Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nükhet Sirman da ekliyor: "Her toplum tahayyülü kendi kadın projesini de beraberinde getiriyor. Bunun, kadınların özgürleştirilmesi anlamına değil; o düzenin işlemesi için belli bir kadın öznelliği, kimliği yaratmak anlamına geldiğini biliyoruz."
Kadın "doğası gereği" barışçı değildir!
Özbay ve Sirman, BÜ Siyaset Bilimi ve Uluslar arası İlişkiler Bölümü öğretim üyeleri Prof. Dr. Yeşim Arat ve Doç. Dr. Zeynep Çağlayan Gambetti ile birlikte BÜ Kadın Araştırmaları Kulübü'nün dergisi "BÜ'de Kadın Gündemi"nin sorularını yanıtladı.
"Kadın ve savaş" konusunda öğretim üyeleri, Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) Irak'a olası müdahalesine karşı olduklarını ancak bu savaş karşıtlığının "kadının doğası" ile gerekçelendirilmemesi gerektiğini savunuyor.
"Kadınların yükü, savaşla artıyor"
Özbay, Sirmen, Gambetti ve Arat, kadınların sorumluluklarının ve yaşadıkları zorlukların savaşla birlikte arttığını vurguluyorlar. Prof. Dr. Yeşim Arat, kadınların savaşlardan en az erkekler kadar, belki daha fazla zarar gördüğünü belirtiyor:
"Savaşta kadınların geri planda olduğu, korunduğu, kadın ve çocukların savaşmadığı varsayımları tamamen bir mit. Erkekler ön planda savaşıyorsa, onların hepsi birer annenin evladı. Onların canı, onların emeği ölüyor. Ayrıca, kadınların yaşamı devam ettirme yükümlülükleri de zorlaşıyor. Onun için, kadınların kaybedecek çok şeyi var..."
Öğretim üyelerine yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:
11 Eylül sonrası Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) öncülüğünü yaptığı militarist politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Afganistan'da bu politikayı yürütürken kadınları özgürleştirme savıyla ortaya çıktılar. Sizce ABD Afgan kadınlarını özgürleştirebilir mi?
Prof. Dr. Özbay: Militarist politikalar
Afganistan kadınlarını özgürleştirme savı aslında, sembol olmayı kabul ettiğimiz için kadınların, hepimizin kabahati. Nasıl türban Türkiye'de de bir sembolse çarşaflı Afgan kadınları da Afganistan'daki irticanın bir sembolü olarak dünyaya sunuluyor ve de çarşaflarını, gözlerinin uçunu açtıkları zaman özgürleşmiş oldukları düşünülüyor.
Amerikan yönetimi ve vatandaşlarının da yüzde ellisinin böyle düşündüğünü tahmin ediyorum. Devlet arkasına toplumu almadan, kendi kendine böyle bir iş yapmıyor. Tabi ki 11 Eylül sonrası militarist politikasını çok hatalı buluyorum. Hele şimdiki Irak savaşını daha da hatalı buluyorum. Afganistan savaşını da çok hatalı buluyorum.
Doğrudan doğruya herhangi bir ciddi araştırma yapmadan kendi istediği ülkeleri seçerek onlara saldırması kadar büyük terörizm düşünemiyorum. Bunu 11 Eylül'dekinden daha büyük bir terörizm olarak değerlendiriyorum. Irak saldırısı ise gerekçesi tamamen anlamsız bir gözdağı. Onun için de tabii ki kınıyorum.
Amerika kadınları kurtarabilir mi sorusuna gelince, işimiz Amerika'ya kaldıysa yandık... Tabii ki kurtaramaz. Herhangi bir ülke ya da yönetim, yalnız Afganistan'daki değil, dünyadaki kadın problemlerini çözmeye yetmez. Bu en saldırgan ve büyük güç olsa da böyledir. Atom bombası kadınları kurtarmaz, ki yapabileceğinin en fazlası da odur.
Prof. Sirman: Kadın politikasız düzen olmuyor
Amerika'nın özgürlük anlayışı çerçevesinde belki de özgürleştirebilir, bilmiyorum.
Kadın kurtuluşu nosyonu veya öngörüsü çerçevesinde olabilecek şeyin, kadının kurtulması anlamına geleceğini sanmıyorum. Ne demek kadını özgürleştirmek, bana çok saçma geliyor bu. Zaten kadını neden özgürleştirecekler? Kadını gericilikten özgürleştirecekler ve biz de bu hikayeyi gayet iyi biliyoruz.
