ABD’li feminist yazar Kate Millett, 6 Eylül 2017'de, 82 yaşındayken hayata veda etti. Kate Millett'in1998 yılında Kadınlara Mahsus Gazete Pazartesi’nin 45. sayısında yayınlanan röportajı bianet'te yayınlıyoruz. |
"Kate Millett, ikinci dalga feminizmin en önemli isimlerinden. Doktora tezi olarak yazdığı Cinsel Politika, patriyarkanın en radikal, en korkusuz eleştirilerinden birisi. Zaten korkusuzluk, Millett’ın hayatının en belirgin çizgisi. Sokakta gösteri yaparken, lezbiyen olduğunu açıklayıp toplumla ve ailesiyle karşı karşıya gelirken, tımarhaneye isyan ederken, İran'da Humeyni rejimi tarafından gözaltına alınırken, Amerikan sisteminin aleyhine konuşurken, işkence uygulamalarına karşı çıkarken hep cesur. Kate Millett, hayatını bir muhalif ve muhalefetin ta kendisi olarak kurmuş. Son zamanlarda pek modası kalmayan bir varoluş biçimi; altmış dört yaşında, başkalarının hayalini bile kuramadığı ormanlara ait, devrilmez, yıkılmaz bir çınar. Gülnur [Savran], Ayşe [Düzkan] ve Nesrin [Tura] Kate Millett’la görüştü."
Amerika’da ikinci dalga feminizmin başlangıcında ne gibi konular ele alınıyordu, nasıl bir bilinçle hareket ediliyordu? Bu konularda içerden birisinin bakışını bize aktarır mısınız?
Her taraftan gelen kadınlar vardı, ama çoğunluk soldan, insan hakları ve siyah hakları hareketlerinden geliyorlardı. Bu feministler için tipik bir durumdur. Pek çoğu, erkekler ya da beyaz muhalefet tarafından reddedilmiştir. Yani kurtuluş politikaları konusunda belli bir tecrübe edinmiştik. 1964’te imzalanan İnsan Haklan Bildirgesi bizi hareketlendirdi. Bu anlaşma kadınları da içeriyordu. Ve bütün Amerikalı erkekleri şaşırtarak geçti bu anlaşma. Artık kadınların da insan hakları vardı ve NOW adlı örgüt bize daha önce sahip olmadığımız bir garantiyi sağlayan bu yasanın etrafında örgütlenmeye başladı.
İlk ele aldığınız konular nelerdi?
Eşit ücret, çocukların gündüz bakımı ve üreme tercihlerinin kullanılabilmesi. Mücadelesini ilk verdiğimiz şeylerden birisi çıkan yasaların mahkemelerde uygulanmasıydı ve birçok dava kazandık, iş bulma konusunda bir ilerleme sağladık ama işlerin cinsiyete göre dağılımı konusunda bir eşitlik sağlayamadık.
Gazeteleri protesto ettik. Bunların işçi bulma sayfaları iki sütuna ayrılmıştı, bir tanesi kadınlara, bir tanesi de erkeklere. Ve bunu tahlil ettiğimizde erkeklere daha fazla iş önerildiğini ve bu işlere daha fazla para verildiğini gördük. Bir ayrımcılık olarak bunu protesto ettik. Çok sıcak bir yazdı, her gün New York Times’ı protesto ediyorduk.
1967 yazı mı?
Öyle olmalı. Sonunda gazete o sayfayı değiştirdi. Bu bize büyük güven verdi. Aslında çok kalabalık değildik ama etkimiz büyük oldu.
Biraz özel bir soru sormak istiyoruz. Sizin bu feminist bilince ulaşmanızda sol hareket içinde yaşadıklarınız mı daha etkili oldu yoksa ABD’de bir genç kız olarak büyürken yaşadıklarınız mı?
Bence benim bilincim büyümekten geldi. Hep bir haksızlık duygusuna sahip oldum. Hani vardır ya, Papa, Başkan... Tam bir erkek yapılanma. Annem hep feminist olmuştur. Ben küçük bir çocukken, “Anne bu haksızlık,” dediğimde “Tabii ki haksızlık,” derdi. Ve o haksızlığı değiştirme fikrini paylaşırdık. Sonra ben Japonya’dan döndüğümde, dosya memurluğu dışında iş bulamadım. Yani şahane bir eğitim almıştım ve iş bulamıyordum. Bu beni etkiledi.
