Aslı Özge’nin bu yıl Berlinale’den FIPRESCI ödülüyle dönen filmi yeni uzun metrajlı filmi “Faruk” 90 yaşındaki bir erkeğin hayatını merkeze alarak, onun yıkılmak üzere olan apartmanına ve İstanbul ile kurduğu güçlü bağa odaklanıyor.
Özge, izleyiciye ilk filmi “Köprüdekiler”de olduğu gibi, yine gerçek mekânlarda çekilen ve gerçek karakterler ile olaylardan ilham alan bir hikâye sunuyor.
Film, kentsel dönüşüm ve soylulaştırmanın etkilerini ele alırken, bir baba-kız ilişkisinin karmaşıklıklarına da göz kırpıyor. Yıllardır yaşadığı apartmanın kentsel dönüşüm kapsamında yıkılacağını öğrenen Faruk, bu süreci bir filme dönüştürmeye karar veren Özge’nin ana karakteri haline geliyor.
Yönetmen Aslı Özge ile 24 Ağustos’ta MUBI Türkiye kitaplığına eklenen “Faruk” filmi üzerine konuştuk.
Arşiv
Filminizin teknik detaylarını konuşmadan önce, özel bir hikâyeyi ele aldığınızı görüyoruz. Filmde Faruk Bey’in kızıyla olan ilişkisini sürdürme çabalarına tanıklık ediyoruz. Bu ilişkiyi işlemek, sizin için duygusal açıdan ne anlama geliyor?
Babamın yıllardır yaşadığı apartmanın kentsel dönüşüm kapsamında yıkılması gündeme geldiğinde ilk olarak bir belgesel yapmak yapmak istedim. Belki de kameranın ardından bakarak ve kendimi meşgul ederek bu duygusal süreci hafifletmek istiyordum. Fakat daha sonra bu sürecin düşündüğümden uzun süreceğini fark ettiğim için bir senaryo yazdım. Babamı, bir komşumuzu, çeşitli arkadaşları ve bazı oyuncuları da filme dahil ederek filmi çektik. Dolayısıyla filmin başı sonu belliydi.
Filmdeki Aslı ben değilim, filmdeki Faruk da babam değil aslında. Bizim kurgusal hallerimiz. Bir anlamda babam oynadığı ve benim çocukluğumdaki evi mekân olarak anlattığım için benim için özel olsa da, diğer taraftan da bu bir kurgu film. Öyle olmasa bu tarz bir final yazamadım. Spoiler vermek istemem ama izlendiğinde ne demek istediğim anlaşılacak sanırım.
Kentsel dönüşüm hikâyesinin ele alındığı zamanı nasıl tanımlıyorsunuz? Belirli bir zaman aralığı mı bu?
Türkiye’de kentsel dönüşüm, bildiğim kadarıyla büyük Marmara Depremi’nin ardından başladı. İstanbul, bu büyük değişime tanıklık eden, bu sürecin getirdiği zorlukları yaşayan bir kent haline geldi. Film, bu sürecin bir parçası olan deprem sonrası alınan önlemler ve bu önlemlerle başlayan değişimlere odaklanıyor. Dolayısıyla hâlâ içinde bulunduğumuz bu dönemi oldukça net bir şekilde tanımlıyor. Bu anlamda bir arşiv görevi de görüyor ve belli bir dönemi belgelemiş oluyor.
Yaşlılık hakkındaki önyargılar
Filminiz izleyiciye ilginç bir deneyim sunuyor. Kurmaca ve belgesel öğeleri, filmde iç içe geçmiş durumda. Bu iki anlatım biçimini bir arada kullanmak size ne tür avantajlar sağladı? Dezavantajları var mıydı?
Bu filmi aslında ilk filmim “Köprüdekiler”in izinden giden bir film olarak tasarladım. Aynı şekilde gerçek ve kurguyu birbirine karıştırarak sınırları bulanıklaştırmak istedim. Ancak bu filmde üstüne bir şey daha koymayı denedim. Seyirciye sürekli olarak bunun bir film olduğunu göstermeme rağmen filmdeki karakterlere inanıp inanmayacaklarını ve buna rağmen ana karakterle duygusal bağ kurup kuramayacaklarını merak ediyordum. Ama bunu yapmak çok da kolay olmadı, çok uzun bir süreç gerektirdi; fakat tabii yaratma süreci çok da zevkliydi. İstediğim zaman babamla çekim yapabilmek, tekrar montajlamak, kendi sesimi kaydederek filmin dramaturjisi ile oynamak bana büyük bir özgürlük sağladı.
Faruk Bey’in yaşlılıkla mücadelesi ve hayatta aktif olarak rol alma çabasında dışlanmışlık ve yalnızlık temalarını da görüyoruz. Yaşlılık kavramını nasıl ele aldınız?
Film her anlamda bir eksilmeyi ve yıkımı anlattığı için elbette yalnızlık temasından kaçınmak imkânsız. Yaşlı insanlar geçmişlerine ve anılarına tutunuyorlar. Filmde Faruk bunlarla mücadele ederken kızı Aslı da geleceği için savaşıyor. İki kuşağın çatışması ev meselesi üzerinden kesişiyor. Film benim için bir anlamda Türkiye’nin bugününün de bir portresi.
Bu bağlamda, filmin görüntü yönetmeni Emre Erkmen ile kalabalık ve büyük bir metropol olan İstanbul’da tek başına ayakta kalmaya çalışan bir adamı tasvir edebilecek görüntüleri bulmaya çalıştık. Bir yandan da klişeleşmiş yaşlanma hakkındaki önyargıları da kırmak istedim. Belki de ters köşe yaparak insanları hayata Faruk’un perspektifinden bakmaya davet ettim.
Kentsel dönüşüm
Faruk Bey profesyonel bir oyuncu değil ve filmde bazı “cesur” sahneler de var. Örneğin, çıplak bir kadınla dans ettiği sahnede Faruk Bey’i de çıplak görüyoruz. Onu bu sahnelerde oynamaya ikna etmek zor oldu mu?
Hayır, hiç zor olmadı. İlk olarak bir belgesel yapma fikriyle yola çıktığım için babam bu sürece zaten doğal olarak dahildi. Bu süreçte apartman ile ilgili bazı sahneler de çekmiştim. Daha sonrasında senaryo yazarken bu görüntüleri de kaybetmemek için babamdan başka birisiyle çalışmayı zaten hiç düşünmedim. Babam da bana her zaman “Eğer güzel bir hanım oynarsa beni de oynat,” diyordu. Dolayısıyla o banyo sahnesini çekerek onun isteğini yerine getirmiş oldum bir anlamda.
Yönetmen gözüyle İstanbul’daki kentsel dönüşüm sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce deprem sonrası bu süreç insanlar için nasıl ilerliyor?
Film aslında yedi-sekiz yıllık bir süreci takip ediyor. Dolayısıyla bu sorunun en iyi cevabı bence filmde gizli. (TY)