Bir sürü insan, kadınların şu düzende değil bu düzende daha özgür olacağını kadınlara söyleye söyleye bir hal oldu. Bunlar nerelerde gözüktüler; bunlar "Fransız sömürgeciliği" adı altında Cezayir'de gözüktüler, bunlar "modernlik" adı altında Türkiye'de gözüktüler, bunlar "İslami Devrim" adı altında İran'da gözüktüler.
Her toplum tahayyülü kendi kadın projesini de beraberinde getiriyor. Bunun, kadınların özgürleştirilmesi anlamına değil; o düzenin işlemesi için belli bir kadın öznelliği, kimliği yaratmak anlamına geldiğini biliyoruz.
Amerikalı gazetecilerin gizli röportajları her yerde yayımlandı, yıllar yılı İnternette Taliban'ın kadınlara yaptığı kötülükler filan anlatıldı. Bunların hepsi belli bir düzenin öbürlerinden daha iyi olduğunu söylemenin bir yoluydu. Ama her düzenin kadın politikası var, kadın politikasız düzen olmuyor. Ama ne yazık ki, o düzen eleştirildiği zaman, o düzenin kadın politikaları sanki o düzenin çok önemli bir parçası değilmiş gibi, hep ikincil plana bırakılıyor, ben de ona kızıyorum.
Doç. Gambetti: Mücadelenin etik prensipleri yoksa
Bence ABD hiçbir şeyi kurtaramaz. Çünkü bir mücadelenin bir takım etik prensipleri yoksa, o mücadelenin varacağı yer genelde istenilmeyecek bir yer olur, Amerika'nın etik prensipleri yok. Bir zamanlar olmuş olabilir.
Örneğin Carter'ın ABD'nin dış yardımını insan haklarına bağlaması, koşul olarak insan haklarını öne sürmesi, belki bir kılıftı ama en azından bir ilkeydi ve ona inananlar da olmuş olabilir. Ancak 1990 sonrası Amerikan militarizmi ve genelde dünyadaki gidişat, siyasetin gidişatı -toplumsal hareketlenmelerden bahsetmiyorum - devlet politikalarının belirlenme yönü, sanki ilke yoksunu, çok kaba bir realizmmiş gibi geliyor bana.
ABD'nin kurabileceği yegane şey, kapitalist çıkarlar üstüne kurulu bir dünya düzeni olur. Onun için ABD Afgan kadınlarını kurtaramaz. Kafalarından o çuvalı çıkarmak belki de kurtuluşlarının elzem bir adımıydı. Afganistan'daki kadınların hali hepimize acı veriyordu. Yalnız kafalarındaki o çuvalın çıkması özgürleşebilecekleri anlamına gelmez.
Afganistan şu anda darmadağın. Toparlanması, orada yeni bir toplumsal oluşum ortaya çıkması; üstten gelen politik bir oluşum değil, toplumun kendini yeniden tanımlaması ve yeni pratikler belirlenmesi sürecinde öncelikli olarak askerlerin oradan çekilmesi lazım. Askerlerin güdümünde, askerlerin gölgesinde olacak bir iş değil bu. Normalliğe dönüş, normalliği yeniden tanımlamak ve belki de kadınların da söz sahibi olacağı toplumsal bir dönüşüm şu durumda mümkün değil bence.
Prof. Yeşim Arat: Amerika'nın dostu ülkelerde kadınlar
11 Eylül sonrası Amerikan politikasını çok tehlikeli buluyorum. Bu tip saldırıları önlemeye yönelik yanlış bir strateji olduğunu düşünüyorum. Afganistan'daki operasyonun hiç bir şekilde kadınları özgürleştirmeye, kurtarmaya yönelik olduğunu düşünmüyorum.
Amerika'nın dostu pek çok ülkede kadınların durumu Afgan kadınların durumundan çok farklı değil. Bu devirde kimin kimi kurtarması gerektiği zaten çok sorunlu bir yaklaşım tarzı. Yani insanın Amerikan kadınlarını kim kurtarsın diyeceği geliyor. Ama tabi Afgan kadınlarının pek çoğunun, hepsinin de değil, Amerikan kadınlarıyla mukayese edilemeyecek fiziki zorlukları olduğunu kabul ediyorum.
