Hayata Merhaba
Filiz Akın
Epsilon Yayınevi, Ocak 2005
160 sayfa
Kanser nedeniyle kemoterapi tedavisi gören sinema sanatçısı Filiz Akın kitabı için şunları söylüyor:
"Ben bu kitabı, sağlığı yerinde olup tek derdi can sıkıntısı olanların sağlıklarının kıymetini bilmeleri için, hasta yakınlarına sevgi ve şefkat göstermeleri ve hasta olanlara moralin gücünü anlatmak için yazdım. Can çiçekleri gibi inançla, inatla hayata tutunanların iyileşmeleri, hatta imkansızı başarmaları bile mümkün. Şimdi de bu kitapla size ve hayata merhaba demek istedim."
Kadın Başımıza
Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (KA-DER)
2003-2004 dönemi Yerel Yönetimlerde Kadın Katılımı ve Temsili Kampanyası'nı anlatan "Kadın Başımıza", KA-DER Ankara'nın girişimiyle piyasaya çıktı.
Kitap, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve Danimarka Büyükelçiliği tarafından desteklenen "Kadın Başımıza" kampanyasıyla aynı adı taşıyor. Kitapta, kampanya kapsamında kadınların siyasete etkin katılımı için gerçekleştirilen faaliyetler çok boyutlu bir şekilde ele alıyor. Kitapta kadınların siyasal yaşamda varlıklarını artırmaya yönelik çabaları, "Yerel Yönetimlerde Kadın Katılımı ve Temsilci Eğitici Eğitimi", "Yerel Yönetimler ve Kadın Panelleri", "Yerel Eğitimden Notlar" gibi bölümlerde aktarılıyor.
Bukalemun Erkek
Ayşe Saraçgil
İletişim Yayınları, Ocak 2005
445 sayfa
Ataerkillik, gerek bilimsel dilde gerekse günlük dilde 'uluorta' kullanıldığı için anlam kaybına uğramış bir kavram. Kimi zaman fazla geniş kullanılıyor, kimi zaman fazla dar. Kimi zaman -"maçoluk" eşliğinde- küçümseyici, aşağılayıcı bir ifade olarak kullanılıyor, kimi zaman da 'teknik' bir terim olarak uzmanlık jargonuna sıkışıyor. Bu eserde Ayşe Saraçgil, ataerkillik kavramına açıklık ve genişlik kazandırıyor. Ataerkilliği, aile yapısı modeli olmanın ötesinde; toplumların dünyayı algılama biçimlerini, toplumsal deneyimin birikimini ve iktidar mekanizmalarını belirleyen yapıların bütününü ifade eden kilit bir kavram olarak ele alıyor.
Bu çözümlemeyi, Osmanlı İmparatorluğu'ndan modern Türkiye'ye uzanan modernleşme sürecine bakarak yapıyor yazar. "Resmen" ve yukarıdan aşağıya bir yöntemle başlatılan kurumsal modernleşme sürecinin ataerkil yapılarla girdiği etkileşim, bu süreci kavramanın temel önemde bir boyutu. Zira geleneksel ile modernin, birey ile cemaatin, çocuğa ve kadına ayrılmış 'iç' ile toplumsal hayatın cereyan ettiği 'dış' arasındaki zaman zaman çatışmaya yol açan gerilimin odağında, ataerkil yapılarla modernizm arasındaki 'pazarlıklı' ilişki var.
Ayşe Saraçgil, tüm bu yapıların, çatışmaların, değişimlerin ve değişmeyenlerin edebiyattaki yansımalarını, yüz elli yıllık değişim sürecinin sınır ve sonuçlarını inceliyor.
Kedilere Dair
Doris Lessing
Metis Kitap, Aralık 2004
144 sayfa
Kedilere yakın yaşayan herkesin bildiği gibi onlar hakkında genelleme yapılamaz. Her biri apayrı karaktere sahip yaratıklardır kediler, basbayağı "birey"dirler. Has bir yazar olan Lessing de bunun gayet farkında olduğu için kedi ırkına bir güzelleme yazmak yerine, hayatına girmiş kedilerin hikâyelerini, hiçbir süslemeye başvurmadan anlatmayı tercih ediyor. Ama bazı kedilerin güzelliğiyle büyülenmekten de kendini alamıyor:
"Bej renkli, ... ön ayakların bitiminde gümüşe çalan patiler. Kenarları beyazla çerçevelenmiş olduğu için simli gibi duran kulaklar dikilip, öne arkaya oynardı; dinleyerek, algılayarak. ... Kuyruğu, ucu sanki diğer organlarının alamadığı mesajları alıyormuş gibi, bir başka boyutta oynardı. Hava kadar hafif, pür dikkat oturur, tüyleriyle, bıyıklarıyla, kulaklarıyla, bütün varlığıyla, bakar, işitir, hisseder, koklar, içine çekerdi. Eğer balık sudaki hareketin somutlaşmış, şekillenmiş haliyse, endamına bakılırsa kedi de hissedilmeyen havanın çizgiye dökülmüş ve biçimlenmiş hali.
Ah kedi; derdim, daha doğrusu tapınırdım: Güzeeeel kedi! Nefis kedi! Zarif kedi! İpek kedi! Tüylü baykuş gibi yumuşacık kedi, kelebek patili kedi, süslü kedi, inanılmaz kedi! Kedi, kedi, kedi, kedi."
Aldanış
İnci Asena
Doğan Kitap, Ocak 2005
217 sayfa
Ölüm ayırdı Gönül ile Yavuz'u... Ama aslında çoktan ayrı düşmüşlerdi onlar. "Doğru" bir evlilikti görünüşte. Gönül doğru bir kadın, Yavuz doğru bir erkek... Ama sırlar vardı bu evliliğin temelinde... Yavuz'un ölümüne kadar gizli kalan sırlar... "Aldanış", işte tam bu noktada başlıyor. Bir kadının kocasının ölümünden sonra evliliğini, kocasını ve kendini keşfetmesine tanık ediyor bizi. "Gerçek nedir?" diye bir soru takılıyor kafamıza. "Birini gerçekten tanımak mümkün müdür?" En yakınımızda olanları bile es geçmek... Hepsinden önemlisi insanın kendini, kendi kişiliğini es geçmesi mümkün müdür?
İnci Asena ilk romanında bir kadının ağzından hayata dair önemli sorular soruyor. Ama bunu yaparken, okuyucusunu kavramayı da ihmal etmiyor. Romanın kahramanı Gönül okuyucunun bir parçası oluyor ister istemez. Okuyucu ile Gönül bir oluyor. Bir kadını ya da kendinizi ya da insanı keşfetmek için okunması gereken kitaplardan biri "Aldanış".
Ateşböceklerinin Mevsimi
Maeve Binchy
Doğan Kitap , Ocak 2005
620 sayfa
Maeve Binchy'yle İrlanda'ya yolculuklarımız sürüyor. Bu yolculuklarda İrlanda'nın köy ve kasabalarında insana dair ne varsa çıkıyor karşımıza. Sevgiler, aşklar, ümitler, hayal kırıklıkları, korkular, yalnızlıklar ve kalabalıklar... Binchy, her zamanki gibi insanı anlatıyor. Sade ve akıcı bir dille... Birçok insanın hikâyesine aynı mesafeyle yaklaşarak, okuyucusunu derinden etkilemeyi başarıyor.
Bu kez 1962 yazına dönüyoruz onunla birlikte. Küçük bir İrlanda köyüne. Amerikalı bir milyonerin gelişiyle birlikte hayatı değişiyor bu köyde yaşayanların. Köy yaşamının sükûnetine çalkantılar katıyor yazarımız. Dantel perdelerin gerisinde kalan sırları kurcalıyor, bizi bir genç kızın dudağına kondurulan ilk öpücüğe, çocukların yaz oyunlarına, beklenmedik hamileliklere, ani ölümlere tanık ediyor. "Ateşböceklerinin Mevsimi" bir yerlere, birilerine ait olma isteğiyle yanıp tutuşan, bunun eksikliğini çeken kahramanların romanı. Tanıdığımız, bildiğimiz, yakınımızda duyumsadığımız insanların... Her Binchy romanı gibi "Ateşböceklerinin Mevsimi" de huzur bulduğunuz bir yuva olacak. Onu da diğerleri gibi son sayfasına kadar elinizden bırakamayacak, bu sıcaklıktan vazgeçemeyeceksiniz.
Adını Kader Koyduk, Kadın Açık Cezaevinden Notlar
İlkay Savcı
Phoenix Yay., Aralık 2004
271 sayfa,
"Elişimizi alırız, hemen güneş doğmuşsa bahçeye çıkarız. Toprağa basıyoruz, yeşillik ağaçları görüyoruz, yani bu sene meyveleri gördüm, demek ki üç sene görmemiştim meyveleri... Bu sene gördüm. Yani aynı bir şey (ama) insan unutuyor... Yani çiçeğe ota da eli değse, yani toprağa elim(iz) değse yetiyor bize."