O sıralarda siyahların özgürlüğü için çalışıyordum. Bize gidin kendi işinize bakın dediklerinde bizim davamız belliydi zaten.
Annenizin kuşağının feminizmiyle sizinki arasında ne fark görüyorsunuz?
O zamanlar büyük değişiklikler, yapısal değişiklikler olduğunu biliyoruz. Ve bunun odağında kadınların oy hakkı mücadelesi vardı. Bunu kazandıklarında bir tür enerji kaybına uğradılar. Benim annemin de hayatı biraz böyleydi.
Ben küçükken o ev kadınıydı. Üç kızına büyük enerji verdi. Biraz karışık bir mesaj aldık ondan. Özgür olun, çok çalışın ama aynı zamanda terbiyeli olun. Ayrıca bir Katolik olarak yetiştirilmiştim. Annem kocasından yani babamdan boşanıp iş hayatına atıldı. Sigorta işine girdi.
Onun bütün hayatında ayrımcılığı tam anlamıyla görebiliyordum. Kadınlara sigorta ödemiyorlardı. Kadınlardan sigorta satın almıyorlardı. Ama annem kırk yaşındaydı ve sigorta komisyonlarıyla yaşamak zorundaydı. Bu işte bir tür öncü gibi oldu ve çok başarı kazandı. Sonra kadın sigortacılar örgütü kuruldu. Bu endüstrinin biraz daha adil işlemesini sağladılar ve sonunda annem “Yılın Adamı” seçildi.
İlk bir araya geldiğiniz dönemin ruhunu, havasını nasıl tarif edersiniz?
0 zamanlar pek feminizm yoktu, onun verine de Mc Carthy’cilik vardı. Ben Minnesota Üniversitesi’nden sonra Oxford’a gittim. Ben oradayken insanlar İkinci Cins'i okumaya başladı. Bu çok şevi değiştirdi. Bu herkesin üzerinde düşündüğü bir kitaptı. Kahvelerde kavgalar çıkardı. Üstelik de solcu oğlanlar kitabı savunurdu biliyor musunuz?
Siz de daha sonra Cinsel Politika'yı yazdınız.
Çok daha sonra. İki yıl Japonya’da bir sanatçı olarak çalıştım. Sonra ABD’ye geldim. Cinsel Politika benim doktora tezimdi.
İkinci Cins ve Cinsel Politika arasındaki farkı nasıl tanımlarsınız?
Bu iki kitap farklıdır. Simone de Beauvoir kitabımın çoğunu çaldın diye benimle dalga geçerdi. Onu okuyalı aslında çok zaman olmuştu ama farkında olmadığım biçimde. Önemli bir bölümünü içselleştirmiştim.
0 sıralarda tek kitap buydu.
Felsefi olarak de Beauvoir’ın kitabı çok büyüktü, içinde dünya tarihi vardı. Fikirler, kavramlar... Kitap iki dünya savaşı arasında kadın hareketinde yaşananların iyi bir özetiydi.
Biz sizin kitabınızın kadınlarla erkekler arasındaki savaşı daha iyi ortaya koyduğunu düşünüyoruz. Daha politik bir kitap ve daha politik bir teori. O yüzden yeni dalganın eğilimlerini daha iyi yansıtıyor.
Bu doğru olabilir. Ben bu kitabı yazarken pazartesi, salı, çarşamba, perşembe, cuma, cumartesi akşamları birer toplantıya, pazar günü de iki toplantıya gidiyordum. Bir sürü grupla çalışıyordum, sürekli gösterilere katılıyordum.
Simone de Beauvoir kitabını yazdığında tek bir gösteri bile yoktu, çok yalnızdı bunu yazarken. Bu kitabı yazdığı için lanetlendi. Büyük bir dışlanmayla karşılaştı. Ben bunları yaşamadım. Benim için her şey daha kolaydı. Etrafımda yoldaşlarım vardı, sürekli teori konuşuyorduk.
