Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi'nde uzman olarak çalışan ve Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Ana Bilim Dalı'nda "Kültürün Cinsiyeti" dersi veren Aksu Bora ile kadın çalışmaları bölümleriyle akademi dışındaki feminist hareketin ilişkisini konuştuk.
- 90'larda Türkiye'de feminizm kendi kurumlarını ve buna özgü çalışma biçimlerini yaratarak başka bir düzleme oturdu. Pek çok alanda pek çok kuruluş tarafından yaygın ve telaşlı işler yapılıyor.
Bu cenah böylesine bereketli bir hareketlenme halindeyken akademi içindeki kadın çalışmaları bölümlerinin durağan, kapalı ve neşesiz hali yan yana düşünülünce içler acısı bir manzara çıkıyor karşımıza. Birbirini besleyeceği, birlikte güçleneceği varsayılan bu iki alan arasındaki ilişkisizliği nasıl anlamak gerekiyor sence?
Sen hem bölümde ders veriyorsun hem de alandaki çalışmaların içindesin. Bu ilişkisizlik halinin kalıcı hale gelmemesi için neler yapılabilir, kapılar nasıl aralanabilir?
- Kadın çalışmaları bölümlerinin hali çok parlak görünmüyor gerçekten de- herhalde üniversitenin genel halinin parlak olmamasıyla da bağlantılı bir şey bu. Bu bölümler kurulurken feminist hareketle nasıl bir ilişki içinde olacağı fazla düşünülmedi bence- bir ilişkinin zaten olacağı varsayıldı ama ilişkinin mekanizmaları, yolları, hukuku üzerine pek kafa yormadık.
Daha çok programların içeriği, yaklaşımı, öğrenci yetiştirme ile ilgilendik. Belki de öğrencilerin zaten feminist hareketle ilişkileneceğini düşünmüştük- emin değilim. Ama tabii bir kadın çalışmaları bölümü yalnızca öğrenci yetiştiren bir programdan ibaret değildir, öyle olmamalıdır.
Hatırlayacaksın, iki girişimimiz oldu kadın çalışmaları bölümleri arasındaki ilişkileri kurmak, bu meseleleri birlikte tartışıp yollar bulmak için- ilki 1995 yılında, üniversite merkezleri ile feminist akademisyen ve öğrencilerin katılımıyla başladı, dört yıl üst üste toplandı, sonra kaldı.
İkinci girişimimiz de 2003 yılında, Kadın Çalışmaları Sempozyumu idi, biraz daha iyi tasarlanmıştı, gündem daha net belirlenmişti falan- ama biliyorsun, sadede bile gelemediydik!
Bu taraftan bakınca, daha çok tek tek insanların (hocaların ve öğrencilerin) feminist hareketle ilişkili olduğu, ama üniversite olarak epeyce bir içe kapanma yaşandığı görülüyor.
Diğer taraftan, yani feminist hareketten doğru bakınca da durum pek parlak değil- artık fenalık veren "akademisyenler" lafı ve buna bağlı acayip bir teori karşıtlığı ile az boğuşmadık. Şimdi biraz daha az duyuyorum... Teoriyle, bilgiyle ilişkilenmedeki genel sorunların bir yansıması herhalde
- Öğrenciler açısından baktığımda kadın hareketiyle ilişkilenme her zaman kişisel çabalarla oluyordu. Hatırlıyorum da KASAUM ara kademe eleman yetiştirme amacıyla kadın çalışmaları öğrencilerine eğitici eğitimi verip bir pilot uygulama yapmıştı.
Tabii ki bu girişimin fiyasko ile sonuçlandığını da hatırlıyorum. Ama bu tarz uygulamalar acaba öğrencilerle feminist oluşumlar arasında ilişki geliştirilmesinin yollarından biri olabilir mi?
- Öğrencilerin bu bölümle ilgili beklentileri benim için her zaman karmaşık bir mesele oldu- kimileri için feministlik öğrenme yeri, kimileri için genel kültür, kimileri kadınlık durumuna ilişkin dertlerini çözmek için araçlar bulma umuduyla geliyorlar ama bu dertleri politikleştirmekte isteksizler...
Bir de sitem: yılgınlık ve vazgeçme eğilimi gerçekten çok yorucu olabiliyor! Sizin dönemde yaptığımız eğitici eğitimi, bizim merkezin (hala devam eden) bir ihtiyacından kaynaklanıyordu- kadın gruplarıyla yürüttüğümüz çalışmalarda yardıma ihtiyacımız vardı.
Ama şimdi en doğru ilişkilenme biçiminin bu olduğunu sanmıyorum- politik angajman olmadan bu tür bir işe soyununca fazla profesyonel bir şey çıkıyor ortaya, onu hiç sevmiyorum doğrusu.
Aslında belki de "saha da saha" diye tutturmadan, bilgiyle, teoriyle, feminist yazınla derin ve dönüştürücü bir ilişki kurmanın yolunu bulmaya çalışmak en doğrusu... Bildiğin gibi gayet zor bir hedef bu... (SA/FK)