Bir hükümlünün şiirsel üslupla dile getirdiği duygularını defterimizin bir köşesine not almışız. Şöyle diyor: "Sırtımı ağaca dayar, gözlerimi göğe çeviririm ve içimden şöyle derim: İşte yaşamak bu! Ağaca dokunmak duvardan atlayıp gelen kediyle yarenlik etmek, bizim açık cezaevimiz bu! Özgürlük elimin altındaki yaprakta, dokunduğum toprakta..."
"Mahkum gece yaşar... Neden? Başımızı yastığa koyduk mu gecler uzar kabus başlar, o nedenle en iyisi uyumamak, bir şeylerle meşgul olmaktır. Hele kapalılarda yüzde doksan hayat geceleri yaşanır..." "Biz topluma ayak uydururuz, ya onlar bize ayak uydurabilir mi?"
"Cezaevinde sigorta edilmek insan yerine konduğum için, bir yere kaydedildiğim için önemli..."
"Hükümlünün mektubu, görüşçüsü, parası, bunun üçü olduktan sonra cezaevinde kalabilirsin..."
Bir Yalnız Diva, Suna Korat
Deniz Banoğlu
194 sayfa, Aralık 2004
"Bir Yalnız Diva", iki yıl önce yitirdiğimiz opera sanatçısı Suna Korat'ın yaşamöyküsünü anlatıyor. Sanat, müzik, sahne, opera ve müzikle geçen bir yaşamöyküsüdür bu... Ankara'dan İstanbul'a, Türkiye'den Avrupa, Amerika, Rusya ve Afrika'ya uzanan sanat köprüsünde, salt mutluluklarla, alkışlarla, başarılarla değil, üzüntülerle, yılgınlıklarla, hayal kırıklıklarıyla, umutsuzluklarla sarmalanan bir ömür, beklenmedik bir anda, ama belki yine kendisinin istediği biçimde son buluyor...
Gazeteci yazar Deniz Banoğlu'nun yazmış olduğu "Bir Yalnız Diva, Suna Korat", okuru sesiyle dünyayı büyüleyen bir sanatçının iç dünyasıyla tanıştırıyor. Ayrıca çok önemli bir görevi de yerine getiriyor. Yeni yetişen opera sanatçılarına, aslında daha da geniş düşünürsek tüm sanatçı adaylarına, geride kalmış sanat günlerini sunuyor. Sanatçı olsun olmasın okuyan herkesin alacağı dersler var bu yaşamdan. Ve tabii tutkuyla yaşanmış bir hayata tanık olmanın sonsuz keyfi...
Taş ve Ten
İnci Aral
Epsilon Yayıncılık
231 sayfa, Ocak 2005
Ulya, bir heykel sergisi açmak üzere Almanya'ya giderken yıllardır birlikte yaşadığı erkekle yol ayrımına varmış olduklarının farkındadır. Bu beraberlikle aşktan korunmuş ama yüreğini çoraklaştırmıştır. Öte yandan teninde ve ruhunda ilk gençliğinde yaşadığı ve unutmak için çaba harcadığı büyük bir aşkın ve yıkımın izleri vardır.
Ulya'nın geçmişini geri çağıran, susamış ruhunu canlandırıp uykudaki bedenini uyandıran, Hamburg'da, onu evinde konuk eden Sina olacaktır. Bu çocuksu genç adam, yirmi yıl önceyle şimdinin garip bir biçimde örtüştüğü bir yanılsamaya, büyük bir altüst oluşa sürükler dingin, durmuş oturmuş Ulya'yı.
Eski aşkı, çocuğunun babası 'B'nin imgesi ile Sina'nın varlığı birbirine karışır zihninde. Her şey bir tekrara dönüşmüş gibidir. Yalnızca dört gün sürse de geniş mekân ve zamanlarda gezinen bu serüven, olgun bir kadınla ondan daha genç bir erkek arasında, acıya tanıdık, birbirine yabancı ve aykırı olmanın baştan çıkarıcı duygu ortamında yaşanır. Öyle içten ve yoğundur ki, sessizlik olmazlıkla şiddetlenen bir tutkuya dönüşür.
Taş ve Ten; bir aşkın yeniden tasarımı, gecikmiş bir sıçrama anıdır. İki insanın ölümcül acılar, düş yıkımları ve korkularla yazılmış kişisel tarihlerini ve yüreklerini birbirlerine açarken kaybetmeye yaktıkları ağıttır. Bölüşerek suskunluğu aşma duygusu, arzuların ve ruhun dünyasına özgürleştirici bir yolculuktur.
Gidersen Ölmem
Tülay Ferah
Epsilon Yayıncılık
255 sayfa, Kasım 2004
Terk edilme üzerine yazılmış bir ağıt!.. Başak yirmi altı yaşında, yalnız yaşayan bir genç kız.
Hani bahar mevsimi geldiğinde, erkeklerin aşık olmayı istediği kızlardan, ama o beyaz atlı prensin gelip kendisini kurtarmayacağını biliyor. Kurtarılmayı da istemiyor. Düşünüyor, sorguluyor, kolay kabul etmiyor, içinde kopan fırtınalar yüzünden küfrediyor, gizli dramlarıyla baş etmeye çabalıyor. Her insan gibi onun da korkuları var: Terk edilmekten korkuyor. İşinden atılmaktan korkuyor. Geçmişindeki kırılmalar ve kent yaşamının ağır baskısı onu her türden ilişkisini yeniden düzenlemeye zorladığından gençliğini istediği gibi yaşayamıyor. Ve bu ruh hali içinde evli bir erkekle ilişkiye giriyor...
Terapi
Levent Mete
152 sayfa, Kasım 2004
"Sen benim annemsin işte. Ne var bu kadar ince sorgulamalara girişecek? Seni annem yerine koyuyorum, izin verirsen. İzin ver lütfen, çünkü buna karar verdim ve ihtiyacım var," diye bağırmak, üzerine atlayıp bu soğuk ve mesafeli tavırları yırtıp parçalamak, altındaki gerçek insana sarılıp "Beni kurtar ne olur," diye yalvarmak istiyordum.
Geçtiğimiz yıl "Büyücüler" adlı romanıyla ilgi toplayan yazar Levent Mete, "Terapi"de insan ruhunun şaşırtıcı serüvenlerini anlatıyor. Acılar içinde yaşanmış bir çocukluk; genç karısını sürekli döven sarhoş bir baba, kocasından başka herkesle birlikte olan bir anne ve kendine yeni bir aile arayan genç bir kız... "Terapi"nin anlatıcısı, bir genç kadın; yalnız başına yaşamak zorunda ve yolu hayat kadınlığına uzanmış. Yaşadığı bunalımlar onu terapist bir çiftin kapısına sürüklüyor. Terapist çift iki ayrı muayenehanede çalışıyor ve hasta da onların yanında iki ayrı kişilik sergiliyor. Ancak bu meydan okuma, bu kişilik parçalanması, ona bir sürpriz hazırlıyor.
Zekice yapılmış kurgusu, canlı, yaşayan karakterleri ve insan ruhu üzerine giriştiği cesur yolculuğuyla Terapi, edebiyatımızda benzerine kolay kolay rastlayamayacağımız, unutulmaz bir roman.
Tek Bacaklı Kızıl Balerin
Tuna Serim
Nokta Yayınları
372 sayfa, Kasım 2004
Gerçek bir kadının yaşam öyküsü... Hep uçlarda dolaşan bir kadının; yaşamla ölüm, aşkla nefret, zirveyle uçurum, korkuyla cesaret, fedakârlıkla intikam, geçmişle gelecek, gazete manşetleriyle polis bültenleri... İnce, yüksek topuklu ayakkabılarının üzerinde dans ederek yürüyen, önüne gelen her şeyi ezip geçen bir kadın...
Ardında bir savaş alanı bırakıyor, yakılmış, yıkılmış tam bir enkaz. Filiz Kansu bir anarşist olarak başlamış yaşama; gemiler kaçırmış, yürüyüşlerde öldürülen arkadaşlarının hesabını sormuş... Sonra sosyetenin zirvelerinde koşmuş, koşmuş ve bir gün kendini aşağılara bırakıvermiş. Düşerken pek çok parçası kayalara takılıp kopsa da o yürümeye devam etmiş... Özünde geçmişten geleceğe binlerce kadını barındırarak ve bir şövalyenin korkusuz yüreğini taşıyarak... Ölümle yüzleştikten sonra yapması gerekenleri tamamlamak için geri dönmüş, her gün yanıp, kendini küllerinden yeniden yaratarak... Ve aşk onu biçimlendirmiş, kendi de aşkı biçimlendirerek, beynindeki erkeği karşısına çıkanlara yamayarak...
Korkunun Irmağında
Suzan Samancı
152 sayfa, Kasım 2004
"Korkunun Irmağında", şimdiye kadar dört öykü kitabı yayımlanan Suzan Samancı'nın ilk romanı.
"Susuyorduk. Susturuluyorduk... Islak yataklarımızda ancak geceleri konuşabiliyorduk. Nemli karanlıkta sözcükler ıslığa dönüşürken, biçim değiştiren yaşlı çatılara bakıyorduk; sağır ve dilsiz gibiydiler.