0 yüzden kendimi kuşağını adına yazıyor gibi hissediyordum. Hep sokaklardaydık, hep gösteri yapıyorduk. Yasalar değişebilirdi. Bazı yasaların değiştiğini görüyorduk. Daha önemlisi yapısal bir değişiklik olabileceğinin ümidi vardı. Bunun kısa zamanda olabileceği düşüncesi vardı.
Kadın hareketi içinde patriyarkayı ilk eleştiren kimse olmanın şerefini taşıyorsunuz. Cinsel Politika’yı yazmanızın üzerinden otuz yıl geçti. Şimdi tekrar yazsanız değiştirmek ya da katmak isteyeceğiniz şeyler olur muydu?
Daha fazla sınıf tahlili katmak isterdim. Aynı zamanda eşcinsel kurtuluşundan daha fazla söz etmek isterdim. 0 zamanlar bunları bilmiyorduk. Tabii sınıf meselesini biraz daha fazla biliyorduk. Kadınların bir sosyal grup olarak sınıflandırılmalarına çabalıyordum. Sınıf meselesi bir biçimde bunun zıttıydı ve sanırım bu sebepten bu konuya ayırmam gereken zamanı ayıramadım.
Sınıf kavramına bu mesafenizin sizi patriyarkayı eleştirirken güçlü kıldığını düşünüyoruz. Çünkü işe başlarken sınıf dışında da ezilme biçimleri olduğunu anlatmaya ve bunu ortaya çıkarmaya çalışıyordunuz. Bu önemliydi. Ama ondan sonra, bu bizim de sorunumuz. Sınıf sorununu cinsiyet sorunuyla nasıl eklemleyeceğiz? Bu tamamen başka bir mesele.
Örneğin ırk ABD’de çok önemli bir meseleydi. Ben de ırk meselesine çok fazla girseydim patriyarkayı keşfetmekte zorlanacağımı düşünüyorum. Aynı şey sınıf meselesi için de geçerli.
Sizin eşcinsel hareketi içinde de tecrübeniz oldu. Sizce lezbiyenlik erkek eşcinselliğinden farklı değil mi?
Çok farklı. Erkek eşcinseller, erkekler dünyasına aitler. Bence eşcinsel hareketin ABD’de bu kadar başarılı olmasının bir sebebi çoğunluğunu beyaz erkeklerin oluşturması. Para, örgüt, politik etki hepsi var. Bazı kadınlar enerjilerini eşcinsel harekete verdiler. Ben hep feminist harekete bağlı kaldım. Aslında aramızdaki çizgi çok muğlak olabilir. Ve lezbiyenlerin çoğu zaten her zaman feminist harekete katıldılar. Tıpkı bizim eşcinsel örgütlenmelere yardım ettiğimiz gibi. Ama bu patriyarka yüzünden çok farklılaşıyor. Patriyarkayla eşcinsellik belli biçimlerde işbirliği yapıyorlar. Hem tarihsel olarak hem de günümüzde. Ama yine de bütün cinsiyet sistemine kafa tutmanın yaratacağı imkanlar, erkeklik ve dişilik sistemine kafa tutmak, bunun çeşitli yolları vardır ve eşcinsellik bunlardan bir tanesidir. Bu sistemin dengelerini sarsar. Feminizmin eşcinsel hareketini desteklemesinin sebebi budur. Ben ömrüm boyunca sevici olmakla suçlandım. Feminist olmanın anlamı buydu. Sonunda “Çıkalım, hep birlikte, ‘Evet, hepimiz lezbiyeniz,’ diyelim,” dedik. Herkesin Yahudi arması takması gibi, hepimizin eflatun üçgenler taktığımız yürüyüşler bile yapıyorduk. Böylece korkacak bir şeyimiz kalmamıştı. Çünkü artık eşcinsel kurtuluşunun bir parçasıydık ve bunu desteklemek üzere politik bir açıklama yapmıştık. Hem kişisel hem de psikolojik olarak muazzam bir adımdı. Herkesin başı büyük derde girdi. Çünkü teori başka, pratik başka. Benim ailemle başım çok derde girdi.
