"Böyle sahneleri daha önce de gördüm; ama hep televizyondaydı, hep uzak diyarlardaydı" diye yazıyordu New York Daily News'un muhabirlerinden biri. "Ama sahneler buraya ait değildi, hep Üçüncü Dünya ülkelerindeydi."
Bu haftanın en sık rastlanan yorumlarından biriydi bu; özellikle de, Katrina kasırgasının New Orleans'dan Louisiana'ya, Mobile'dan Alabama'ya kadar, ABD'nin Meksika Körfezi kıyısındaki mahallelerde, kasabalarda ve kentlerde yarattığı yıkımı ve insanların yaşadığı sefaleti araştıran, ülkenin kablolu haber ağlarının başhabercilerinin yorumu.
Ama bu yorumun temel varsayımı -Üçüncü Dünya'nın "uzaklarda bir yerlerde" olması- doğru değildi. Katrina'nın dünyaya ve ABD yurttaşlarının en temel hizmetleri çaresizce bekleyişlerini izleyen ABD'lilere bütün çıplaklığıyla gösterdiği şey, ABD'nin -dünyanın tek süper gücü ve küresel hegemonu olmasına karşın- Üçüncü Dünya'yla sahip olduğu büyük ve giderek büyüyen ortak paydasıydı.
Bir düşünün:
* Kalkınmakta olan ülkelerdeki doğal afetlerde olduğu gibi, Katrina'nın kurbanlarının da ezici çoğunluğu yoksuldu. Örneğin, New Orleans kentinin yaklaşık üçte biri, yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Öte yandan, kasırganın en sert vurduğu eyaletler Louisiana ve Mississippi'de, çocuk yoksulluğu oranı ülkedeki en yüksek oran -yüzde 50'nin üzerinde.
Bu arada, Nüfus İdaresi'nin geçen çarşamba günkü raporuna göre, ülkedeki yoksulluk oranı, geçen yıl yine yükseldi -art arda dört yıldır yükseliyor- ve yüzde 12.7'ye ulaştı.
* Birçok kalkınmakta olan ülkede olduğu gibi, ABD yoksullarının büyük bölümü, yıllarca ayrımcılık ve baskı görmüş ırksal ve etnik azınlıklardan oluşuyor.
Center for American Progress'in (CAP-Amerikan İlerlemesi Merkezi) de işaret ettiği gibi, New Orleans nüfusunun üçte ikisi siyah; ama haberlere göre neredeyse tamamı sular altında kalan ve en çok ölümün gerçekleştiği Aşağı Dokuzuncu Ward mahallesinin yüzde 98'inden fazlası siyahtı.
* Birçok kalkınmakta olan ülkede olduğu gibi, ABD'de de zenginlerle yoksullar arasındaki uçurum büyük -aslına bakarsanız, gelişmiş ülkelerdeki en yüksek oran- ve bu uçurum giderek büyüyor. Ve, Cumhuriyetçilerin kontrolündeki Kongre'nin gelecek haftaki programında, miras vergisinin daimi olarak kaldıracak bir kanun tasarısı var; bu tasarı ülkenin en zengin yüzde ikilik kısmının servetlerinin tamamını, devletle hiçbir kısmını paylaşmadan, mirasçılarına devretmesini güvence altına alacak.
Bu yürürlükten kaldırma işleminin, Hazine'ye -ve kaynak sağladığı hizmetlere- 10 yılda 1 trilyon dolara mal olacağı tahmin ediliyor.
* Birçok kalkınmakta olan ülkede olduğu gibi, toplumun en yoksul üyeleri, devlete en yabancılaşmış olanlar; bunun tersi de geçerli -Federal Acil Durum İdaresi'nin (FEMA) yöneticisi Michael Brown bu duruma geçen perşembe günü işaret etti; yani, fırtınanın kurbanları kendi başlarının çaresine bakmak durumunda kalacak.