Biliyorsunuz Amerika'da sınıf farkları çok büyük, fakirlik çok yaygın ve fakirlik kadınlar arasında Avrupa'da olduğundan çok daha fazla. Kadın fakirliği çok önemli bir sorun Amerika'da. Fakat yine de tabii, Afgan kadınlarının maddi olanakları ve imkanları sınırlı. Bunun yanında, biliyoruz ki Amerika'nın yakın dostu pek çok zengin ülkede de, mesela Suudi Arabistan gibi pek çok başka yerde de aynı durumda kadın var. Onun için bunun ciddi bir kadınları kurtarma operasyonu olduğunu hiç düşünmüyorum ve çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum.
Ama bu konuyu, Afgan operasyonunda kadınları kurtarma konusunu, kendilerinin bile ne kadar ciddiye aldıklarını bilmiyorum. Samimi bir açıklama olmadığını, ciddiyetten yoksun bir açıklama olduğunu düşünüyorum.
Olası Irak operasyonuyla ilgili düşünceleriniz?
Prof. Özbay: Kontrolü elde tutma mücadelesi
Herkesin inandığına ben de inanıyorum. Amerika'nın Irak'ı petrol yüzünden ele geçirmeye çalıştığını ve bunun aslında Avrupa ile Amerika arasında bölgenin kontrolünü elde tutma mücadelesi olduğunu düşünüyorum. Biz de arada kaynıyoruz tabii.
Prof. Sirman: Baykal orada olsaydı
O kafamda çok çetrefil bir konu. Amerika'nın basitçe Irak petrollerinin peşinde olduğu veya Ortadoğu haritası üzerinde söz söyleme arzusunun bir şekilde açığa çıkması anlamına gelebilir ama, tekil bir şey değil. Çok şey var işin içinde, üstüne üstlük Saddam'ın da şahane bir adam olmadığı açıkken, çok problemli.
Ben Türkiye'de bu işin çok kolaylıkla düz bir savaş karşıtlığına dönüştürüldüğünü düşünüyorum bazen. Bunun çok çok boyutları var. Örneğin, şu anda Deniz Baykal'ın çıkıp hükümeti eleştirmesine sinirleniyorum çünkü kendi orada olsaydı aynı şeyi yapacaktı.
Savaş karşıtlığı üzerinden de bir sürü yol alınıyor ama, kötü yollar alınıyor. Savaş kışkırtıcılığı ile de bir sürü yol alınıyor. Savaş karşıtlarının daha temiz, daha iyi duygularla hareket ettiğini düşünmüyorum.
Ama genel olarak savaşın Irak için, bölge için ne anlama geleceğini, savaş anının, çoluk çocuk, kadın erkek bir sürü insanın ne kadar çok insanın ıstırap çekebileceğini tahmin edebiliyorum.
Öte yandan bir zamanlar, niçin Avrupalılar Sırplara karşı hareket etmiyor, niçin Bosna'da bu kadar durdular, niçin hiçbir şey yapmıyorlar, niye orada savaş edilmiyor diye oturup kızıyorduk. Çok basit değil. Çok büyük şanssızlık olduğunu düşünüyorum.
Doç. Gambetti: "İyiyi, kötüyü ben bilirim "
Herkesin söylediği şeyleri söyleyeceğim. Petrol var, Amerika'nın çıkarları var. Amerikan ekonomisinin yeniden kalkınma trendine girmesi çabaları var.
Ama bunun dışında daha genel bir şey söylemek gerekirse; 90'lardan beri toplumsal hareketlerin azalması ya da kendilerine yeni söylemler arama aşamasında durgunlaşmaları ve bunun paralelinde dünyadaki dengelerin farklılaşması, bütün ekonomik ve siyasi gücün Amerika'da yoğunlaşması, Amerika'nın önünde boş bir alan yarattı.
Tabula rasa. Boş bir kağıt, yeni sayfa var önünde ve üstüne istediği gibi yazabilecek bundan böyle. Sanki Amerika'da böyle bir psikoloji de hakim. "Dünyada iyiyi kötüyü ben belirlerim ve gider cezalandırırım" zihniyeti.
Bunun bir kılıfını mı bulmam gerekiyor? BM'ye giderim, BM'yi tehdit ederim. Tehdit işe yaramazsa kapalı kapılar ardında ikna ederim. Nasıl ikna ettiğim bilinmez, örneğin BM kararının çıkması için Rusya ve Fransa'yı nasıl ikna ettim?
Bütün bunlar oluyor ve söylenecek tek şey, korkunç. Fakat bütün bunlar bana biraz da bahsettiğim boşluğun yarattığı bir durum gibi geliyor, iğneyi kendimize batıralım, bunun sorumlusu belki de biziz.
