Kadın Merkezi (KAMER) Vakfı Başkanı Nebahat Akkoç, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü nedeniyle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a açık mektup gönderip Güneydoğu'da yaşayan kadınların sorunlarına dikkat çekti.
Başbakan Erdoğan'la yüzyüze görüşme talepleri, Erdoğan'ın yoğun programı nedeniyle kabul edilmeyen Akkoç, Erdoğan'a "Bizler Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin 23 ilinde kadının insan hakları konusunda çalışan farklı özelliklere sahip kadınlarız. Kendisini Türk, Kürt, Arap, Zaza, Azeri olarak tanımlayanlarımız var. Farklı inanç gruplarından olanlarımız, başörtülülerimiz, başörtüsüzlerimiz var. Bizi buluşturan şey, bütün farklılıklarımıza rağmen kadın olmaktan kaynaklanan sorunlarımızın aynı olması" diye seslendi.
Kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin son bulması için kadınlarla erkeklerin ortak mücadelesine ihtiyaç olduğunu anlatan Akkoç, "Fakat siz eşitlikten ziyade eşitsizliğe vurgu yaptıkça biz kadına yönelik şiddet konusunda çalışmakta zorlanıyoruz. Yıllardır hiç durmadan çalışarak araladığımız kapılar yeniden kapanmaya başladı" dedi.
Akkoç'un Başbakan Erdoğan'a gönderdiği mektup
Başbakan'a;
Bizler Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin 23 ilinde kadının insan hakları konusunda çalışan farklı özelliklere sahip kadınlarız.
Kendisini Türk, Kürt, Arap, Zaza, Azeri olarak tanımlayanlarımız var. Farklı inanç gruplarından olanlarımız, baş örtülülerimiz, baş örtüsüzlerimiz var.
Bizi buluşturan şey bütün farklılıklarımıza rağmen kadın olmaktan kaynaklanan sorunlarımızın aynı olması.
1997 yılından bu yana kadına yönelik şiddet, namus adına işlenen cinayetler konusunda son derece yorucu ve tehlikeli bir çalışma yürütmekteyiz.
Hükümetiniz döneminde sağlanan yasal değişiklikler, çıkarılan genelgeler bizim için son derece önemli oldu.
Ama tüm bu olumlu değişikliklere rağmen zihniyet değişikliği sağlanmadıkça kadınların şiddet yaşamaya, öldürülmeye devam edeceğini biliyoruz.
Nitekim 2010 yılı boyunca 400 civarında kadının öldürüldüğünü hep birlikte basından takip ettik.
Yine 2010 yılı içinde öldürülmek üzere iken kadın merkezlerimize başvuran 100 civarında kadın hayatta kaldı. En büyük sıkıntımız özellikle yetki ve sorumluluk sahibi insanların cinsiyet eşitliği konusundaki geleneksel zihniyetleridir.
Bu mektuba yazdıklarımızı 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Son Günü'nde sizinle yüz yüze görüşerek anlatmak istemiştik ama yoğun programınız nedeniyle mümkün olmadı.
Son zamanlarda çeşitli platformlarda dile getirdiğiniz görüşleriniz ile ilgili düşüncelerimizi hem size duyurmak hem de kamuoyu ile paylaşmak istedik.
Biz kadın ve erkeklerin hak ve fırsatlar anlamında eşit olduğunu savunmaktayız.
Ama kadın ve erkeklerin fiziksel anlamda eşit olduğunu hiçbir zaman savunmadık, böyle bir eşitlikten bahsedildiğini de hiç duymadık.
Kadın ve erkeklerin fiziksel eşitliği söz konusu olamayacağı gibi kadınların veya erkeklerin kendi cinsleri içinde de fiziksel eşitliğinden bahsedemeyiz. Yaradılış olarak birbirinin aynı iki insan bulmak mümkün değildir.
Biyolojik farklılıklar nedeniyle erkeklerin çocuk doğurmasını ya da emzirmesini beklemiyoruz.
Ama kadın ve erkeklerin eşit haklara sahip olmaları gerektiğini, anne ve babaların çocuklarının bütün sorumluluklarını eşit olarak üstelenmeleri gerektiğini, kadın ve erkeklerin kendi kararları doğrultusunda yaşamaları gerektiğini savunuyoruz.
Her gün onlarcasına şahit olduğumuz kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin son bulması için kadınların ve erkeklerin ortak mücadelesine ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.
Fakat siz eşitlikten ziyade eşitsizliğe vurgu yaptıkça, biz kadına yönelik şiddet konusunda çalışmakta zorlanıyoruz.