Başkan George W. Bush'un eski ahbabı ve Arap At Derneği'nin kadrolu avukatı olan Brown, New Orlans'da "binlerce" yoksul yurttaşın ölmüş olabileceği tahminlerine dikkat çekti ve "Ne yazık ki, bu, önceden yapılan (boşaltma) uyarılarına kulak asmayan insanlarla açıklanabilecektir" dedi.
Missisipi meclis temsilcisi Bennie Thompson, insanların gözden kaçırdığı şeyin "buradaki birçok siyahın kendi taşıtlarına sahip olmaması" olduğunu söyledi. "O zaman, arabası olmayan birine 'boşalt burayı' dediğinde, ne demiş oluyorsun? Çoğu insan gidebilecek olanağa sahip değildi."
Gerçekten de, New Orleans'da yaşayan yarım milyon kişinin üçte birinin arabası yoktu. Evlerinde kalanlarınsa -kredi kartları, nakit paraları veya FEAM ya da yerel afet birimlerinin sunduğu bir plan olmaksızın- Florida meclis temsilcisi Stephanie Tubbs'ın sözleriyle, "gidecek bir yerleri hiç olmamıştı."
Tabii, Katrina'nın kurbanlarıyla Üçüncü Dünya'daki benzerlerini birleştiren ortak etkenleri görmek için tam da Katrina gibi ulusal bir afete gerek vardı. Zira, Washington Post'un siyah köşe yazarı Eugene Robinson'ın işaret ettiği gibi, New Orleans'ın Mardi Gras şölenlerinden ve "laissez les bon temps rouler"den oluşan popüler imajı, başka bir gerçekliği, "büyük öfkeyi ve küskünlüğü" gölgeliyordu.
Yaygın medya, krizle ilgili yaptığı ilk haberlerde, fırtınanın ardından gelen "yağmalara" teessüf etmek dışında, bu konuları gündeme getirmeye gönülsüzdü. En azından bir CNN habercisi Jack Cafferty, perşembe günü, gazeteci meslektaşlarını "odadaki fili... Medyanın hemen hiç gündeme getirmediği, kurbanların ırklarını ve ekonomik sınıflarını" görmezden gelmekle eleştirene kadar.
Cuma sabahı, Bush bile yıkım alanını şahsen turlayıp ışığı görmüşken, en azından bir tartışma başlayacak gibi görünüyordu -hatta, devletin sağlamayı başaramadığı yiyecek ve diğer ihtiyaçları terk edilmiş dükkanlardan almak "yağma" sayılıp sayılamayacağı bile.
New York Times'ın birinci sayfa yazılarından biri, "Kaçabilenlerle sıkışıp kalanları belirleyen şeyin, dile getirilmeyen ırk ve sınıf meseleleri olduğuna dair giderek büyüyen bir inanç var" diyordu. "Tıpkı, kalkınmakta olan ülkelerin kırsal kalkınma planlarının başarısızlığının sel ya da kuraklık gibi doğal afetlerde apaçık ortaya çıkması gibi ... ABD'nin en yoksul kentlerinin bazıları da federal politikalar tarafından savunmasız bırakılmıştır."
"Kanunsuzluk, kitlesel yoksulluğun kaçınılmaz eşlikçisidir" diyordu USA Today başyazısında. Yazı hükümetin yoksulların kötü durumunu anlamaktaki başarısızlığını vurguluyor ve bölgeden gelen görüntüleri "Üçüncü Dünya'daki mülteci kampları"yla karşılaştırıyordu.
"Üzücü olan şudur ki, New Orleans günün birinde, önünde sonunda, bir şekilde normal hale dönecek ve yoksulları bir kez daha görünmez olacak" diye yazıyordu gazete. "En azından yeni bir afet yeniden vuruncaya kadar." (JL/TK)
* Jim Lobe 'un 2 Eylül tarihli yazısını Tolga Korkut Türkçeleştirdi.