Gündüz yataklarımızı ıslatan, kalaslarla saldıran haki renkli adamları kalın enselerinden tanıyorduk; yüzleri yoktu, sesleri de... Ay ışığı yataklarımızın üstünde solarken, kol kola giriyorduk. Ellerimizi yumruk yapmaktan yorulmuyorduk; yorgunluğumuz yedi canlı kediydi, diriliveriyorduk. Sesimiz karanlıkta uzayıp giderken ant içiyorduk..."
"Hep aynı düşle uyanıyorum. Bu tatlı düşü kimseciklerle paylaşamam... Tatlı bir haleyle kuşatılıyorum; o kuşatılmışlığın rehavetiyle irkilince, hüzün yüklü bakışlar hiç peşimi bırakmıyor. Yürümek istediğimde korkularım dolanıyor ayaklarıma. İşte park! Usta bir ressamın tuvalinden fırlamışçasına rengârenk çiçeklerin arasında dem çeken mülteciler... Uçuşan kuş sürüsü... Bazen kuş oluyorum yöremin gökyüzünde... Bir an uzayıp giden yaralı bir ses... Kentin sessizliği iliklerime dek işlerken, yabancılığımı elle tutacağım neredeyse...
Odanın içinde dolanıp dururken, yakınlaşan gökyüzüne bakıyorum; her şey boş bakışlı insanlara dönüşüyor. "Yüreğim ve aklım!" diyorum. Sivri kuleli bakımlı çatılar, aynı boy ağaçlar, tertemiz caddeler yöremin yoksulluğunu ne çok anımsatıyor. Zaman kuşu çarmıha gerilmiş inliyor. Gözlerim yabancılığa, yorgunluğa direniyor. Hızla akan trenler, kilisenin çanları uzayıp gidiyor. Bilincimde uçsuz bucaksız çöller, ovalar canlanırken, dağlar, tepeler yarılıyor, akan ırmağın derinliğinde."
Bir Akdeniz Kedisinin Hatıraları
Şükran Yiğit
159 sayfa, Aralık 2004
Doli bir delikanlı. Doli Akdeniz'li. Doli bir kedi. Hayrettin Amca, Dolores, Gizem, Paçavra, Çikin, Güzel Romedyos, Lale, Viyan, Adsız, Kılark ve diğer kedilerle ve biraz da insanlarla birlikte hayatın küçük, ama büyük sırlarını çözmeye çalışıyor. Elimizde Doli'nin günlüğü, arkamızda Kaş güneşi, önümüzde Akdeniz mavisi hayat detektifliğine doğru sessiz, sıcak ve mavi bir yolculuğa çıkıyoruz. Bu yolculukta hareket var, aşk var, hüzün var, huzur var, arkadaşlık var, dostluk var, yalnızlık var, kıskançlık var, merak var. Kısaca, hayatın kendisi var.
Mutlu Yıllar Büyükanne
Valerie Saubade
Nokta Kitap
224 sayfa, Aralık 2004
"Dün öğleden sonra, kızımı öldürmeye karar verdim. Seksen yaşında bu pek de kolay olmayacaktır. Hele bir de tekerlekli sandalyeye bağlanmışken..."
Zor görünse de bizim felçli seksenlik, amacına ulaşmayı kafasına koymuştur. Çünkü anne ve kız arasındaki nefret karşılıklıdır ve kolay kolay yok olacak cinsten de değildir.
Erkeklerin etrafında fırdöndüğü, katı prensiplere sahip, ünlü bir piyanist olan Büyükanne, seksen yaşında ve bütün vücudu felçli de olsa hayat doludur. Kızı Elisabeth ise hırçın ve can sıkıcı biridir ve sabırsızlık içinde annesinden kalacak mirası beklemektedir. Annesinin bakımı konusundaysa, oldukça kişisel sebeplerden dolayı iğrençleşebilen bir kadındır.
Elisabeth dışında, Büyükanne'nin etrafında; bakıcıları, kendine bile hayrı olmayan bir damat, zarafet yoksunu bir kız olan torunu, çılgın bir noter, hayat dolu ve hayalci bir son sevgili var...
Büyükanne'nin yaşamındaki tüm bu tiksindirici ya da ruhu okşayan kişilikler, oldukça hoş ve isabetli bir şekilde harmanlanmış. Fransa'da yayınlandığında, hem edebiyat çevreleri hem de okuyuculardan büyük bir ilgi gören "Mutlu Yıllar Büyükanne", haşin olduğu kadar eğlenceli de bir yapıt.
Sütü Küstürmek, Almanya'da Anadolu Kadınları
Metin Gür
Günizi Yayıncılık
320 sayfa, Ocak 2005
Almanya' da serpilip gelişen Türkiye kökenlilerin ilk ataları epey yazıldı ama, analarına çok az değinildi. "Almanya' ya giden işçi" denildi mi akla hep güçlü kuvvetli, taşı sıksa suyunu çıkarır yirmi dört, yirmi beş yaşlarında askerliğini yapmış delikanlılar gelirdi.
Gelenek ve törelerin daha çok geçerli olduğu Anadolu'dan on beşine, on altısına yeni girmiş kızların yaşlarını büyüterek, on sekiz yaşında olduklarını resmi belgeyle kanıtlayıp Almanya'ya işçi olarak gidişleri genel olarak dikkati çekmiyordu. "Sütü Küstürmek", kadınlarımızın bitmek bilmeyen bu uzun yolculuğunun belgesel bir öyküsü. 'Acılı ekmek'in peşindebir ömür tüketenlerin kendi dillerinden özlemlerini, duygularını, dirençlerini, sevgilerini, el kapılarında yaşanan sıkıntılarını yansıtıyor.
Sonra Bana Kuş Dediler
Betül Akdoğan
104 sayfa, Aralık 2004
Deniz var, toprak var, yıldız var. Ve ben bir deniz akıntısı, bir toprak parçası ve hiç sönmeyen bir yıldız. Böcek var, çiçek var, güneş var. Ve ben içlerinden uğurböceği, papatyanın yaprakları ve dokunduğunda alev saçan güneş turuncusuyum. Ağaç var, su var, taş var. Ve ben yeşilden kızıla bürünen, yüzüme serptiğimde önümdeki ışığı gören ve bir yakut taşıyım. Işık var, bulut var, ateş var. Ve ben şu hayatta top top ateş olup uçuyorum.
'Şiir bedesteni oldum ben' diyen Betül Akdoğan, henüz on dokuz yaşında. Sonra Bana Kuş Dediler ise yazdığı ilk kitap. Okuyunca göreceksiniz: bu küçük kitap yepyeni bir yazarı müjdeliyor. Sonra Bana Kuş Dediler'in kahramanı, anlatıcısı, geçirdiği bir rahatsızlık nedeniyle hastaneye yatırılmış bir çocuk. Onun yazdığı mektuplardan oluşan bu anlatı, okudukça derinleşiyor. Hastane odasının duvarlarını hayalleriyle boyamaya kalkışan bir çocuk niçin ağaç kabuklarına saklanır? Sahte dediğimiz şey nedir? Bir kuş mu, yoksa bir ev mi? Bu mektuplar annesiz büyümek istemeyenlere yazılmış sanki. Karanlık gökyüzüne inat kuş olmak isteyenlere.
30 Şubat
Şebnem Şenyener
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
250 sayfa, Aralık 2004
Önce birkaç, sonra bir sürü güvercin ölür. Bu, kenti saran lanetin ilk habercisidir. Ardından gelen korkunç salgın şehri tam bir deliliğe sürükler: Gülme, katıla katıla, kıvrıla büküle, nefessiz kalacak kadar, göğsü tıkanacak kadar, uykulardan olacak kadar gülme salgını. Karantinaya alınan şehir bir başına kalırken, şehir sakinleri dertlerine çare bulmak, ölümleri engellemek için bin bir türlü "çare" üretmeye koyulurlar...
30 Şubat, bu şehirde yaşanan 30 günün hikâyesini anlatıyor işte. "Huri Hanım böylesine, Rodoslu ağzıyla 'Çek bir 30 Şubat' derdi, 'senin de bir imkânsızın olsun, dileğin yerine gelsin!' Yani zor dileklerin, imkânsız arzuların hakikat olacağı gün anlamına."
Şebnem Şenyener yeni romanında "gerçek" bildiğimizi, "imkânsız" bulduğumuzu, "olamaz" dediğimizi sorguluyor. Bizi, rüyaların gerçekte olanlardan daha önemli, hatta gerçeği onarmanın ilacı olduğu bir dünyaya taşıyor. "Kazandığında parlayan yıldızından çok, kaybettiğinde duyduğu özgürlük hissi"ne duyduğu tutkuyla kumara ve kumar masalarına sarılan Afsane, dilsiz ama diliyle değil ruhuyla yürek çelen Elan, gölgesiz ve rüyasız küçük Elif Lâle... hepsi de bu "kurgu" dünyanın ilginç kahramanları.
Çok Uzak Fazla Yakın
Adalet Ağaoğlu
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
122 sayfa, Kasım 2004
Türk edebiyatının çok türde eser vermiş üretken isimlerinden Adalet Ağaoğlu, 1992 yılında İş Bankası Büyük Ödülü'ne layık görülen Çok Uzak Fazla Yakın adlı oyununu Yıldız Kenter'e ithaf etmiş. 1989'da yazılan ve iki sene sonra yayımlanan oyun 1993'te de Kent Oyuncuları tarafından, bu topluluğa göre yapılmış bir dramaturji çalışmasıyla sahnelenmiş.