Sınıf, ırk gibi şeylerin ötesinde kadınların birliği üzerine ne düşünüyorsunuz?
Bizim açımızdan özellikle sınıf, ırk, değişik milliyetler ve farklı tecrübeleri fark etmek önemlidir. Ama bu farkları bu kadar farklı kılarsanız, o zaman ortak neyimiz kalır? Hiçbir şey. Böyle tartışır durur ve politik önceliklerimizi kaybederiz. Feminizm bir politika olmaktan çıkar. Akademi bunu tercih ediyor çünkü akademi işlerin politikleşmesini istemez. Yirmi yıldır kadınlar üniversitede, genç erkekler de. Ama bu durum esas olarak eylemciliğe ve kadınların bir kategori olarak görülmesine karşı işledi. Bazı şeyler öyle abartıldı ki. Bence daha iyi olan Beijing gibi BM Konferansları, özellikle Beijing’dir. Çünkü BM perspektifinden baktığınızda çok ortak şeyimiz olduğunu görüyorsunuz. Bazı şeylerin son bulması, bazı olanakların kazanılması için hep birlikte politik olarak çalışabiliriz. Bu bir uluslararası feminizm bakış açısıyla mümkündür. Bence Amerikan feminizmi artık çok taşralı kaldı, ben esas ilerlemenin uluslararası feminizmde olduğunu hissediyorum. Amerikan feminizmi yerinde sayarken, dünyanın çeşitli yerlerinde kadınlar bir sürü şey yapıyor.
Geriye gidişi nasıl açıklıyorsunuz?
Başta şöyle düşündüler, “Ah bir şey yok, sutyenlerini yakıyorlar sadece.” Ama bana en şaşırtıcı görünen şeylerden birisi üreme tercihleri konusunda gösterilen muazzam dirençtir. Kürtaj hakkı konusunda resmen histerikleşiyorlar. Bu konu, patriyarkanın kadınların takıntılı bir biçimde denetlenmesi olduğu yolundaki radikal tahlilin doğruluğunu gösteriyor bence. Her şey babalıkla başlıyor. Sürekli izlenmek, belli bir yere konulmak, tekkocalılık. Bu konular kadın cinselliğinin denetlenmesi açısından esastır. Patriyarka bu konuyla duygusal olarak o kadar ilgili ki. Örneğin, ABD’de son zamanlarda ortaya çıkan doktorlara yönelik suikastler. Bunlar güya dindar insanlar, düşünün doktor öldürüyorlar. Doktorlar ABD’de çok saygı gören insanlardır. Doğmamışları korumak için doktor öldürecek noktaya gelmek! Aman allahım, klinikleri protesto etmek gibi vatandaşlık hakları yöntemlerinden buraya çok mesafe kat ettiler. Bunlar tabii bizim taktiklerimiz ve insan hakları hareketlerinin taktikleri, yani sivil itaatsizlik. Ama bu yöntemler işe yaramayınca cinayete ve bombalamaya başvurdular.
Bu kürtaj yasasına karşı çıkanların çok fazla kadını harekete geçirdiklerini düşünmüyor musunuz?
Çok da değil. Biz hala düşünce sistemlerindeyiz. Klinik gösterileri bitti, artık suikast dönemi başladı. Kadınlar buna nasıl karşılık vereceklerini bilmiyorlar. Buna çare bulması gereken polis, biz, değiliz. Ama kamuoyu böyle şeylerdin çok sarsılıyor. Ertesi hafta herkes soruyor, “FBI nerede, polis nerede, neden kimseyi tutuklamıyorlar?” Bu insanlar hem vahşileşiyor hem de giderek daha cüretkarlaşıyorlar, utanmıyorlar, saklanmıyorlar.
Ve kürtaj yapan doktorlar gittikçe azalıyor. Tıp öğrencileri bu süreçten uzak duruyor. Kürtaj tekrar kötü bir kelime halini alıyor. Kürtaj olmak gittikçe zorlaşıyor. Kürtaj aslında hala yasal ama bunu fiilen yasakladılar. Yasal ama olamıyorsun. Yaptırılmıyor. Dinci sağ Kongreye Kutsal Kitap, On Emir gibi şeyler empoze ediyor. Neredeyse Hıristiyan şeriatı uygulanacak. Bu bana İran’da gördüğüme benzer bir hali düşündürüyor.
