2 çocuk annesi Nermin Ardıç da onlardan biriydi. Star Televizyonu'nda yayınlanan, Ayşe Özgün 'ün hazırladığı, "Ayşe Özgün Her Gün"programına çıkıp, babasının gençliğinde, kendisine sık sık tecavüz ettiğini açıkladı.
Kızını ekranda izleyen baba "aile sırlarını ifşa ettiği" gerekçesiyle kızı Nermin Ardıç 'ı öldürdü.
Tıpkı daha önce Yasemin Bozkurt 'un hazırladığı "Kadının sesi" programına çıkan Birgül Işık 'ın, canlı yayında, aile içinde yaşadığı şiddeti anlatıp oğlu, tarafından "ailemizi rezil ettin" diyerek öldürülmesi gibi.
Tıpkı yine aynı programda, berdel usulü evli olduğu eşine, canlı yayında barışma teklif eden ve olumsuz yanıt alan Ahmet Yaman 'ın, karısı Ferdane Yaman 'ı sokak ortasında bıçaklayarak öldürmesi gibi. Gerçekleşen bu seri cinayetlerde katil'in kimliği çok konuşuldu.
Şüpheleri üzerine en çok çeken zanlı medya
Önce günlerce, şüpheleri üzerine en çok çeken "zanlı", televizyonlardaki kadın programları tartışıldı. RTÜK çözümü programları yayından kaldırılmakta buldu. Önce "Kadının Sesi" ve yine aynı formatta yayınlanan "Yalnız Değilsin" programı yayından kaldırıldı.
Gündüz kuşağında yayınlanan kadın programlarının konsepti "kadınların dertlerini paylaşmaları için platform yaratmak, onlara mikrofon uzatmak". Kadınlar ekrana çıkarılıyor ve yaşadıklarını anlatmaları sağlanıyor.
Çoğunlukla konuştukları konu "maruz bırakıldıkları şiddet". Stüdyoda bir kabul günü atmosferi hakim. Konuklar mağdurenin anlattıklarını can kulağıyla dinliyorlar. Her şeyi merak ediyorlar. Kim vurdu? Kime vurdu? Nasıl oldu? Ne zaman oldu? Aldıkları her cevap onlar için yeni bir soru oluyor, mağdureye fırlattıkları... Deştikçe deşiyorlar. Mağdurenin sırları ortaya saçıldıkça, daha da var mı diye soran, meraklı gözler açıldıkça açılıyor.
Biri "Acaba mağdure dayağı hak edecek ne tür bir davranış sergiledi?" diye sorarken başka bir ses "Bunca yıl o erkeğe niye bu kadar katlandı" diye soruyor. Derken başka bir ses "çocukları için" diye ekliyor. Konu açıklığa kavuştukça hep bir ağızdan "cık cık" çekiyorlar. Sunucudan mikrofon kapıp "ben olsam..." diye başlıyorlar yorum yapmaya. Bir stüdyo dolusu kadın, dertlerini paylaşıyor gözükse de çözüm üretme noktaları kör.
Kadınlar bu formata nereden aşina?
Bu programlar hiçbir zaman kadın hakları adına yayın yapmadılar. Hatta reyting uğruna kadının ezilen kimliğini yeniden ürettiler. O stüdyodaki kadınlar, sunucusu da dahil erkeksileşmiş bakış açısıyla yaklaştılar her konuya. Dolayısıyla tartışılan her şey dedikodudan öteye geçemedi. Zaten bu formata da aşinalar.
Kendi kabul günlerinde, pazarlarda, okul aile birliği toplantılarında tıpkı stüdyoda gerçekleşenler gibi didikleyip ortaya çıkarıp, yorumluyorlar. Dedikodu yapıyorlar. Onların mahallesinde de dayak yiyen bir kadın var, onu konuşuyorlar. Bazen de kendi başına gelenleri anlatıyorlar. Kullanılan dil bu olunca "kadına yönelik tüm şiddet biçimleri", her anlatılan hikayeyle meşrulaşıyor, kabul görüyor. Aksi halde anlatıldıkça azalması gereken şiddet neden çoğalıyor?
Gerçek katil oldukça profesyonel. Geride özellikle bıraktığı deliller, bütün şüpheleri üstüne çeken "kadın programlarının" suçlu olduğunu gösteriyor. Ancak programlar tek tek yayından kalktığı halde cinayetler devam ediyor. Gerçek suçlu kim? Kadınlara sığınak açmayan devlet mi? Medyayı sığınak olarak gören ve programlara çıkıp "şiddet tanıklıklarını" anlattıktan sonra tekrar şikayet ettikleri evlerine gönderilen kadınların hepsi ölümü mü bekleyecekler?
Herkes Namus Bekçisi
Namus, töre cinayetleri sadece televizyon programlarına çıkan kadınlarla sınırlı değil elbette. Güldünya Tören ve daha niceleri de tıpkı Nermin, Birgül ve Ferdane gibi öldürüldü.
Namus herkesin belleğinde mevcut. Namusa biçilen rol değişse de merkez kadın. Kimine göre "açık giyinen kadın", kimine göre "evlenmeden önce cinsel ilişkiye giren kadın", kimine göre seks işçisi kadın, kimine göre ise "televizyona çıkan kadın" namussuz. Bu cinayetlerin katilleri ya babalar ya kocalar ya da oğullar. Onlara dayak atan, tecavüz eden erkekler. Ama erkekler de aslında kurbansa kim bu seri katil? (EÖ/KÖ)