Çok Uzak Fazla Yakın, beş çocuklu Tura ailesinin her ferdinin bireysel hikâyeleri etrafında dolanırken, Türkiye'nin toplumsal değişimlerine, siyasal çalkantılarına ve tüm bunların birey ölçeğinde sonuçlarına işaret eden bir oyun. Karakterlerden öne çıkan ikiz Meltem ve Aydın'ın kişiliklerinde 1980 sonrası sanatçının, aydının bocalaması ve bir yol ayrımı çıkıyor karşımıza. Benzer heyecanlarla tiyatroya sevdalanan ikiz kardeşlerin yıllar sonra birbirlerini tanımazdan gelmelerine yol açan bir yol ayrımı bu. Sanata sanat için bağlanan, ama zaman içinde idealizmi egoizme dönüşen Aydın ve onun kabiliyeti gölgesinde yıllarca çırpındıktan sonra pırıltılı popüler dünyayı seçen, televizyon kameraları karşısında kendinin bile tanımadığı Meltemler çizen, ama "güçlü"yü oynarken başka bir biçimde güçlenen Meltem...
Anne ve babaları ile amcaları arasındaki miladı yıllar öncesine, gölgesi ailenin tüm tarihine yayılmış bir aşk hikâyesi; baba ile amcayı birbirlerini tanımaz hale getirecek, bir tarafa yanaşmanın olanaksız olduğu buruk öykü... Yirmisine gelmeden sessizce çekip giden, bir motosiklet kazasında ölüm haberi gelen bir kardeş; bir caz grubundan diğerine dünyayı dolaşan, ama hak ettiği hayatı bir türlü yaşayamayan bir diğeri... Başka idealler uğruna savaşırken vurulan, kırmızı karanfillerle gömülen bir kardeş daha... Yeni ölüm haberleri, eski hesaplaşmalar...
Bir reklam ve film şirketi sahibi olan başarılı iş kadını Meltem bir televizyon röportajında anlatıyor, iki ödül almış "Uzak ve Yakın" adlı oyununu senaryolaştırarak filme çekmenin hayattaki en büyük tutkusu olduğunu. Bu oyunun en başı. İlerledikçe "uzak" ve "yakın" geçmişe yapılan geri dönüşler, geçmişin hem uzak, hem de çok yakın yara izlerini çıkartacak spotların ışığına.
Kadından Don Quijote Olmaz
Neslihan Acu
Aralık 2004
Neslihan Acu, Kaybedengiller'den Seher Yelken'in İstanbul'da geçirdiği trajikomik bir haftayı, bu ülkenin son otuz yılına dair çok çarpıcı görüntüler eşliğinde anlatıyor okura. Küçük mavi bir adada basit bir hayat düşlerken kendisini olmadık mücadelelerin içinde bulan Seher, mecburen donkişotluğun sınırlarını zorluyor. Erkeklerin dünyasında kadın değil, insan olarak var olmaya çalışırken; geçmişini, anneliğini, çekirdek aileyi ve toplumun bizzat kendisini sorguluyor.
Televizyondan önce hayat var mıydı? Yoksulluk bu toplumun kaderi miydi? Paylaşmayı seven, halden anlayan o eski güzel insanlar, o beyaz gemiler, siyah beyaz filmler ve o masum yaşama heveslerimiz nereye gitti?
Ne zaman kaşarlandık böyle, ruhumuz bile duymadan? sorularına cevaplar arıyor.
Kadından Donkişot Olmaz, insanlığın hallerine dair bir roman.
Hem komik, hem acıklı.
Gülüşün Gelincik Tarlası
Meliha Akay-
152 sayfa, Aralık 2004
Uzun kış gecelerinin getirdiği yalnızlığı, yalnızlığın içinde yalpalaya yalpalaya öğrenmiştik yatılı okulda; içimizde büyüyüp duran korkunun öteki adının 'boşluk' olduğunu bilmeden hem de... Hafta sonlarını, bayram tatillerini, dönem tatillerini iple çeker, tatil hayaliyle uyurduk...
Yaşam ne denli büyütmüş olsa da, içimizdeki çocuk hâlâ aynı yerde saklı duruyordu. Başı sonu belli olmayan masallar anlatıp zamanı kucağımızda salladığımız; bizi tekil şahıs topraklarından alıp 'biz' ülkesine taşıyan, içimizi dolduran, çoğaltan, en hüzünlü, en şefkatli, en masum olduğumuz günlerdeki çocuk, biraz yara bere almış ve yaraları kabuk bağlamıştı o kadar...
Seni Seviyorum
Gülriz Sururi
212 sayfa, Aralık 2004
Her şeye "kârlı ya da kârlı değil" diye bakılan bir ortamda, seyircisi giderek azalan ve ayakta kalmaya çalışan bir özel tiyatro... Ve bu tiyatronun sahibi, tiyatro dünyasının yıldız oyuncusu Sahra... Hem tiyatrosunun sorunlarıyla, hem de özel yaşamının çıkmazlarıyla tek başına mücadele etmek zorunda kalan bir kadın...
Sahra tiyatrosunu içine düştüğü durumdan kurtarmak için Fransa'dan genç, başarılı bir yönetmeni davet eder. Bu genç yönetmen Sahra'nın hayatına heyecan getirecek, ancak sorunlarının da artmasına neden olacaktır. Ahmet Akın, Sahra'ya gençliğinden beri âşıktır. Sahra da ona karşı duyarsız kalamaz. Ancak o evli bir kadındır ve aralarında önemli bir yaş farkı vardır.
Gülriz Sururi, anılarıyla başladığı yazarlık serüvenine geçen yıl yayımlanan öykülerden sonra bu kez de romanla devam ediyor. Çok iyi bildiği bir dünyayı yansıttığı "Seni Seviyorum" bir aşk hikâyesini anlatıyor. Ama bu aşk hikâyesi elbette bir tiyatro sahnesinde yaşanıyor. "Seni Seviyorum", tiyatroya, tiyatro tutkusuna, bu tutkuyu iştahla yaşayan insanlara içeriden bir bakış... Tiyatrocuların dünyasında bir gezinti... İnişler, çıkışlar, hayal kırıklıkları, zaferler... Alkışlar... Ve dekorun, kostümlerin, boyaların ardındaki hayat, aşk... Ve tabiî ki, ille de, hep... Perde...
Anneannem
Fethiye Çetin
Aralık 2004
Bu coğrafyada yaşayan herkesin şu ya da bu şekilde bildiği ama üzerinde konuşmamayı tercih ettiği saklı yaşamlar. Ermeni ve Hıristiyan iken Türk ve Müslüman olmuş binlerce çocuktan biri: Heranuş ya da diğer adıyla Seher.
Torunu Avukat Fethiye Çetin anneannesi hakkındaki gerçeği yıllar sonra öğrendi. Anneannesinin akrabaları Gadaryanlara ise onun ölümünün ardından ulaşabildi. Konuşacak çok şey, sorulacak çok soru vardı.
"Yaşamı boyunca akla hayale gelmeyecek zorluklara göğüs germiş, çocuklarının ve yakınlarının karşısına çıkan engellerle baş etmiş bu kadın, gerçek kimliği söz konusu olduğunda neden kendini bu kadar çaresiz hissediyordu? Neden ailesini ve kimliğini savunamıyor, isteklerinin arkasında duramıyordu?"
Anneannenin her acı hatırayı anlatıp bitirirken tekrarladığı cümlede gizli belki de bu soruların cevabı: O günler gitsin, bir daha geri gelmesin...
Avrupa Tarihinde Kadınlar
Gisela Bock
Aralık 2004
Avrupa Tarihinde Kadınlar, bir yandan Avrupalı kadınların Ortaçağ'dan günümüze karşılaştıkları toplumsal, kültürel, yasal ve politik koşulları irdelerken, diğer yandan kadınların fikirlerini ve ideallerini, cinsiyetler arası ilişkileri kavrayışlarını ve medeni, politik ve sosyal haklar için verdikleri mücadeleleri anlatıyor.
Bu kitap Avrupa'da uzun süredir tartışılmakta olan toplumsal cinsiyet ilişkileri, toplumda cinsiyetlerin rolleri konularını ele alıyor ve son tahlilde 'İnsanlık nedir? ' sorusuna yanıt arıyor. Gisela Bock, bu kitabı yazarken sonsuzluk ve kategorilerle vedalaşıyor; şöyle ki, kitabın odak noktasında 'kadınlar' ve 'erkekler' değil, Avrupa tarihine damgasını vurmuş bir olgu var: Querelle des femmes (kadınların kavgası) yada querelle des sexes (cinsiyetlerin kavgası) ; kadınların, erkeklerin, cinsiyetlerin, aslında insanların ne olduğunun tartışması bu.