İran’a ne bağlamda gittiniz? Oradaki kadınlarla daha önce ilişkiniz var mıydı?
Yedi yıl boyunca İran’da Şah rejimi altında yok edilen insan hakları için mücadele eden bir grupla çalışmıştım. Bu sebeple devrim kutlamalarına katılmak üzere davet edildim. Hepsi sürgündeki öğrenciler olan arkadaşlarımla birlikte. Aynı zamanda Dünya Kadınlar Günü’nü kutlayacaktık, çünkü devrimle kadınlar özgürleşecekti. Bu devrim için çok çalışmışlardı. İlk olarak, toplantı yapacak oda bile bulamadık. Camilerden dışarı çıkmış bulunan komiteler bize yer vermiyorlardı. Her geçen gün işler kötüye gitti. Sonunda gösteri yapmaya başladık. Gösterimize silahlı adamlar karşı çıktı. Olayı kamuya duyurmaktı amacımız. O yüzden yanımızda kamera vardı, bütün dünya olanları duysun istiyorduk. Bu başımızı daha da derde soktu. Televizyona çıktık, kadınların gösterisi görülmüştü. Bütün dünya kadınların haklarını ve demokratik haklarını kaybettiğini biliyordu. Bizimle birlikte yürüyen erkekler de vardı. Ama esas olarak bu bir kadın gösterisiydi.
Gözaltına alındınız değil mi?
Evet ama bunun da dışında baskıyı görebiliyordunuz. Ve bir karşı-devrimin ne kadar hızlı gerçekleştiğini görmek şaşırtıcıydı. Uğrunda savaştıkları her şey, demokrasi gibi, parlamenter hükümet gibi, bütün bunların adeta dinsel bir büyüyle, Ayetullah Humeyni’nin kişiliği ve camilerden kurduğu denetimle yok oluşu! Ve o kadar çok fakir insan vardı ki din, Şah’ın emperyalizmine karşı bir karşı güç halini aldı. Ve din sahte bir demokrasiyle iktidarı devraldı. Bilmiyorum, bu bana hâlâ biraz gizemli gelir. Bu nasıl olabildi? Batıl itikadın, inanmanın gücü. Amerika’da Hıristiyan köktendinciliği çok güçleniyor, oy avcılığına çıktılar. Bugüne kadar böyle bir şey yapmamışlardı. Eskiden Katolik kilisesinde daha fazla politika vardı çünkü çok paraları vardı. Şimdi alt sınıftan Protestanların esas gücü oluşturduğu bir hareketlenme var. Ve Cumhuriyetçilerle ilginç bir koalisyon içine girdiler.
Sokak Kadınları adlı kitabınız Cinsel Politika’dan farklı. Fuhşun tahlilinden ziyade bu işi yapan iki kadının ve iki araştırmacının öznel anlatımlarına dayanıyor. Siz de kitapta bu kadınlardan birisi, sadece K. olarak yer alıyorsunuz. Olayları böyle kişisel tecrübe üzerinden tahlil etmek konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bu bilinç yükseltmekten gelen bir şey. O yıllarda hep bir araya gelir bir konuda konuşurduk. Biz çok sıkı bir gruptuk, toplantılar mecburiydi. Hala da çok iyi arkadaşız. Bilinç yükseltmenin etkisi büyük bunda. Tecrübelerimizden öğrenmek, senin, senin, senin hikayeni dinledikten sonra bütün bunların ne anlama geldiğini anlatan bir hikaye çıkarmak. Diğer yanı da sokaklarda eylem yapmaktı. O kadar çok gösteri vardı ki, oturmalar, olay çıkarma, medyanın gelmesini sağlama. O sıralarda solda bir politik tiyatro alışkanlığı vardı. Her şeyin tiyatrosu yapılıyordu. O kadar azdık ki, medya bizim dışımızdaki kadınlarla bağımız oluyordu. Bu iki taraflı bir durum tabii. Medya hemen bizim mesajımızı çarpıtıyordu. O zaman hepimizi orta sınıf olmakla suçluyorlardı. Üstelik hepimiz orta sınıf değildik. Hatta hepimiz beyaz bile değildik ama bu suçlama bizi geçersiz kılmanın bir yoluydu. Çünkü işçi sınıfından kadınlar ses verseler çok büyük bir şey olacaktı. Hareket çok güçlenecekti. O zaman bu işi orta sınıf, eğitimli kadınlarla sınırlı tutmak lazımdı. Aslında ele aldığımız konular işçi kadınları da ilgilendiren konulardı. Eşit ücret, çocuk bakımı, üreme tercihleri, bunlar onların da hayatlarındaki gerçek şeyler. Bunlar çarpıtılan konulardı. Benim kitabımı kötü göstermek için cinselliği bile kullandıktan oluyordu. Bir noktadan sonra gerçekten televizyonda konuşamaz hale geldim. Bana kapılar kapandı. Ben de kitaplar yazdım. Ama bunları basmak da her geçen gün zorlaşıyor.