Irak savaşını biraz da böylesi bir ders olarak algılıyorum. Gerçekçi olalım. Bir güç oluşuyorsa, karşısında durmak lazım. Toplumsal hareketler açısından söylüyorum tabii, birey olarak artık bir şey yapamayız. Küreselleşme devrinde bireyin hiçbir gücü yok. Örgütlenme eksikliği çekiyoruz.
Bir güce, "iktidarı bırak" denmez, onunla anlamlı bir tartışmaya girilemez. İktidar, iktidarını neden bıraksın ki? Nasıl kadın olarak erkeğe "iktidardan vazgeç" denmezse, bu da öyle.
İktidar bıraktırılır, karşısına bir güç olarak çıkarsın, bırakmaya zorlarsın. Direnişten bahsediyorum. Oysa Amerika'nın önünde şimdilik kimse yok. Niye savaş çıkarmasın ki?
Prof. Arat: Niye Irak?
Afgan operasyonundan daha da tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Hadi orada bir el-Kaide vardı. Gerçi bana bıraksalar ben el-Kaide'yle baş etmenin yolunu Afgan operasyonuyla gerçekleştirmeyi düşünmezdim ama yine de orda meşru gösterilebilecek bir sebep vardı; masum insanlar ölmüştü.
Burada durum çok daha vahim. Bunun da Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) uzun dönemli emperyal hırslarıyla ve Ortadoğu'daki petrol yataklarını kontrol kaygısıyla ilişkisi olduğunu düşünüyorum, Amerikalılar dışındaki herkes gibi.
Ve böyle bir girişimin de başta Ortadoğu olmak üzere bütün dünya düzenini, insan kaybına, ölümlere ve belki nükleer güç kullanımına yol açacak şekilde bozma pahasına başlatılmasının çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum.
Irak otokratik bir liderle yönetiliyor olabilir. Irak'ta demokrasi olmadığını hepimiz biliyoruz ama, Irak'a demokrasi getirmenin yolu Amerika'nın kendi menfaatlerine dönük keyfi bir seçimiyle olmamalı. Bu, Irak balkının seçimi olmalı. Irak'ın yakın bir tehdit oluşturduğu tezini de çok yanlış buluyorum.
Biliyoruz ki, Birleşmiş Milletler (BM) kararlarına uymayan veya nükleer silahlar bulunduran ABD dostu pek çok başka ülke de var; İsrail, Pakistan akla ilk gelenler ve tabii Amerika'yla daha az dostane ilişkiler içinde bulunsa da Kuzey Kore.
Onlar dururken niye Irak diye sorası geliyor insanın. Yakın bir tehdidi ispatlayacak bir gelişme de görmüyorum. Burada ABD'nin Ortadoğu'daki güç dengelerini değiştirme çabalarının çok daha karmaşık sorunlara yol açabileceğini düşünüyorum. Bu bölge bir arı kovanı gibi. Irak'ın değil Amerika'nın girişiminin çok büyük bir tehdit olduğunu düşünüyorum.
Çatışma bölgelerinde kadınların yoğunluklu olarak örgütlendiklerini, eylemler düzenleyip, barış mücadelesi yürüttüklerini görüyoruz. Bu kadar aktif bir varoluşun nedenini neye bağlıyorsunuz ve bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Özbay: Çiller de kadın
Birkaç şeye bağlamak mümkün. Bir tanesi aile içinde erkeklerin çoğunlukla hapiste ya da dağda olması, o zaman iş kadınlara düşüyor. Ama tek nedeni bu değil.
Kadınların doğası gereği barışçı olduğuna da inanmıyorum. Çünkü, Tansu Çiller de kadın ama, onun doğasında böyle bir şey yok veya bir başka "erkek" arkadaşım aynı şeyi düşünüyorsa onun doğasında neden barışçıllık var?
Genel olarak kadınların daha az saldırgan yetiştirildiği doğru. Ama bu dönemde iki türlü şey oluyor: Bir, erkeklere de saldırgan olmamayı öğreten kaynaklar, yayınlar, sosyalizasyon biçimleri çoğaldı, ikincisi de kadınlara da saldırgan olmayı öğreten yayınlar ve kaynaklar arttı.
Dolayısıyla, giderek doğası gereği diyebileceğimiz, o şartlanmış, cinsler arası eşitsiz ilişkilerdeki değerler daha az geçerli olmaya başladı. Peki kadınlar neden hala daha fazla 'Savaşa Hayır' diyorlar? Yine, belki biraz da sembol oldukları için.