Kadınlar üzerine bu çalışmada, birçok şeyin yanında, yüzyıllar içinde evlilik kurumundaki değişimler, Fransız Devrimi ve Endüstri Devrimi'nde kadınların rolü, Avrupa refah devletlerinde, Avrupa diktatörlüklerinde ve Nazi ırkçı diktatörlüklerinde toplumsal cinsiyet ilişkileri, on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda kadın hareketi üzerine tespitler bulacak ve geçen iki yüzyıl içinde kadınların tarihinin nasıl yazılmaya başlandığı konusunda fikir sahibi olacaksınız.
Kadın Dövmenin Faydaları
Hamdi Kalyoncu
Popüler Kitaplar
Aralık 2004
Psikiyatrist Doktor Hamdi Kalyoncu'nun yirmi yıllık araştırma ve gözlemleriyle
Erkekten Kadına Yansıyan Şiddet ve Dayak Psikolojisi
Kadın Dövmenin Hayret Veren Faydaları
Kadın dövmenin aileye, çocuklara, topluma ve döven kişiye kazandırdıklarının ne kadar çok, ne kadar büyük ve ne kadar geniş boyutlarda olduğunu bütünüyle kimse tahmin edemez!
Kadına dayak atılmasından öyle kesimler ve kimseler yararlanır ki, işin üzerine biraz ciddi olarak eğilenlerin buna şaşırmaması mümkün değil! Mesela kadının dövülmesi kadını, erkekten nefret ettirmekle kalmaz, evlendiğine de evleneceğine de hatta dünyaya geldiğine de pişman ettirir, hayatına bile son verdirebilir.
Uyuşturucuya, şiddet ortamında yetişen çocuklardan daha müsait kimse bulunamaz. Sigara hariç, dünyada sadece uyuşturucu madde pazarının yılda 500 milyar dolar olmasına, eşine dayak atan, yuvasını dağıtan bir babanın katkısını kim inkâr edebilir!
Dayak atan babasından nefret etmeden, bir çocuğun, bir gencin Tanrı'ya sitem etmesine hatta Tanrı'yı inkâr etmesine imkan bulmak zordur. Dayağın olmadığı, sevgi üzerine kurulan toplumlarda ateizm nasıl güç kazanır!
Hamdi Kalyoncu "Erkekten Kadına Yansıyan Şiddet"in hangi psişik mekanizmalarla ortaya çıktığını, erkeğin neden dayak attığını, kadının neden dayağa tahammül ettiğini, inanç ve kültürlerde kadına dayak atmanın nasıl yer ettiğini ve dayağın sonuçlarını; şiddet uygulayan erkeğe, şiddete maruz kalan kadınlara ve şiddet ortamında yetişen çocuklara dayağın yansımalarını, hastalarından verdiği örneklerle açıklıyor.
Korkma Bu Akşam Gelip Çalmam Kapını
Perihan Mağden
144 sayfa, Kasım 2004
Radikal gazetesindeki yazılarına devam eden Perihan Mağden, bu yazılarını derlediği kitabında "İnsana iyi gelen o küçük, tatlı, zırva şeyler" listesini anlatıyor.
1.5 milyon liradan satılan ve 100 bin adet basılan kitapta Mağden, yayımlanmış 35 yazısının yanı sıra kitap için özel bir yazı da yazdı.
"Ajda'dan 'Kapı Açık/Arkanı Dön ve Çık"ı dinlemek, Tarkan'dan 'Yak bütün fotoğrafları'nı Altan'ın çalması, sosisli sandviç ve portakal suyu, altı kocaman siyah botlar, kış güneşli günler, İstanbul'da bahar, kızımı şarkı söylerken görmek, kapıyı açınca köpeğimizin beni karşılaması, sokakta kokina satan kadınlar, yürümeyi yeni öğrenen bebekler (uzayyaratığı kıvamında oluyorlar), yeni bir Ann Rule kitabı, kadın arkadaşlarımla çay içmek, yemek yemek, komiklikler yapmak, kalkan mevsiminde yavru kalkan, evde Fatoş'un kurabiyelerinin kokusu -daha çooook uzatabilirim listemi."
Topaç
Gülayşe Koçak
292 sayfa, Kasım 2004
Koçak, Çifte Kapıların Ötesi (Birinci baskı: Oğlak Yayıncılık, 1994; İkinci baskı: İletişim Yayınları, 2003) ve Gözlerindeki Şu Hüznü Gidermek İçin Ne Yapmalı? (Oğlak Yayıncılık, 1997) adlı romanlarından sonra; son romanında farkında olmadan daldığı uykudan uyandırılmaya çalışılan bir toplumun yaşadığı kâbusu anlatıyor.
Yayınevine göre Topaç, içinde uzay gemilerinin, korkunç yaratıkların olmadığı bir bilimkurgu. Gülmenin mümkün olmadığı bir mizah romanı. Kimsenin pek düşlemek istemeyeceği türden bir fantezi.
Yorgun Anılar Zamanı
Ayşe Sarısayın
2004 Yunus Nadi Öykü Ödülü sahibi Ayşe Sarısayın, yeni öykülerini topladığı kitabı Yorgun Anılar Zamanı'nda yine kadın kahramanların arasında geziniyor. Masallar arasında büyüyen bir kız çocuğu, gördüğü mutlu evliliklerin bozulup dağıldığına tanık olmuş bir genç kız, kendi hüzünlü geçmişinden torununu sakınan bir anneanne ve evliliğini sürdürememiş kadınlar... Ayşe Sarısayın, değerlerin sarsılmaya yüz tuttuğu toplumumuzda kadının ne olursa olsun ayakta kaldığını, kalabileceğini gösteriyor bize.
Türkiye'nin Çıplak Tarihi
368 sayfa, Ekim 2004
53 yazar 8 fotoğrafçı, ressam ve sanatçı, "İçimizin Tarihi'ni" anlatıyorlar.
"... Yıllar geçerken bizim de içinde olduğumuz bir tarih yazılmaktaydı. Ama yıllar öylesine akıp gitmiyordu. Bizim üzerimizden geçiyor, içimize giriyor, bazen bizi -biz istemeden- içine alıyordu. Tarih oluşurken bizi de önünde yuvarlıyor, bazen etimizi kemiğimizi ruhumuzu kemiriyordu. Bu kez çok da nesnel olmayalım istemiştik. Madem ki olan bitenin nesnesi bizdik o halde öznel yaşantılarımız da bulaşmalıydı işin içine. Şöyle kanı akan, âşık olan, parasız kalan, hapse giren, hasta olan, çocuğu doğan, soyunan, sevişen bir tarih kitabı olamaz mıydı? ..."
(Cem Mumcu)
Oktay Akbal, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Erhan Bener, Arif Damar, Peride Celal, Nezihe Meriç, Demir Özlü, Adnan Özyalçıner, Giovanni Scognamillo, Ahmet Necdet, Leylâ Erbil, Ece Ayhan, Tahsin Yücel, Uğur Kökden, Hilmi Yavuz, Ferit Edgü, Doğan Hızlan, Önay Sözer, Fikret Demirağ, Ataol Behramoğlu, Pınar Kür, İnci Aral, Erdal Öz, Süreyya Berfe, Ahmet İnam, Necati Tosuner, Hulki Aktunç, Selim İleri, Sina Akyol, Hüseyin Peker, Cemil Kavukçu, Tuğrul Tanyol, Feridun Andaç, Yıldırım B. Doğan, Buket Uzuner, Haydar Ergülen, Turgay Fişekçi, Ahmet Soysal, Adnan Özer, Mario Levi, Nalan Barbarosoğlu, İhsan Oktay Anar, Can Kozanoğlu, İbrahim Baştuğ, Özcan Karabulut, Cem Mumcu, Aslı Erdoğan, Hakan Senbir, Derya Erkenci, Levent Yılmaz, Elif Şafak, Şebnem İşigüzel, Ece Temelkuran. Ara Güler, Mehmet Güleryüz, Komet, Kamil Fırat, Ali Kabaş, Orhan Cem Çetin, Halil Altındere, Nergis Karan.
Akışı Olmayan Sular
Pınar Kür
244 sayfa, Kasım 2004
Geçtiğimiz ay "Sonuncu Sonbahar" adlı son romanıyla okuyucularla buluşan Pınar Kür'ün 1984 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı alan romanı Akışı Olmayan Sular Everest yayınlarınca tekrar basıldı.
"Yüzeysel ilişkiler ve aşklarla tükenip biten bir ömür yaşanmış sayılabilir mi? Yaşamın kıyısında durup, yaşamın kendisini ıskalayıp yanı başından geçip gidebilir mi insan tüm yaşamı dışarıda bırakarak? Yaşanmayan hayatlar, erişilemeyene duyulan özlem, yarım kalan aşklar geçmişin birer yansıması olarak bugün de karşımıza çıkmaz mı durup dururken? Yaşam ırmağının akmadığını hissedince ölüm bir çözüm olabilir mi?"
Evden Uzakta
Orijinal Adı: The Journey Home
Cathie Dunsford
325 sayfa, Ekim 2004
Yeni Zelandalı aktivist, feminist yazar Cathie Dunsford, Türkçe'deki üçüncü kitabıyla aramızda.
Evden Uzakta, başka diyarlarda mutluluğu arayan kadınların öyküsü. Hayata tutunabilmek için tüm yürekleriyle savaş veriyorlar ama evden ayrılmanın mutlaka bir bedeli vardır. İşte Cowrie bu bedeli ödemeye hazırlanıyor şimdi.