Tehlikeli bir kadınsınız. İşkenceye karşısınız, lezbiyensiniz, psikiyatriye karşısınız...
Bu kadar tehlikeli olmayı hiç hedeflemedim. Ama bunlar benim başıma geldi. Biliyorsunuz ben radikal feministim. Birazı da pek o kadar kazaen değil de, şartların bir karışımının sonucu. Eğer tımarhane sistemiyle tecrübelerim olmasaydı bu konuyla bu kadar ilgileniyor olacak mıydım? Eğer İranlı öğrencilerle çalışmamış olsaydım işkence konusundan bu kadar etkilenecek miydim? En azından yedi yılımı bu konuda kitap yazmaya adamazdım. Bilmiyorum. Benimle ilgili birçok şey de kişisel hayatımın koşullarından kaynaklanan kazalardır zaten. Son zamanlarda en çok yazdığım konulardan birisi yaşlıların durumu. Bu da tabii benim koşullarımdan kaynaklanıyor. Annem bir huzurevine kondu. Ben de gidip onu kurtardım. Kardeşi çok pahalı bir huzurevine feci bir biçimde kapatılmıştı. Çok güzel görünen, şık bir yer, çok paraya mal oluyor. Ama eğer düzgün davranmazsan ilaç almaya zorlanıyorsun. Sonunda onu tekerlekli iskemlesine bağlamışlar. Ben de bu teyzemi çok severdim. Annem, “Bu işi hallet,” dedi. Bu son isteğiydi. O yüzden elimden gelen her şeyi yaptım. Ama kaybettim.
Onu öldürdüler. Annemle ilgili kitabı bitirdim. Şimdi teyzemle ilgili bir kitap yazıyorum. Şunu anlamaya başlıyorsunuz, insan haklarını bir alanda kaybederseniz, başka alanlarda da kayboluyor. Psikiyatri ve kapitalizm bir tür el ele veriyorlar. Ve maddeler, her tarafı sarmış durumda, yasadışı olanlar, yasal olanlar. Tamamen para ve denetimle ilgili bir mesele. Her yerde aynı şey, birisi kilit altına alınırsa, bir daha çıkamaz. Benim yapmaya çalıştığım bunun değişik biçimlerini göstermek. Tamamen hapishaneye dönüşen bir toplum olduk.
Kadınların psikiyatriyle olan tecrübeleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu erkeklerinkinden farklı bir tecrübe mi?
Kesinlikle öyle. Terbiyeli ol yoksa tımarhaneye gidersin. Belki de erkekler hapishaneye biz de tımarhaneye gidiyoruz. Psikiyatri kadınları denetlemenin yollarından birisi. Birçoğumuz çok da kırılganız ama bu bir toplumsal denetim sistemi. Herkes kapatılmaktan ve kendisine deh denilmesinden korkar. Üstelik kapatılmanıza bile gerek yoktur evde ilaçlarını alan bir hasta olmanız yeterlidir.
