitim, adalet, kültür hizmetlerini öne çeken bir kamu harcama politikası,
İthalat yerine yerli üretimi ve ihracatı, turizmi özendiren, istihdam dostu bir sanayileşme ve üretim politikası. (MS/TK)