Hep uçta kadınları hatta çocukları, bebekleri göstererek... Örneğin, geçenlerde "Savaşta Yetim Kalan Çocuklar" adlı konferansta birkaç sunucu sadece bebek cesedi gösterdi. Bunun çok çirkin bir sunuş olduğunu düşünüyorum. Çocuklar ve kadınlar belli fikirleri iletmek için araç olarak kullanılıyorlar, bence burada da kadınların daha önde durmasının sembolik bir anlamı var.
Prof. Sirman: Irak'taki kadın örgütleri
Kadınların doğası gereği savaş karşıtı olmadıkları ortaya çıktı. Savaşlarda kadınların erkeklerden farklı biçimde savaşın kurbanı oldukları üzerine dünya kadar materyal çıktı, özellikle Bosna'dan sonra... Kadın ve savaş konusunda üretilmiş şeylerin haddi hesabı yok.
Ama unutmamak lazım ki, Türkiye Cumhuriyeti gibi - kadınların savaşa katkısının yüceltildiği bir yerdeyiz biz; kendi kimliğimiz bu işin içinde. Buradan çıkışla Türkiye'de kadın ve erkeğin eşit olduğunu iddia edebiliyorlar, ben buna kesinlikle inanmıyorum.
Türkiye'de kadın da erkek de Kurtuluş Savaşı'nda var oldu. Yani bütün bu kadın-erkek el ele, omuz omuza söylemlerinin tam da buralardan geçtiğini düşünüyorum. Dolayısıyla kadınlar her şeyde olduğu gibi savaşta da güçsüzlüklerinin kurbanı oluyorlar, hem de aynı zamanda güç ediniyorlar. Yani savaş da her toplumsal olgu gibi çok çetrefil kadınlar açısından.
Irak'taki kadınların ne düşündüğünü, ne gibi kadın örgütlenmeleri olduğunu bilmiyorum. Yani RAWA'yı herkes duymuştu. Ama Irak'tan böyle bir sesin çıkmaması beni çok endişelendiriyor. Bu nedir diyorum, niçin orada böyle bir ses yok. Taliban'ın altında RAWA olduğuna göre bu ne demek diye çok midem bulanıyor.
Bir yandan da "Çok çabuk olacak bu savaş, girilecek çak, çak, çak yapılacak" gibi laflar o kadar çok duyuldu ki, bütün tarih bunlarla dolu. Dolayısıyla o laflar o kadar çok duyuldu ki, bütün tarih bunlarla dolu. Dolayısıyla, o laflar da insanın moralini çok bozuyor. Öyle olmayacağını biliyoruz.
Öte yandan, Irak'a yapılan ambargo çerçevesinde hep kadınların ve çocukların çok ıstırap çektiği yine bu şekilde söylendi. Yani her şey başka bir amaca hizmet ediyor. Zygmund Baumann'ın bir sözü var: "Birinin amacı diğerinin aracı olduğunda bilin ki orada iktidar ilişkisi vardır" diyor. Dolayısıyla şu noktada Irak savaşı hakkında bizim ne düşündüğümüz ne işe yarıyor?
Bizim düşündüğümüzü eminim hükümet de düşünüyor. Hepimiz Körfez Savaşı'nı yaşadık. Hepimiz Körfez Savaşı gibi olmasın diyoruz. "Bir koyup yirmi alacağız" palavralarını yutmamak üzere buradayız ama, herkesin eli kolu bağlı. Türkiye gitmiş Amerika'ya "Sen beni Avrupa Birliği'ne sok" diye. Şimdi, "Ben sana üslerimi açmayacağım" nasıl diyecek?
Bu savaş olduktan sonra her tarafta Irak'ta, Kuzey Irak'ta, Güneydoğu Anadolu'da kadınlar ve çocuklar nasıl telef olmayacak; kadınlar, erkekler, insanlar telef olacak. Kolay değil.
Doç. Gambetti: Doğa gereği barışçıllık!
Kadınların savaş karşıtı eylemler düzenlemeleri konusunda kafamda bir takım sorular var benim. Kadınlar, kadın oldukları için mi savaş karşınlar, yoksa savaş karşıtlığı kadın kimliği ile beraber birçok farklı kimliği de içine alan bir duruş mu?
