Dayıoğlu, "Avrupa Birliği (AB) üyeliği Kuzey Kıbrıs'ta, hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan ve azınlık haklarına saygının vurgulanacağı bir sistemin oluşmasına imkan yaratacağını" belirterek şu bilgileri verdi:
"İnsan hakları güvence altına alınır"
Olası bir Avrupa Birliği üyeliğinin Kuzey Kıbrıs'taki insan hakları ve azınlık hakları üzerinde nasıl bir etkisi olabilir?
Bugün Avrupa Birliği (AB) gerek üye, gerekse aday devletlerin hukuki, siyasi ve ekonomik rejimleri üzerinde kesin bir belirleyiciliğe ve etkiye sahiptir. AB, kendisine üye olma hedefinde olan devletlerden, hukuki, siyasi, ve ekonomik sistemlerini kendi sistemiyle uyumlu hale getirmelerini beklemektedir.
1995 yılındaki Madrid Toplantısı'nda ise AB'ye üye olmak isteyen devletlerin bu uyumu gerçekleştirebilecek idarî kapasiteye sahip olmaları gerektiğine ilişkin kararların alınmasıyla ve bunların 1993 tarihli Kopenhag Kriterlerine eklenmesiyle 'Geniş Anlamda Kopenhag Kriterleri' dediğimiz kriterler ortaya çıkmıştır. Tüm bu hususlar göz önünde bulundurulduğunda AB ile üyelik ilişkisi içerisine girmek isteyen devletlerin Avrupa insan ve azınlık rejiminin bir parçası olmak durumunda oldukları ve kendi iç hukuk mevzuatlarını AB normlarıyla uyumlu hale getirmek yükümlülüğü altında bulundukları görülmektedir. Bu durum AB'ye üye olmayı amaçlayan Kuzey Kıbrıs bakımından da geçerlidir.
Bu çerçevede Annan planını insan hakları ve azınlık hakları açısından nasıl değerlendirebiliriz?
Gerek Kuruluş Antlaşması'na, gerekse anayasa taslağına bakıldığı zaman söz konusu belgelerde insan haklarıyla ilgili düzenlemelerden çok, parça devletlerde ikamet edecek olan etnik, dinsel ve dilsel azınlıkların haklarıyla ilgili düzenlemelere yer verildiği görülmektedir.
Bununla birlikte, anayasa taslağının Üçüncü Bölümü'nün 10/1. maddesinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), Kıbrıs bakımından yürürlükte olan Ek Protokoller ile BM Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi anayasanın ayrılmaz birer parçası sayılmışlardır. Dolayısıyla, söz konusu uluslararası sözleşmelerde insan haklarıyla ilgili tüm hükümlerin Kıbrıs'ın tümü bakımından geçerli olacağı vurgulanırken, Kıbrıs'ta yaşayan herkesin hakları uluslararası güvence altına konulmuştur.
Bir anlaşmaya varılması durumunda Kıbrıs'ta, özelikle de Kuzey Kıbrıs'ta insan hakları ve azınlık hakları ile ilgili olarak nasıl bir durum ile karşı karşıya kalınır?
Öncelikle, bir anlaşmaya varılması durumunda insan hakları açısından, özelikle de davalar bakımından kazançlı çıkacak olan Türkiye'dir. Şu nedenden dolayı; Eylül 1974'ten günümüze kadar Güney Kıbrıs'tan Kıbrıs'taki insan ve azınlık haklarının ihlâl edildiği gerekçesiyle açılan dört dava da Türkiye'ye karşı açılmıştır. Türkiye'nin Kuzey Kıbrıs'ta ya da Kıbrıs'ın tümünde meydana gelen hak ihlâllerinden kendisinin sorumlu olmadığı yönündeki iddiaları bugüne kadar gerek Avrupa İnsan Hakları Komisyonu (AİHK), gerekse AİHM tarafından kabul edilmemiştir.
Bilindiği gibi, Güney Kıbrıs'tan Türkiye'ye karşı AİHM'ye yapılan başvuruların çok büyük bir çoğunluğunu mülkiyet konusuyla ilgili davalar oluşturmaktadır. Türkiye'ye karşı GKRY'nin yaptığı 4 devlet başvurusunun dışında, Adalet eski Bakanı Hikmet Sami Türk'ün verdiği rakamlar çerçevesinde, 1987-2001 döneminde Güney Kıbrıs'tan yaklaşık 2 bin 250 bireysel başvuru yapılmıştır.
Bu davaların kaybedilmesi durumunda, ki kaybedilmesi olasılığı çok yüksektir, ödenmesi muhtemel rakam 8-10 milyar ABD doları civarındadır. Özellikle mülkiyetle ilgili konularda bir anlaşmaya varılması ve Annan Planı'nda ortaya konulan anayasa taslağının yürürlük kazanması durumunda, Türkiye ödemesi kararlaştırılan tazminatları ödemekten kurtulacak ve artık Kıbrıs'ta meydana gelecek olan olaylardan sorumlu tutulmayarak hak ihlâli iddialarından kurtulacaktır. Eğer sonraki tarihlerde bir hak ihlâli ortaya çıkarsa, bu konuda artık ilgili parça devletler sorumlu olacaktır.