Kuzey Amerika'da bir üniversite, iki kadın, çok lezzetli egzotik yemekler, tutku, aşk, sevgi, kıskançlık, ayrılık. Hepsi koca bir Maori kazanının içinde pişmeyi bekliyor..
Frankenstein'in Yazarı Mary Shelley'in Romancılığı
Erinç Özdemir
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
147 sayfa, Ağustos 2004
Tanınmışlığını büyük ölçüde yazarı olduğu Frankenstein'a borçlu olan Shelly, romanlarında aydınlanma ve romantizm ekinlerinin kesiştiği ve çatıştığı ideolojik düzlemlerde eril romantizmi hem yücelten hem de sorgulayan söylemler yaratmayı bilmiştir. Bu nedenle Erinç Özdemir, Shelly'nin yazarlığını, romanlarındaki eril ve dişil romantizm öğelerinin çatışmasını, bunların romantizm, aydınlanma ve domestiklik açılarından nasıl biçimlendirildiklerini, romanların içerdikleri çok anlamlılık ve belirsizlikleri irdeleyerek inceliyor.
Frankestein, Haziran 2002 baskısıyla İthaki yayınlarından çıkmıştı.
Korkunun Irmağında
Suzan Samancı
152 sayfa, Kasım 2004
Korkunun Irmağında, şimdiye kadar dört öykü kitabı yayımlanan Suzan Samancı'nın ilk romanı.
"Susuyorduk. Susturuluyorduk... Islak yataklarımızda ancak geceleri konuşabiliyorduk. Nemli karanlıkta sözcükler ıslığa dönüşürken, biçim değiştiren yaşlı çatılara bakıyorduk; sağır ve dilsiz gibiydiler.
Gündüz yataklarımızı ıslatan, kalaslarla saldıran haki renkli adamları kalın enselerinden tanıyorduk; yüzleri yoktu, sesleri de... Ay ışığı yataklarımızın üstünde solarken, kol kola giriyorduk. Ellerimizi yumruk yapmaktan yorulmuyorduk; yorgunluğumuz yedi canlı kediydi, diriliveriyorduk. Sesimiz karanlıkta uzayıp giderken ant içiyorduk..." (Romandan)
Romancının Romanı -Elizabeth Costello
J. M. Coetzee
Özgün Adı: Elizabeth Costello -İngilizce
256 sayfa, Kasım 2004
Romanın kahramanı Elizabeth Costello, yaşlanmakta olan seçkin bir Avustralyalı romancıdır. Dünyanın çeşitli üniversitelerini dolaşarak konferanslar verir. Ancak bu konferanslar, yazarın ahlakî, estetik ve felsefî sorunlarla ilgili düşüncelerinin yanı sıra kendi yaşamöyküsünden kesitler de içermektedir.
2003 Nobel Edebiyat Ödülü'ne değer görülen J. M. Coetzee, bu romanında, kurgusal yöntemlerle kurgu dışı yöntemleri ustaca birleştirerek son derece özgün bir yapıt sunuyor okuyucuya. Romancının Romanı, yüzeyde, bir kadının anne, kız kardeş, sevgili ve yazar olarak yaşamının öyküsü. Ama Coetzee, asıl ustalığını, öykü anlatma sanatının derinliğinde gösteriyor. Romanın şaşırtıcı sonu ise Coetzee çapında bir yaratıcı yazarın hayal gücüne yaraşır düzeyde.
Dostluk Hüznü Paylaşmaktır
Süheyla Acar
158 sayfa, Kasım 2004
"Ağladın. Ardında saklı bir sevdayla bir saklı kent kadar ıssızdın. Gecelerce, yaşamının kocaman, karanlık deliklerle dolu uçsuz bucaksız kıyılarında bir bulup bir yitirdim seni. Dipsiz boşluklara her yuvarlandığımda yeniden gittim o kitapçıya. Kitaplarda, satır aralarında, altını çizdiğin cümlelerde aradım. Bana anlatılanların hepsinden çok o satır aralarının karmaşasında, sözcüklerin bütün gizleri saklayan, sonra bir anda her şeyi söyleyiveren sessiz dizilişteydin, orada buldum seni... Elini uzatıp hayatın akışına bırakmaya ürktüğün bütün duygularınla oradaydın. Sessiz sedasız tutkuların ve kırık dökük umutlarınla, dili tutuk sevdaların ve feryatsız ayrılıklarınla... En büyük hazların ve en derin acıların tam ortasındayken bile, tek bir gün, bir yerde olsun altını çizmediğin duruşunla oradaydın. Öykülerin, masalların, şiirlerin arasında, sana ait olmayan sözlerin arkasındaydın. Saklıydın."
Alyoşa
Emel Koç
297 sayfa, Kasım 2004
Emel Koç'un kaleme aldığı Alyoşa, usta işi bir biyografi olmanın yanında ressam Aliye Berger üzerine yazılmış en kapsamlı kitap olma özelliğini de taşıyor. Kitapta Şakir Paşa ailesinin öbür üyeleri de canlı bir biçimde anlatılıyor.
Kültür ve sanat dünyamızda birbirinden ilginç sanatçılar kazandırmış Şakir Paşa ailesinin küçük kızı Aliye, genç yaşta tanıdığı müzisyen Carl Berger'le unutulmaz bir aşk yaşamış, onunla evlenmiş, ne yazık ki evliliğinin altıncı ayında çok sevdiği kocasını kaybetmişti. İçine düştüğü derin bunalımdan kurtulmak için ablası ressam Fahrünnisa Zeid'in sözlüğünü tutacak, gravür yapmaya başlayacaktı. Çalkantılı hayatı, aldığı ödüller, yaşadığı unutulmaz aşk, onu yakın tarihimizin en ilginç kişiliklerinden biri yaptı.
Anne, Ben Acıktım
Sahrap Soysal
Doğan Kitap
Kasım 2004, 95 sayfa
Sahrap Soysal çocuklarımıza miras bırakabileceğimiz Türk yemek uzaklaşmadan, çocukların fiziksel ve zihinsel gelişmeleri vitamin, mineral, karbonhidrat, yağ gibi temel beslenme öğelerini de özellikle dikkate alarak her ayrıntısına kadar düşürülmüş bir çocuk yemek kitabı sunuyor okuyucuya.
Auschwitz'in Külleri
Charlotte Delbo
Alkım Kitabevi
413 sayfa, Ekim 2004
Charlotte Delbo, 1943'te meşhur 24 Ocak konvoyuyla Auschwitz toplama kampına gönderilen 230 kadından biriydi. Yahudi değildi; Fransız direniş hareketi içinde yer aldığı, R militanı olduğu için tutuklanmıştı. Ayrıca tiyatrocuydu. Savaştan önce ünlü tiyatro adamı Louis Jouvet'nin asistanı olan Delbo, o korkunç ölüm kamplarının dehşet atmosferi içinde bile eline geçirdiği bir Moliere oyunuyla mutlu olabilecek kadar gönülden bağlıydı tiyatroya. Delbo'nun üç kitaptan oluşan ve burada tek cilt halinde sunulan tanıklığı onun bu yanına, tiyatrocu- yazar duyarlılığına ve keskin gözlem gücüne çok şey borçlu. Delbo'nun anlatımıyla, çekilen ıstırapların ortasında çok ustaca çizilmiş insan portreleri beliriyor, aşk ve ölüm, umut ve umutsuzluk, dostluk ve çaresizlik gibi izlekler ete kemiğe bürünerek, ölüm kamplarının bir deri bir kemik kalmış kadın tutuklularının gözlerinden yansıyor, çarpıyor ruhumuza. 20. yüzyılın ve belki de tüm insanlık tarihinin en karanlık, yaşamayanların hayal etmekte bile zorlanacakları bu sayfasını, Nazi toplama kamplarını hem içeriden bir bakışla hem de yaşanmış acıyı da aşan, ölümü ve sevgiyi şiirselleştiren bir dille anlatan bu tanıklığı mutlaka paylaşmak gerek. Unutmayalım diye...
Sıradışı Bir Kadının Otobiyografisi
Erhan Bener
Dünya Kitapları
512 sayfa, Ekim 2004,
"Bir kadının kendini, cinselliğini, tanımasına dair her şey bu romanda var. Trabzon'da softa bir anne ve kendi halinde memur bir babanın kızı olarak büyüyen roman kahramanının ilk adet görmesinden, tecavüze uğramasına, lezbiyenlikten, aile içinde yaşadığı aşka ve ilk cinselliğe oradan tabuların ve katı göreneklerin altında ezilmesine kadar taşra hayatına dair her şeyi anlatıyor Bener... Erhan Bener romanı bir monolog gibi yazmış. Sıra dışı Kadın'ın eski hocasına içini döktüğü, bir yandan ona aşkını itiraf edip bir yandan da çıkış yolu önermesini istediği upuzun bir mektup bu." Cem Erciyes/ Radikal gazetesi Kitap Eki
Nefes
Nuriye Akman
317 sayfa, Ekim 2004
Radikal gazetesinin kitap ekinde, "Nefes" şu sözlerle tanıtılıyor: Ünlü röportajcı Nuriye Akman, iyi bir hikayesi ve zengin tasvirleri olan bir romanla karşımızda. Hayalle gerçek arasında gdip gelen masal ve efsanelerden beslenen bir roman bu.