Kadın hareketinin şimdiki durumuyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Dinci sağ çok güçleniyor. Ve cinsel özgürlük konusunda çok histerik haldeler. Genelde gerici politikalarla yüz yüzeyiz. Ama bir yandan da feminizm bütün topluma sinmiş durumda. İş hayatında hala pozitif ayrımcılık söz konusu ama gün be gün bunları kaybediyoruz. Bunun sonuçları var. Üniversitelerdeki kadın araştırmalarında cinsel taciz gibi konular gündeme geliyor. Bir biçimde bütün kültüre yayılmış ama belli bir meşrulaşma olmadığı için bunu her an kaybedebiliriz. Moda değişti, kamu kanaati de. Biz de uluslararası kadınlardan çıkış bekliyoruz. Bize yeni fikirler verin. Bize bir ilerleme duygusu verin. Bizim aramızda enternasyonal feminizme yakın olanlar sadece Amerika’ya bakanlardan bazen daha iyimser oluyorlar.
Feminizm hayatınızı çok değiştirmiş. Şimdi nasıl yaşıyorsunuz?
Bizim New York'un dışında bir sanat kolonimiz var. Kendi kendimize yetiyoruz, çünkü Noel ağaçları yetiştiriyoruz. Bu aslında zor bir çalışma da gerektiriyor. Sabahları ağaçlarımıza bakıyoruz, öğleden sonra sanatla uğraşıyoruz. Çiftliği güzel bir yer haline getirmeye çalışıyoruz, çok da güzel bir yer, ütopyacıyız. Baştan çiftliği restore etmek için çok çalıştık. Şimdi başlangıçtaki kadar çok çalışmak zorunda değiliz. Yirmi yıldır sürdürüyoruz bunu ve bu kadarını beklemiyorduk doğrusu. Hepimizin sanatla uğraşması da katkıda bulunuyor. Harika bir aşçımız var, bir şair. Harika yemeklerimiz var. Daha ziyade bohem, hedonist bir varoluş içindeyiz. Aramızda bir şaka var, gerçek dünyada yaşarken devrimin ötesindeki hayatı denemeliyiz diye. Birçok şeyi kendimiz yaptık, elektrik, çiftçilik, makinalar. Ben bu işin eğitimini almadım, birlikte yaparak öğrendik. Kadınlar olarak Rönesans eğitimi aldık, diyoruz. Ama modern değil, endüstri toplumu öncesi. Çok değişik kadınlar var. Ve her konuda tartışmalar yapıyoruz. Sanat, politika, feminizm.
Sürekli kalanlar var mı?
Hayır, daha ziyade bir ağ gibi. Gelip gidenler oluyor. Eskiden kalanlar geri geliyor. Baharda ve sonbaharda tarım yapıyoruz. Orada yaşayanlar yazın kalıyor. Hasat zamanı bazı insanlar hafta sonu için gelir. Gönüllü çalışırlar, hasat zamanı hava kararana kadar çalışır, sonra da şişeleri açarız. Herkes parti için gelir, yardım eder. Sonra da ağaçları satarız. Çevredeki insanlarla ilişkilerimiz iyidir, Noel ağaçlarını bizden alırlar ve bu şekilde sanata katkıları olduğuna inanırlar. Orada yaşayan tuhaf sanatçılar değiliz. Onların güvenini kazandık. Bizi bir biçimde takdir ediyorlar. Vergi de ödüyoruz. Haziranda oraya gidiyorum. Eylüle kadar kalırım. Kasımdan sonra dört hafta ağaçları satarız. Çok sadık müşterilerimiz vardır.
Bütün bu yaşadıklarınızdan sonra Kate Millett olmakla ilgili ne hissediyorsunuz ?
Bilmiyorum. Bazı günler harika bir şey, bazen felaket. Sizin için de öyledir sanırım. Ama bu kadar çok macera yaşayacağımı hiç düşünmemiştim. Ve çoğu çok iyiydi. Hepsinden öğrendim. Feminist olmak sanatım için de çok iyi bir şey oldu. Dostluklarım için de. Ve başka ülkelerdeki kadınları tanımama yol açtı. Bu hayatınızı değiştirir ve büyük bir mutluluktur. Milliyetçilik erkeklere yarar, kadınlara enternasyonalizm gerek. (EKN/BK/ÇT)