"Türkiye'nin yükümlülükleri var"
Kıbrıs'ta bir anlaşmaya varılmaması durumunda nasıl bir tablo ile karşı karşıya kalınabilir?
Eğer bir anlaşmaya varılamazsa, AİHM'de bekletilen ve görüşülme aşamasında olan özelikle mülkiyet hakkı ile ilgili olan davalar sonuçlandırılmaya başlanacak ve çok büyük bir olasılıkla hemen hemen tamamına yakını Türkiye aleyhine sonuçlanacak. Bu da yalnızca Türkiye'nin maddi tazminat ödemesi anlamına gelmeyecek, Türkiye'nin AB'ye girme yolundaki en önemli engellerden birisini oluşturacak. Yukarıda belirttiğimiz gibi, AB'ye üye olmak isteyen bir aday devletin uyması gerek bazı kurallar söz konusudur. Bunların başında insan ve azınlık haklarına saygı ilkeleri gelmektedir. Bu bağlamda, mülkiyet hakkı da bir temel insan hakkı olduğundan dolayı,Türkiye'nin bu hakkın yerine getirilmesini engelleme gibi bir pozisyonda bulunması onun AB'ye girişini engelleyebilecektir.
Daha da önemlisi, AİHS'ye Ek 11 Numaralı Protokolü onaylayan bir devlet olarak Türkiye, AİHM'nin aldığı kararları yerine getirmek zorundadır. Türkiye Avrupa Konseyi üyesi ülkeler arasında, Titina Loizidou davası gibi Güney Kıbrıs'tan açılan davalardan dolayı, AİHM kararlarını yerine getirmeyen tek devlettir.
Eğer Türkiye AİHM kararlarına uymamaya devam ederse, bu durumda AK Statüsü'nün 8. maddesinde öngörülen üyeliğin askıya alınması veya üyelikten çıkarılma gibi bir yaptırımla karşı karşıya kalabilecektir. Böyle bir durumda, AK'den çıkarıldığı zaman, Türkiye'nin AB üyeliği iyice zorlaşacaktır. Çünkü, AK'ye üye olmayan, AİHS'ye taraf bulunmayan ve AİHM'nin yetkisini tanımayan bir devletin AB'ye girmesi imkânsızdır. Bunların dışında Türkiye'ye verilmesi gereken fonların dondurulması gibi ekonomik baskılar da gündeme gelebilecektir.
Bir çok uluslararası hukukçu ve köşe yazarının söylendiği gibi, eğer Güney Kıbrıs bütün Kıbrıs'ı temsilen Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında AB'ye girerse, Türkiye'nin 'işgalci güç' olarak tanımlanacağı söyleniyor. Bu durumda AB ile Türkiye arasındaki üyelik görüşmeleri ne hale gelir? Sizin bu konu hakkındaki görüşünüz nedir?
Kıbrıs sorununun, özellikle de toprak meselesinin çözülmemesi Türkiye'nin AB ile olan ilişkilerini doğrudan etkiler. Öncelikle, daha önce de belirttiğimiz gibi, bir aday ülke AB'ye girmek istiyorsa, yerine getirmesi gereken kriterlerin başında insan haklarına saygı gelmektedir. Toprak konusunun ve özel mülkiyet sorununun çözümlenememesi demek, bir temel insan hakkı olan mülkiyet hakkının çiğnenmesi demektir. Bunları çözmeden Türkiye'nin AB'ye üye olabileceğini sanmıyorum.
Kıbrıs'ta yaşayan azınlıkların- Maronitler,Latinler ve Ermenilerin durumu ne olacak?
Kurucu antlaşma ile anayasa taslağının yürürlüğe girmesi halinde gerek parça devletler, gerekse ortak devlet azınlıklarla ilgili olarak BM bünyesinde kabul edilen Kişisel ve Siyasal Hakların Uluslararası Sözleşmesi hükümleri ile AK bünyesinde kabul edilen Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme hükümlerini kendi yetkileri dahilinde bulunan azınlıklara tanımak zorundadırlar.
Eğer bir anlaşmaya varılırsa ve anlaşma hükümlerine uygun davranılırsa, 2001'de sonuçlanan 4. devlet başvurusunda Türkiye'nin Kuzey Kıbrıs'taki Rumların haklarını ihlâl ettiği yönünde AİHM'de alınan karar gündemden çıkacaktır. Söz konusu kararda Karpaz'da yaşayan Rumlara miras hakkı tanınmadığı, okul kitaplarının sansüre tabi tutulduğu, kuzeydeki kiliselere papaz verilmesinin engellendiği ve kuzeydeki Rumlar için orta eğitim olanaklarının tanınmadığı yönündeki GKRY iddiaları AİHM tarafından kabul edilmiş ve bu konularda Türkiye suçlu bulunmuştur.
Burada Güney Kıbrıs'ta yaşayan veya yaşayacak olan Türklerin de benzer hakları olduğunu söylemek gerekmektedir. Orada yaşayan Türklerin de kendi dillerinde eğitim görme, dinî ibadetlerini yerine getirme, gazetelerini çıkarma, derneklerini kurma gibi hakları vardır ve bu hakları uluslararası güvence altındadır. Bu hakları çiğnenen Kıbrıslı Türklerin de başta AİHM olmak üzere uluslararası organlara başvuru hakları vardır. (NK/BB)