"... İğde camdan içeri üflemeye başladı. Üçünü de bir ürperti sardı. Nice sonra kaos bitti. Ağacın ritmi çocuğa doldu. Toprağın altında yürüyen tüm böceklerin ayak sesleri yorganın altına sızdı. Ardından otların solukları yastığa ilişti. Uzak denizlerden iki dalga yanaştı ruhuna; bir yükseldi, bir alçaldı; hışırdayarak çarşaf olup çocuğun altına uzandı. Sırrı tempo tutar gibi nefesini onlarınkine uydurdu. Korkusu buharlaştı. Yine de sükunundan bir kelime bile doğmadı... Ve... Biz size kaval çaldık, siz oynamadınız. Biz yas tuttuk, siz ağlamadınız..." N. Akman
Aşk da Aldatır
Valérie Tong Cuong
Özgün adı: Oü je suis - Fransızca
Çeviren: Yaşar İlksavaş
174 sayfa, Ekim 2004
Valérie Tong Cuong, Sekiz sene gazetecilik ve iletişim alanında çalıştıktan (geceleri yazarak) sonra, kendini yazmaya ve müziğe vermek için her şeyi bıraktı. Romanın arka kapağında şunlar yazıyor.
"Yalnız bir kadın... Etrafındaki insanlara rağmen yapayalnız... Çocukluğundan beri kenara itilmiş, azarlanmış, küçük görülmüş bir insan... Ve yüreğinde hiç unutamayacağı bir anı taşıyor, bir taciz anının görüntüsünü. Hayata dair birçok değerini ve gücünü kaybeden, karşı cinse intikam ateşiyle yaklaşan bir kadın ve sonunda kurtuluş olarak sığınmayı seçtiği tek sahil, yine bir erkek. Hiçbir yaşananın yalnızlık kadar acıtmayacağını bildiği ruhunu ve bedenini teslim ettiği o güçlü varlığın gün geçtikçe başkalaşışını, uzaklaşışını izleyen bir kadının iç acıtan hikâyesi.
Bir Bekleyenim Olsa
Anna Gavalda
Özgün Adı: Je voudrais que quelqu'un m'attande quelque part -
Fransızca Çeviren: Yaşar İlksavaş
141 sayfa, Ekim 2004
Anna Gavalda'nın bu kitabı, daha ilk satırından itibaren okuru saran bir öykü derlemesi. Televizyondan katil olduğunu öğrenen bir pazarlamacı, tecavüzün acımasız bir öç almaya yönelttiği sessiz veteriner kadın, çalan bir cep telefonunun berbat ettiği bir randevu, bir yayıncıya büyük umutlar bağladığı kitabını götüren genç bir anneye kitabın elde ettiği müthiş başarıyla gelen servet ve şöhret!..
Takı Yapımı ve Tasarımı
Didem Gezek/Elvan Gezek
İnkilap Yayınevi
144 sayfa, Ekim 2004
Takı yapımının derinliklerini keşfetmeye hazır herkesin ve takı tasarımcılarının ihtiyaç duyabileceği, en temelden en geliştirilmişine tüm teknikleri kısa zamanda uygulatmaya yönelik ve tasarım alanında yol gösterici niteliği olan bu kitapta 60 modelin yapımı fotoğraflar ile aşamalandırılmış olarak açıklanırken, bu modellerde yer alan tekniklerle uygulanabilen farklı modeller de gösteriliyor.
Kutsal Fahişeden Bakire Meryem'e Toprak ve Kadın
Emre Caner
SU Yayınları
152 sayfa, Eylül 2004
Doğa birkaç milyar yıl önce canlıları cinsiyetleştirip erkek ve kadını birbirine sunmuştu. Ama toplumsal hayata geçen insan, cinselliği içinden çıkılmaz bir sorun yumağı haline getirdi. Oysa beden sadece kendisine yüklenmiş görevleri yerine getiriyordu.
Kadın önce bereketin simgesi olarak kabul edildi ve kendisi gibi doğurgan olan toprakla özdeşleştirildi. Böylece adına kutsal mekanlar yapıldı, bu mekanlarda ona tapınıldı. Zaman içerisinde tapınma, tapılanın sahiplenilmesine dönüştü...
Bu çalışma, insanın varoluşundan günümüze tanrıçalaştırılan, fahişeleştirilen, lanetlenen ve nesneleştirilen kadın bedeninin, toplumsal hayattaki serüvenini özetlemektedir.
Araba Aldım Kadın Oldum
Nazmiye Güçlü
245 sayfa, Ekim 2004
biamag'daki "Sakat Bakış" köşesinin yazarı Nazmiye Güçlü'nün kitabının arka kapağında, kitabın adının nerden geldiği de özetleniyor.
"Kırmızı ışıkta durdum. Yanımdaki arabanın şoförü bir şey söylüyor gibi geldi. Camı tamamen açıp dikkatli bir şekilde baktım, ne söylediğini anlamak için. 'Çok güzelsin yavrum!' dedi. O güne kadar sadece sakattım, araba alınca birden kadın olmuştum. Güldüm, teşekkür ettim. Adam şaşırdı.
Heyecandan her yanım titriyordu. Otuz beş yaşımdaydım ve hayatımda ilk kez bir erkek bana laf atıyordu. Sonradan düşününce bunun aslında bir taciz olduğunu, başka bir kadının kızacağı bir şeyden hoşlandığımı fark ettim.
Yıllardır sokakta yürürken sadece alay etmek amacıyla, 'Bak topal geçiyor!', 'Vah vah pek de güzelmiş' gibi laflar atmıştı bana erkekler. Oysa şimdi kadın olduğum için laf atıyorlardı.Tacizden hoşlanıyor olmamı kimselere anlatamıyordum. Utanç verici bir şeydi ama hoşlanıyordum işte!"
Genin Yüzyılı
Evelyn Fox Keller
Özgün adı: The Century of the Gene
Çeviri: Haluk Barışcan
184 sayfa, Ekim 2004
ABD'li bilimci ve feminist düşünür Evelyn Fox Keller (www.metiskitap.com/Scripts/Catalog/Author.asp?ID=23908) Genin Yüzyılı'nda genetik ve moleküler biyoloji alanında gen kavramı sayesinde elde edilmiş olan kazanımların, tarihsel bir bakış açısıyla kapsamlı bir analizini yapıyor.
"İnsan Genom Projesi'nin yakın tarihlerde tamamlanmış olmasının anlamı ve bilgisayarlarla canlı organizmalar arasında kurulan analojilerin ne ölçüde işe yaradığı gibi daha popüler meseleleri de değerlendiren kitap, bilimsel düşüncede kaydedilmiş aşamaları, pasif bir biçimde öğrenilip iman edilmesi gereken nihai hakikatler olarak sunmuyor. Eskileri sarsacak yeni hakikatler aramaya kılavuzluk eden ipuçlarının izini sürerek, bilimin bir donmuş doğrular deposu değil bitimsiz bir faaliyet olduğu gerçeğini vurguluyor."
Düşük Kalorili ve Pratik Yemekler
Ferin Batman
Kapital Yayınları
152 sayfa, Ekim 2004
Beslenme ve Diyet Uzmanı Ferin Batman "Bir yemeğin lezzetli olabilmesi için bol yağlı, şekerli, kremalı kısacası yüksek kalorili olması şart değildir. Damak tadınız için sağlığınızdan ödün vermek zorunda değilsiniz. Birkaç sihirli dokunuşla hem lezzetli hem de sağlıklı yemekler hazırlayabilirsiniz" diyor.
Dört Yapraklı Yonca
Bircan Usallı Siran
Epos Yayınları
453 sayfa, Ekim 2004
"Fatma Girik, Türkan Şoray, Filiz Akın ve Hülya Koçyiğit... Yaşlanmayan, eskimeyen, hep beğeniyle alkışlanan dört ünlü kadın. Asla özgür olamadılar. Asla gerçek anlamda mutlu da olamadılar. Asla çok zengin olamadılar. Asla tatmin de olmadılar. "Keşke"leri hep oldu. Met-cezirleri, artıları, eksileri, özlemleri, arzuları, gizli kalmış acıları, paylaşmadıkları sevinçleri... Aldatılmışlıkları bir de." Televizyon gazetecisi ve bir çok sanatçının basın danışmanlığını yapmış Siran'ın söyleşileri "bu kadınları niye sevdiğimizi anlamamızı" sağlamayı amaçlıyor.
Cemile
Orhan Kemal
152 sayfa, Ekim 2004
Cemile Orhan Kemal'in hayatından satırlara taşan bir roman. Arka planında 1934 Adana'sındaki yoksul bir işçi mahallesinin ve işçilerin ekmek parası için verdiği mücadelenin anlatıldığı; güzel Boşnak kızı, işçi Cemile ile 24 lira 95 kuruş aylığa mahkum Katip Necati'nin aşk öyküsü. Orhan Kemal kahramanlarını ve yaşadıkları çevreyi o kendine özgü gerçekçiliğiyle resmederken, yaşanan onca yoksulluğun yanında, düşmanlıklara, ilkesizliğe, toplumun duyarsızlığına karşı, insanları ayakta tutan dayanışma ve dostluk bağlarının gücünü vurguluyor.