Yıllardır hiç durmadan çalışarak araladığımız kapılar yeniden kapanmaya başladı.
Kadınlar güçlenmeden eşitlik hedefine ulaşılamayacağını biliyoruz.
Şiddetin panzehirinin "güç" olduğuna inanıyoruz. Bizim "güç" ten kastımız kaba kuvvet, silah ya da tek başına para değil.
Biz "güç" derken bilgiden, beceriden, ekonomik özgürlükten bahsediyoruz. Yüzyıllardır eğitim, seyahat, çalışma hakkımız gasp edildi. Okuyup öğrenemedik, görüp öğrenemedik, çalışıp öğrenemedik. Güçsüzleştik. Biz güçsüzleştikçe şiddet arttı, şiddet arttıkça biz güçsüzleştik.
Özgüvenimizi kaybettik. Bize kalkan eli, bize doğrultulan silahı tutup indirecek gücü bulamadık.
Şimdi de bizim güçlenmemizden korkulduğunu görüyoruz. "Biz güçlenirsek toplum yozlaşırmış. Biz güçlenirsek aile yapısı bozulurmuş."
Bu endişelerin kadınların ikincil durumunu muhafaza etmeye yönelik çabaların ürünü olduğunu, biz güçlenmeden ne ailenin ne de toplumun güçlenemeyeceğini biliyoruz.
Biz kadınlara pozitif ayrımcılıktan yanayız ve "kota"yı savunuyoruz.
"Kota"ya karşı olduğunuzu söylüyorsunuz. Çünkü sadece cinsiyetinden dolayı kadınlara öncelik tanınmasını istemediğinizi belirtmişsiniz.
Bizim de nihai hedefimiz bu. Ancak ne zaman ki kadınların sadece cinsiyetlerinden dolayı yaşadıkları ayrımcılık, şiddet ve cinayetler son bulur işte o zaman "kota"dan bahsetmeye gerek kalmayacak.
Ama tüm bu acı gerçekler orta yerde duruyorken "kota"ya karşı çıkmak ne yazık ki eşitsizliği perçinleyen bir tavır olmaya devam edecektir. Bugüne kadar eşit hak ve fırsatlardan faydalanamamış olanları aynı kulvarda yarıştırmak haksızlıktır.
"Krallar vur deyince kralcılar öldürüyor"
Bu cümleyi "teşbihte hata olmaz" düşüncesiyle kullandık. Ne size kral, ne de kimseye kralcı demek istiyoruz.
Ama siz kotaya karşı çıktıkça, siz (fiziksel de olsa) eşitliğe inanmadığınızı sık sık vurguladıkça herkes söylediklerinizi anlamak istediği gibi anlıyor ve biz çalışırken zorlanıyoruz.
Son yıllarda rejim değişikliği için harcadığınız çabayı umutla izlemekteyiz.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yıllardır süregelen siyasi şiddet, yoksulluk ve feodal yapı, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü'nün 2008 yılında yaptırdığı Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması'nın da gösterdiği gibi bu bölgedeki kadınları Türkiye'nin genelinin de ötesinde boyutlarda şiddete maruz bırakmaktadır.
Kadınlar "dil"den kaynaklanan iletişimsizlik nedeniyle haklarından habersiz kalıyorlar, birçok kamu hizmetine erişemiyorlar.
Merkezlerimize başvuran kadınların yaklaşık yüzde 55'i okur yazar değiller, yaklaşık yüzde 38'i hiç Türkçe konuşamıyor.
"Anadil" konusu siyasi bir talep değil bir insan hakkıdır.
Kadınlar çapraz bir baskı altında ne anadilleri ile ne de anadilleri dışında bir dil ile okur yazar olamadılar, anadilleri dışında bir dil ile iletişim kurmayı öğrenemediler, herkesin doğuştan sahip olduğu temel insan haklarından yararlanamadılar.
2006 yılında yayınlanan ve "Başbakanlık Genelgesi" olarak tanınan "Kadın ve Çocuklara Yönelik Şiddet ile Mücadele Genelgesi" cinsiyet eşitliği sağlama konusunda önemli bir adım olabilecek bir düzenlemedir. Fakat uygulamada ciddi sorunlarla ve dirençle karşılaşmaktayız. Bu genelgenin tarif ettiği rol ve görevlerin yerine getirilmesi için gerekli tedbirlerin alınması kadınların şiddet yaşamasını, öldürülmesini önleyecek önemli bir gelişme olacaktır.
Kadınların sorunlarının ve bu sorunlara yönelik çözümlerin tarif edilmediği bir demokratik açılım sürecinin başarılı olabilmesinin mümkün olmadığını düşünmekteyiz."