İstimlake Pazartesi günü başlanacak, burada yaşayanlar başka konutlara yerleştirilecek. Uzun dönemde, Sosyal Rehabilitasyon Projesi çerçevesinde barınma ihtiyacına yönelik sosyal konutlar inşa edilerek, gecekondu bölgeleri kaldırılacak.
Kamulaştırma bedellerinin ne olacağı ve bu binalarda oturanların nereye yerleştirileceği belirsiz.
Mimarlar Odası'ndan Mücella Yapıcı, "İstimlak kararının doğruluğu tartışmasız; ancak hükümet ve belediyelerin bugüne kadarki kent politikaları kentten rant sağlamayı amaçladı. Yani istimlak geçici bir çözüm olarak kalacak" diyor.
1986'daki istimlak kararı sonrasında Alibeyköy ve Çobançeşme'de inşa edilen afet konutlarının planlamasını yapan Yapıcı, "Oradaki evler yapıldıktan sonra, dere yatağındaki evler boşaltıldı. Ancak boşalan evlere başkaları yerleşti; dere yatağına inşaatlar da sürdü. Yani istimlak kararı işlevsiz kaldı. Yeşil alan olarak planladığımız yerler boşaltılmadı. Afet evlerine ise tam olarak kimlerin yerleştirildiğini bilmiyorum" diye konuşuyor.
Yapıcı'ya göre istimlak, üçüncü köprüyü de içine alan, kent planlamasını teknik değil, politik, ekonomik ve sosyolojik bir süreç olarak değerlendiren bir bakış açısıyla tartışılmalı.
"Kent toprakları özel mülkiyet olmamalı"
Yapıcı, Türkiye'deki ve "başka İstanbul"daki yerleşimi "kaçak yapı" sorununa indirgemeden, ayrıntılı bir şekilde şu sözlerle özetliyor:
* Alibeyköy ve çevresinde, kamu arazileri, dere yatağı olması nedeniyle yapılaşmaya kapalı alanlar, bazen plan kararlarıyla, bazen imar aflarıyla özel mülkiyet haline geldi. Yerel yönetimlerin politik ve ekonomik rantı üzerinden buradaki yapılaşma arttı.
* İstimlak deyince ürküyoruz. Aslında kent topraklarının özel mülkiyete ait olmaması gerekiyor. İşin içine mülkiyet girdi mi, hem rant amacıyla park ya da yeşil alan olarak kalması gereken yerler yapılaşıyor. Hem de yurttaşlar kendi topraklarının, evlerinin değerlenmesi üzerinden "rantçı" olmaya alışıyor. Kendi sağlığı ve güvenliğini değil, çıkarını ön plana çıkarıyor. Yönetim de kendi çıkarı için bunu destekliyor. Alibeyköy deresi yatağına okul yapılmasına şaşırmamak gerek.
* 1990'larda İSKİ yönetimi, ıslah edilmesi gereken dereleri ve boşaltılması gereken alanları belirlemişti. Sorun istimlake karşı çıkmak değil, kamulaştırılacak alanların ne yapılacağıdır.
* Şu anki imar yasasına göre kamulaştırılan alanlar yeşil alan olarak kalmalıdır. Ancak hazırlanan yeni imar yasası taslağında, bu alanların satılması da gündeme geliyor.
Sessiz sedasız 3. köprü yapılıyor
* Yurttaşların yerleşim konusundaki kararlara saygısı kalmadı. Recep Tayyip Erdoğan'a nasıl güvenebilirsiniz? Büyükşehir belediye başkanıyken 3. köprüye kesinlikle karşıyım diyen bunun raporlarını yazan,sonra şu anda 3 köprünün yeni güzergahını tartışıyorsa, "kaçak yapıları acımadan yıkın" diyen Erdoğan, seçimlerden önce ben de kaçak yapıda oturuyordum diyor. Bu nedenle ceza da almıştır.
* Bu ülkenin mimar ve mühendisleri olarak 3. Köprü projesini gazetelerden öğreniyoruz. Çağırıldığımız toplantılarda yalnızca adımız geçiyor, görüşlerimiz alınmıyor. Kuzeydeki yüksek gelirlilere yapılan siteler ulaşım sorunun çözmek için yapılacak 3. köprü bunun örneğidir. Hükümet eleştirilerimizi dinlemese de, yeni köprülerin, kentin su havzalarını ve orman alanlarını yok edeceğini ve bunun tehlikelerini duyurmaya devam edeceğiz.
* Gökkafes'e ilişkin, tapudaki "Burada yapı yapılamaz" ifadesinin usulsüz olarak sildirildiği mahkemeyle kararıyla sabit oldu. Mimarlar Odasının açtığı ve kazandığı benzer bir çok dava var. Kamu yönetimi ve belediyeler yasası, belediyeyi şirket, halkı müşteri olarak görüyorken; ne hukuka ne de belediyeye güvenemiyoruz.
* İstimlak doğru bir karar olsa bile, geçmişe bakınca, yönetime karşı ciddi bir güvensizlik, yeni kararlara karşı da aynı sonucu doğuruyor. Bunu yenmenin yolu açıklık ve şeffaflıktır. Belediye, programsız, ayrıntıları kamuoyuna açıklanmayan bir istimlake başlamamalıdır. Dereler ıslah edildikten sonra, çevrelerinin de boşaltılması gerekecektir.
"İstimlak sonrası planlamayı konuşalım"
* Alibeyköy halkının istimlak sonrası kendi barınma hakkını, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını talep etmesi gerekiyor. Devlette bunu yerel yönetimlerde sağlamakla yükümlü. Sadece bu bölgede değil, İstanbul'da betonlaşmadan dolayı suların çoğunun akışa geçiyor. Deprem tehlikesini de düşündüğümüzde yüksek bölgelerdeki evler de kayma tehlikesindedir.
* Son 50 yıldaki yönetimlerin yerleşim politikalarına bakarsak, ülke ekonomisi üretimden koparılıp kentsel yatırımlara yönlendirilmiştir. Uluslar arası gayrimenkul sermayeleri burada büyük bir pazar buldu. Yani teknik bir yerleşim sorunundan çok ekonomik, politik ve sosyolojik anlayışa dayalı bir sorun söz konusu.
* Bunu sadece İstanbul'u planlayarak da çözemezsiniz. Coğrafyanın tümünde, nerede ne üreteceğinizi, nüfus yapısını, işsizliği, kayıt dışı sektörü, göç gibi verileri düşünerek bir planlama yapmalısınız.
Amaç kentsel rant olursa...
* Ekonomik politikalar kentsel ranta dayandığında, bankalar arazileri teminat olarak gösterdiğinde ve konut edinme bir sosyal güvence olarak sunulduğunda, siz problemlerinizi çözemezsiniz.
* Yüksek mimar olarak 700 milyon kira vermekte zorlanıyorsam ve sistem beni kaçak yapı yapmadığım için suçluyorsa, yani sorunlar mülkiyete dayalı çözülüyorsa, buna karşı alternatif ve bütünlüklü başka bir yaşam biçimini savunmak gerekiyor.
* Türkiye'deki sol hareketler yerel sorunlar olarak görülebilecek istimlaki, genel bir yerleşme politikası içinde tartışmadıkça, buradaki insanların kendi sorunlarını doğru bir şekilde görmesi sağlanamaz. (ÖG/BB)