Gazetenin yazarlarından Hüseyin Öztürk Eurovizyon şarkı yarışmasıyla ilgili 18 Mayıs tarihli yazısına, "Ben bir Türk'üm ve Müslümanım. Bu toprakların gerçek sahibiyim, muhafazakarım, devletimi ve milletimi çok seviyorum" diye başlıyor.
Böylece, hiç eğip bükmeden, dosdoğru, yalnızca Türk ve Müslüman olanların bu toprakların gerçek sahipleri olduğunu söylüyor.
"Burada akla şu soru geliyor," diyor, yazının bir başka yerinde yazar. "Athena Grubu Türkiye'nin kaçta kaçını temsil ediyor? Ne zamandan beri Ermeni asıllı kişiler, Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil eder oldu" diyerek söze devam ediyor.
Nüfusuna göre konuş diyor yani. Bu ülkede farklı etnik, dinsel kökenden gelenlerin yurttaşlık temelinde eşit filan olmadığı ancak bu kadar açık ve net söylenebilir.
"Oysa Ermeniler ABD'li askerlerin Iraklılara yaptığı işkencenin milyonlarca fazlasını Müslüman Türklere yapmışlardır, ama biz hâlâ Ermenilerin ayaklarını yalıyoruz."
Yazara göre, Ermeni'lerin şu anki mevcut yaşam koşullarına sahip olmaları bile, Müslüman Türk çoğunluk için bu kadar alçaltıcı bir şey!
"Ayrıca Sertap Erener de 'sabatayisttir'. O ruhtan yoksundur."
Sertap Erener'in ailesinin kökenlerini bilmiyoruz. Bilmemiz de gerekmiyor. Sertab Erener olsun, başkası olsun, herhangi bir kişinin soyunun izini sürmek, en az birkaç göbek önce din değiştirmiş bir aileden geldiğini varsayarak, kaç kuşak öncesinin Yahudi kimliğini bir suç gibi "ifşa" etmek, ırkçılığın en kaba, en ilkel biçimi.
Mesele şu ki, Hüseyin Öztürk'ün ırkçı olması dünyanın sonu değil; bir ırkçı eksik, bir ırkçı fazla o kadar da fark etmez. Ama pervasızca, meydan okurcasına söylenen bu sözleri, Cumhuriyet, Birgün ve Ülkede Özgür Gündem gazetelerinin toplamından daha fazla tirajı olan bir gazetenin, okur ve itibar kaybetmekten çekinmeden yayınlayabilmesi, çünkü kaybetmeyeceğini, tersine kazanacağını biliyor olması, işte bu çok önemli. Önemli çünkü toplumun ırkçılık konusunda çok gerçekçi bir profilini çıkarıyor.
Anayasasında "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir" yazan bir ülkede, Türk ve Müslüman olmayanların Türkiye'yi temsil edemeyeceğini söyleyebilmek ve Hürriyet'ten Ebru Çapa, Sabah'tan Nebil Özgentürk dışında büyük basından bir tepki gelmemesi, hukuki bir girişimde bulunulmaması, sivil toplumun da sessiz kalması, Vakit yazarının ve yazıyı yayınlayan gazetenin hiç çekinmemekte ne kadar haklı olduğunu gösteriyor.
Haklı çıkan bu güven, bu rahatlık, ırkçılığın Türkiye'de genel kabul gördüğünün kanıtıdır.
Vakit gazetesinin buram buram yaydığı bu güven, bu "var mı itirazınız" türünden meydan okuma, Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmeleri, normları bu hiçe sayma, gücünü, yalnızca sessiz çoğunluktan değil, "Türkiye'de ırkçılık yoktur, olmamıştır" diyen fikir erbabından alıyor.
Evet, hiç değilse Vakit gazetesi ve yazarları kadar gerçeği görebilelim: Irkçılık Türkiye'de, var olmanın ötesinde egemen bir değer olarak hükmünü sürüyor. Dünyanın birçok başka ülkesinde okullarda okutulan şu gerçekler Türkiye toplumu için hâlâ yıldızlar kadar uzak:
* Irkçılık en büyük, en tehlikeli insanlık suçudur. Çünkü en vahşi, hiçbir politik görüşü olmayan sokaktaki insanı da içine katacak kadar yaygınlaşabilecek, kitleleri harekete geçirebilecek en acımasız insanlık suçları ırkçılıktan kaynaklanmıştır.
* Irkçılığa karşı keskin bir duyarlılık geliştirmemiş her toplum, içinde fiili ve potansiyel ırkçılık barındırır.
* Irkçılığa karşı mücadeleyi öncelikli gündem maddeleri arasına almayan hiçbir muhalefet gerçek muhalefet değildir.
* Irkçılık, karşı ya da yandaş olunan diğer bütün politik, uluslararası, ve diğer sorunların önem sıralamasına girmeyecek, aynı klasmanda değerlendirilemeyecek, hepsinin üzerinde yer alan bir insanlık suçudur.
* Hiçbir sınıf, çevre, kesim ya da bireyin ırkçılığa karşı otomatik bağışıklığı yoktur. Irkçılık karşıtlığı öğrenilecek, bilgiyle beslenecek ve sürekli geliştirilip pekiştirilmesi gereken en temel ahlaki normdur.
* Irkçılıkla mücadele, en azından insanlığın gelişiminin şimdiki evresinde, kamu vicdanına ya da bireylerin vicdanına bırakılacak bir şey değildir. Toplumların da. bireylerin de vicdanlarının bu konuda ne kadar güvenilmez olduğu örneklerle sabittir. Bu nedenle örgütlenmiş toplum ırkçılığa karşı yasalar koymalı, yaptırımlar getirmelidir.
Türkiye meseleye böyle bakabilmekten çok uzaktır. Ve böyle bir toplumda yaşamayı içine sindirebilen herkesin bunda payı var demektir.
Tek çare, ırkçılığa karşı ayağa kalkmak ve sözünü söylemektir. (AG/NM)