Bu ziyaret iki bakımdan önemliydi; birincisi, geleneksel Kıbrıs politikasını aşmak Adalet ve Kalkınma Partisi'nin, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği'ni (AB) arkasına alarak, ülke içindeki iktidar alanını genişletme stratejisinin en önemli araçlarından birisiydi; ikincisi, ilgisiz gibi görünse de, ılımlı islamizasyon projesinin gerçekleştirilmesi bir ölçüde bu engelin aşılmasına bağlıydı.
İlaç gibi plan!
Bu nedenle, AKP iktidarının ilk günlerinde hükümetin Erdoğan ağzından açıklanan Kıbrıs politikası, geleneksel çizginin dışında, hatta karşısındaydı. AKP, kendisine Batıda açılan şartlı iktidar kredisinin farkındaydı ve bunun gereklerini yerine getirmeye çalışıyordu. KKTC'nin yerini bir türlü terk etmek istemeyen Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ı gözden çıkarmıştı.
Denktaş'ın gözden çıkarılması, bir dizi tavizin verilmesini, dolayısıyla, askeri bürokrasinin en kararlı savunucusu olduğu siyasetin iptal edilmesi anlamına geliyordu. Durum böyle olunca, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Kofi Annan'ın adıyla anılan "çözüm planı" Erdoğan'a deyim uygunsa "ilaç" gibi gelmişti.
Ancak, bir yıllık hükümet etme süresinde kuvvet dengelerini sık sık değiştirme denemesinde bulunan ve fakat iç iktidar ilişkilerini daha somut olarak yaşayan AKP, sadece Batıya yaslanarak Türkiye'de iktidar olamayacağını anlamış görünüyor.
Erdoğan'ın tam da Kıbrıs ziyareti öncesinde, göreve geldikten sonra ilk kez basına özel bir söyleşi veren Genelkurmay Başkanı Özkök (Radikal, 9 Kasım 2003) AB üyeliği ile Kıbrıs arasındaki ilişkiyi kurarak, savaş dahil her ihtimali göze aldıklarını ve geleneksel politikanın (iki devletli gevşek konfederasyon) esasını zedeleyecek tavizler vermeyeceklerini ilan etti.
İktidar çatalı
Bu dönemde Cengiz Çandar, Tercüman gazetesindeki köşesinde, devletin çatısında yaşanan gerilimin önemine ve AKP iktidarı bakımından anlamına -ki bunu doğru kavramıştı- işaret eden bir dizi makale yazdı. Gerçekten de AKP, bundan sonra izleyeceği yolu tayin edecek bir kavşakta duruyordu.
Çünkü, AKP ya geleneksel devlet politikasıyla çatışarak AB'yi arkasına alacak ve iktidar alanını daha da genişletmeye çalışan bir strateji izleyecekti ya da diğer iktidar güçleriyle uzlaşarak kendisi için çizilen iktidar alanı içinde oynayacaktı. Birinci yol çatışma ve gerilim demekti ki, sonunda iktidarı kaybetme riski vardı; ikinci yol ise çatışmasız ve gerilimsiz bir ortamda hükümet etme garantisi anlamına gelecekti.
Oysa, asıl ikinci yol AKP'nin farkını ortadan kaldırıyor ve onu iktidar bloku içinde eritecek bir süreci başlatıyordu.
AKP artık devletlû
Ve Tayyip Erdoğan 15 Kasım'da Kıbrıs'ta yaptığı konuşmada, geleneksel devlet politikasını aynen tekrar etti. KKTC'nin tanınması ve iki devletli, iki toplumlu bir konfederasyondan yana olduklarını söyledi.
Sadece Türk tarafından taviz istendiğini de belirterek, "taviz iki taraflı olmalı" dedi. Erdoğan, bütün güçleriyle Denktaş'ı desteklediğini söylemeyi unutmadı.
Bu sözler, aynı gün İstanbul'da iki Sinagoga yönelen bombalı saldırıların gürültüsü içinde -doğal olarak- duyulmadı. Üzerinde bir tartışma ve değerlendirme de yapılamadı.
Ancak, bilinmelidir ki, AKP, Erdoğan'ın Kıbrıs'ta yaptığı konuşma ile önemli bir virajı aldı. Artık 15 Kasım öncesindeki ve sonrasındaki AKP farklı iki partidir. AKP, iktidarda terbiye edilme sürecine boyun eğdi. (MY/NM)