Kör Ayna, Kayıp Şark
Nurdan Gürbilek
242 sayfa, Ekim 2004
"Kör Ayna, Kayıp Şark edebiyata yön veren endişelerden söz ediyor. "Endişe" derken yalnızca yazarın değil, okurun da yabancısı olmadığı, başkalarına bir şeyler anlatmaya çalışan hemen herkesin yakından tanıdığı huzursuzluğu kastediyorum. Anlatmak istediğimi iyi anlatabilecek miyim? Etki altında mı kalacağım yoksa? ... Ama ben edebiyatın huzursuzlukları, anlatmanın sancıları üzerinde yoğunlaşan bu kitapta, bugüne kadar daha çok "Batılılaşma", "ulusal kültür", "kültürel kimlik" gibi kavramlar etrafında tartışılagelen sorunların yazar için nasıl olup da içsel bir endişeye dönüştüğünü anlamaya çalıştım." N. Gürbilek
İzmir Büyücüleri
Mara Meimaridi
Çeviren: Şebnem Christakopoulos
412 sayfa, Ekim 2004
Yunanistan'da 250 bin kişinin aldığı kitapla ilgili şunlar yazılıyor.
"Bundan yüz yılı aşkın bir süre önce, İzmir'de Katina adında bir genç kız yaşarmış. Bu kız bir erkeği gözüne kestirir ve ne yapar eder, sonunda onu ağına düşürürmüş.Katina tam dört yakışıklı ve zengin erkekle evlenmiş. Çünkü Katina onları 'büyü'lüyormuş; güzelliğiyle değil ama, otlarla, iksirlerle, dualar ve muskalarla...
İzmir Büyücüleri, geçmiş zamanda, Türklerin, Yahudilerin, Ermenilerin, Rumların ve Levantenlerin zengini yoksulu, kadını erkeği güzeli çirkiniyle bir arada yaşadığı İzmir'de mahalle kültürünün çok renkliliği içinde, kadınların kıskançlıkla, dalavereleriyle ve en başta büyülerle örtülü o en mahrem dünyasını masal tadında anlatıyor."
Beden Emek Siyaset
Gülnür Acar Savran
388 sayfa, Eylül 2004
Yıllardır feminist hareket içinde yer alan Gülnur Acar Savran, Beden Emek Tarih'te feminist politikanın biçimlerini ve araçlarını sorguluyor; ikilikleri aşan diyalektik bir feminizm için kuramsal bir çerçeve oluşturmaya girişirken toplumsal bilimlerin son yıllarda yıldızı parlayan kuramlarıyla hesaplaşıyor:
Kitabın ana yazılarının ilk üçü, kamusal/özel, eşitlik/farklılık, evrensel/yerel, üretim/yeniden üretim, değişim değeri/kullanım değeri türünden ikiliklerin aşılması, ötesine geçilmesi perspektifini dile getiriyor.
Uçuştan Uçuşa
Özgün adı: Changing Planes
Ursula K. Le Guin
Çeviri: Çiğdem Erkal İpek
Ekim 2004
Yerdeniz'in yazarından bu kez farklı dünyaları anlatan bir kitap. Bir tür seyahat kitabı ya da gezi rehberi. Bildik bir mekânda, havaalanında başlayan seyahatler bunlar, ama yolculuk için uçak şart değil. Havaalanına varışla uçağa ayak basana kadar geçen o eziyetli saatlerde gergin bir ıstırap, bıkkınlık, hazımsızlık ve nabız artışı boyutlar arası seyahati başlatmak için yetiyor da artıyor bile.
Uygulamalı genetik biliminin mucizesi İslac halkı, sessizliği laf kalabalığına yeğleyen Asonular, öfkenin ele geçirdiği Veksiler, Ansarların biyolojik döngüsü, kolektif rüyaları paylaşan Frinliler, hemen herkesin Kraliyet Ailesi'nin bir üyesi olduğu Hegnler, hiç uyumayan insanlar, ölümsüzler ve diğerleri...
Ekolojik felaket, gen teknolojisi, mühendislik, inanç savaşları, kontrolsüz tutkular ve tamahkârlık hakkında bir tür kehanet gibi de okumak mümkün; dil, tercihler, sabır, erdem, aşk ve benzersiz dünyalar hakkında sürükleyici öyküler olarak da.
Çöl Kraliçesi
Özgün Adı: The Desert Queen
Janet Wallach
Çeviren Püren Özgören
539 sayfa, Ağustos 2004
Arap yarımadasının her yanında "Çöl Kraliçesi" diye adlandırılan Gertrude Bell, Kraliçe Victoria döneminin seçkin bir ailesi ve ayrıcalıklı çevresi içinde yetişmesine karşın, bu çevrenin sunduğu nimetlere sırt çevirip yaşamını Arabistan çöllerinde sürdürmeyi yeğledi.
Bölgeyi karış karış gezerek haritalar çıkardı, kazılara katıldı. Çeşitli aşiretlerin ve hiziplerin üyesi olan siyaset adamlarıyla ve dini liderlerle olduğu kadar halkla da kaynaştı.
Gertrude Bell'in Arabistan'da böylesine benimsenmesi, Birinci Dünya Savaşı'nda İngiliz istihbarat servisinin onu en uygun kişi olarak görevlendirmesiyle sonuçlandı. Arabistanlı Lawrence olarak bilinen T. E. Lawrence'ı da bir anlamda yetiştiren, ona yol gösteren, akıl hocalığı yapan, onun nüfuzlu kişilerle ilişki kurmasını sağlayan da Gertrude Bell oldu. Bell, savaştan sonra Arabistan'daki yaşamını sürdürdü ve günümüz Orta Doğusunun biçimlenmesinde büyük rol aldı. O dönemde İngiltere'nin en güçlü kadını durumuna gelen Gertrude Bell, başta Irak olmak üzere Arap yarımadasındaki ülkelerin sınırlarının çizilmesinde belirleyici oldu.
Çöl Kraliçesi, bir anlamda Osmanlıları Arap yarımadasında arkadan hançerleyenin Lawrence'dan çok Bell olduğunu gösteriyor. Bu çabalarının amacı, Arap halklarının özgürlüğü ya da İngiltere'nin petrol yataklarına egemen olması mıydı? Yoksa Osmanlılara (belki de bilinçaltında) beslediği bir öç alma duygusu muydu? Gertrude Bell'in büyük aşkla tutkun olduğu sevgilisinin Gelibolu savaşında öldüğünü okuyunca, insan bunu düşünmeden edemiyor doğrusu.
Unutma Bahçesi
Latife Tekin
304 sayfa, Ekim 2004
"Unutacağımız hiçbir şey kalmayana dek her şeyi unutabilsek tanrıyla karşılaşacağız ama oraya kadar unutmayı beceremiyoruz bir türlü... demiştim. İnsan iniyor aşağı, ama bir noktada soluksuz kalıp yukarı sıçrıyor, demişti, unuttuğun kadarı bile fazla bana kalırsa, boş laflar ediyorsun...
Her şey geçmişte gömülü, başlangıçta diyorum ben. Şeref, Sırlarımız gelecekte çözülecek ama dediğinde de soluğumun açıldığını hissediyorum. Söyleyecek olsam, Benim öyle seni rahatlatmayı düşünerek böyle konuştuğumu sanıp kendini yanıltma, "der,"unuta unuta in aşağı sen...
Madem anılar bizim atıklarımızmış, unutmanın sonuna var, anlarsın... Tanrı senin yüzüne bakıyor muymuş? Her şeyin başına dönmek isteyen nedir biliyor musun, akıl ister bunu... Aklı da kendi haline bırakmamak gerekir, aptalca işlere kalkışır çünkü... "
Hayat Geçiyor, Sen Neredesin?
Çiğdem Anad
232 sayfa, Ekim 2004
Nasıl bir çevreydi ki yaşadığı; iktidar, güç mücadelesi veriliyordu çevresinde. Evlerde, işlerde koltukların derisi sık sık değiştiriliyor, bilgisayar modelleri yenileniyor, cep telefonları aralıksız öttürülüyor, cila atılmış mafya yürüyüşleri yerleri tutuyor, uyuşturucu ile beslenen pazılar duvarları yıkıyor, botokslu bakışlar çocukları deliyordu. Kıçı büyük, boyu uzun erkek arabaları yayaları çiğniyor, su gibi ezberlenmiş metinlerle bilgiçlik taslanıyordu. Kızım, oğlum sıfatlarıyla adam yerine konulmuyordu çalışanlar, cahil, dağlı tamlamasıyla yeriliyordu milletvekilleri, hırsız, dolandırıcı nitelemesiyle küçümseniyordu işadamları, hazır yiyici, doğuştan muhalif yakıştırmasıyla iki paralık ediliyordu işçiler. Değerli olan ne kalmıştı?
Usta haberci Çiğdem Anad'ın özgün bir dil işçiliğiyle kurduğu metinler, zaman içinde insanı şaşırtan