Bence "kadınlar doğaları gereği barışçı yaratıklardır" demek, bir kadın doğası olduğunu varsaymaktır ki, bu bana ters geliyor. Ben cinsel kimliğin toplumsal olduğuna inanıyorum. Bu yüzden, kadınların savaş karşıtlığı konusunda kendilerini daha genel bir söylem zemininde konumlandırmaları gerektiğini düşünüyorum.
Kadınların bu zemine getireceği tabii ki, savaşta kadınlara ne olduğudur, savaştan nasıl etkilendikleridir. Kadınların toplumsal durumunu belki de sadece kadınlar anlatabilir hakikaten. Buna katılıyorum. Fakat savaş karşıtlığında kadın kimliğini ön plana çıkarmayı düşünemiyorum. Savaş karşıtlığı bir üst şemsiye, birleştirici bir söylem. Çok farklı kimlikler onun altında birleşebilirler, ama artık bu kimlikler onun altında silinir ya da o zeminde kaynaşır. Orada kadınlar erkekler el eledir. Daha genel bir noktadan bakmak lazım bence.
Son nokta şu olacak, ben savaşa karşı niye daha fazla örgütlenilmiyor, o konuda çok şaşkınım. Mesela Amerika'da niçin daha fazla örgütlenilmiyor, dünyada niçin daha fazla patırtı çıkmıyor? Bence, kadınların en önde koşup kadın-erkek herkesi örgütlüyor olması lazımdı, yine dediğim gibi o üst kimlik altında. Toplumsal olarak zaten ezildikleri için, savaşlarda zarar gördükleri için, tecavüze uğradıkları için...
Bilmiyorum istatistiksel olarak kanıtlanmış mı bu, ama savaşlarda daha çok erkekler ölür, kadınlar hayatta kalır ve her şeyin sorumluluğunu onlar taşır. Afrika toplumlarıyla ilgili röportajlar, erkeklerin ölümünden sonra köyün tüm yaşlılarının ve çocuklarının bakımının kadınların üstüne kaldığını gösteriyor. Yani, toplumun devamını sağlama misyonunu kadınlar yükleniyor. 50 çocuğun birden bakımını üstlenen kadınlar var, çünkü öksüz kalmış çocuklar var ortada.
Bunları yaşadıkları için ve toplumsal olarak konumları bu olduğu için, en önde kadınların gidiyor olması gerekirdi. Daha fazla örgütlenmemeleri beni biraz düşündürüyor.
Prof. Arat: Yaşamı devam ettirmek için
Çok yerinde ve cesurane bir girişim olarak değerlendiriyorum. Çünkü savaş kadınları en az erkekler kadar, belki daha fazla etkileyen bir olay. Belki böyle bir mukayese yapmak doğru olmayabilir fakat savaşta kadınların geri planda olduğu, korunduğu, kadın ve çocukların savaşmadığı varsayımları tamamen bir mit. Hepimiz bunun bilincindeyiz.
Erkekler ön planda savaşıyorsa onların hepsi birer annenin evladı. Biliyorsunuz, kadınlar savaşta ölenleri sadece doğurmuyor, büyütüyor, savaşa yolluyor. Onların canı, onların emeği ölüyor.
Bunun da ötesinde savaş şartlarında kadınların geleneksel olarak yaşamı devam ettirme yükümlülükleri olduğu için bu yük çok daha büyük bir ağırlıkla kadınların omuzlarına biniyor. Yaşamı sürdürme görevleri çok daha kısıtlı olanaklar dahilinde ve devamlı bir vahşet ve terör tehdidi altında gerçekleşmek zorunda oluyor. Onun için kadınların kaybedecek çok şeyi var. Hem oğulları yoluyla hayat kaybetme hem de omuzlarındaki hayatı devam ettirme yükünü çok daha zor koşullarda taşıma sorunu.
Doğaları gereği bunu yapıyorlar argümanları ne kadar doğru bilemiyorum. İndirgemeci bir yaklaşım olabilir. Erkekler de doğuştan barışçıl değillerdir diye bir şey söylemek çok zor. Önemli bir toplumsallaştırma söz konusu ve bir de çocuğu doğuran ve büyüten hep kadınlar olageldikleri için yaşamı devam ettirmek için barışın şart olduğunu görüyorlar.
Savaş yaşamı değil de geleneksel yükümlülükleri, sorumlulukları ve toplumsallaştırılmaları nedeniyle, savaşın ne kadar adaletsiz ve varoluşa karşı bir girişim olduğunu yakinen görme konumundalar. Konumları itibariyle savaşa karşı bir değerler sisteminin yanındalar diye düşünüyorum. (BB/NK)