15 Şubat eylemlerinden en büyüğü sanırım İstanbul Kadıköy'de gerçekleştirilen fiili mitingdi. İskele Meydanı'nda yapılacağı belirtilen bir basın açıklaması, yaklaşık binlerce kişinin katılımıyla, Altıyol'dan Rıhtıma kadar etkili bir yürüyüşe, ardından da gösterişli sayılabilecek bir açık hava toplantısına dönüştü. Aralarında çok sayıda sanatçı, popüler sinema/tiyatro oyuncusu ve gazetecinin de bulunduğu hayli geniş bir insan yelpazesinin eyleme katılması nedeniyle Kadıköy gösterisi önemliydi.
Bu etkinliği önemli yapan başka bir olgu da, bugüne kadar solun eylemlerine katılmayan bir kesimin, savaş karşıtlığı dolayımıyla da olsa bu gösterilere katılmasıydı. Buraya kadar her şey iyiydi, ama daha sonra olanlar, bu eyleme katılanları attıkları her adım için adeta pişman etti.
'Halkların kardeşliği' için
Olanlar oldu ve "KADEK taraftarı" olduğu belirtilen/iddia edilen 200-300 kişilik bir grup, ortada anlamlı hiçbir neden yokken, gösterinin sonunda ayrı bir "eylem" gerçekleştirdi. Ağırlıklı olarak Kürt gençlerinden oluşan bu grup, çevrede bulunan dükkanlara -aralarında seyyar satıcılar bile vardı- saldırdı. Camlar çerçeveler kırıldı, tezgahlar dağıtıldı. Çevrede bulunan otomobiller parçalandı. Tahrip edilen dükkanların bir kısmının vitrininde "Savaşa hayır!" ya da "Savaş yok indirim var!" gibi yazılar asılıydı. Parçalanan otomobillerden bir bölümü ise mitinge katılmak için gelenlere aitti. Karşı çıkan insanlar dövüldü. Aralarında solcu gençlerin de bulunduğu bazı kişiler komaya sokuldu.
Eylem sonrasında Kadıköy esnafı ve çevrede bulunan insanlar mitingi düzenleyenleri lanetliyordu. Tahrip edilmiş dükkanları, dövülen insanları, televizyonlardan izleyenler ise, herhalde parçalanmış dükkan görüntülerini, dövülen esnaf
Sonradan anlaşıldı ki, bu insanlar KADEK/PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan'ın tutsak edildiği İmralı "Cezaevi"nde yakınları ve avukatları ile iki aydır görüştürülmemesini protesto ediyor! Tecridin kaldırılması, "halkların kardeşliği" ve barış adına cam çerçeve kırılıyor, sıradan insanlar dövülüyor. Kardeş olduğunu iddia ettiğin bir halka -ki dükkanları tahrip edilenlerin arasında Kürtler de var- bu durumu anlatmak için dayak atılıyor!... Hayli ilginç bir ifade tarzı.
Sürrealist tarih
Bu ülkede bu türden "eylemler" ne zaman gerçekleştiyse, ardından sola ve Kürtler çok ağır bir fatura uzatıldı. Örneğin, bunlardan en dramatik olanı Kadıköy'deki ünlü Mavi Çarşı yangınıydı. Bu olayda ortaya çeşitli iddialar da atıldı. Ama, 1993'te İstanbul Bakırköy'de Çetinkaya Mağazalarının kundaklanması konusunda fazla bir spekülasyona gerek yoktu. 1995'te Bağcılar'da "kirli savaşı" protesto etmek için yapılan bir "korsan" gösteriden sonra da, çevredeki bir konfeksiyon mağazasına molotof kokteyli atılmış ve bu olayda üç işçi kız yanarak ölmüştü.
Bu ülkenin Güneydoğu'sunda 15 yıl süren "düşük yoğunluklu savaş" ve onun yarattığı travma insanları çıldırtıyordu. Toplum sanki bir bilinç yarılmasına uğruyor, sokaktaki insanın kişiliği ikiye bölünüyor ve şizofreni sanki "milli bir hastalığa" dönüşüyordu. Kirli savaş insanların öncelikle ruhlarını, bilinçlerini kirletiyordu. Politik mücadelenin yerini ilkel "köylü intikamcılığı" alıyor, devletin terörüne maruz kalanlar, birer "ölüm meleği" olarak sıradan insanların kapılarını çalıyorlardı.Ve bütün bu işler "halkların kardeşliği" adına yapılıyor, soldan ise "anlamak lazım" denilerek gerekli ve sağlıklı bir tepki gösterilemiyordu.
Olaylar adeta sürrealist bir öyküye benziyordu. Bu kadar şaşırtıcı bir paradoksa başka bir yerde kolay kolay rastlamak mümkün değildi. Olup bitenleri belki "anlamak" gerekiyor, ama ima edildiği "anlayışla karşılamak" hiç gerekmiyordu. Zamanında gerekli tepkiyi göstermek tarihe, topluma ve kendimize karşı verdiğimiz sözlerin ve sorumluluğumuzun bir gereğiydi.
Devrimci eylem ve terör
Devrimci bir eylem, solcu bir etkinlik ile "terör" arasındaki çizgi sanıldığı kadar ince değildir. Sosyalistler, devrimciler ya da yurtseverler savunamayacakları, sahip çıkamayacakları ve propaganda edemeyecekleri eylemleri, gerekçesi ne olursa olsun yapmamalıdır. Kendi tarihlerinde büyük bir zulme uğrasalar da, yaşam alanları yok edilse de, yakınları kursuna dizilse ya da faili meçhul cinayetlere kurban gitse de... Onları haklı kılan ve meşru bir zeminde durmalarını sağlayan şey, bütün yaşanmışlıklara karşın haklı çizgide durmayı başarmaktan geçiyor.
Ülkelere, koşullara ve dünya görüşüne bağlı olarak pasifistinden gerillasına kadar; kendisini solda tanımlayan kişiler, gruplar, örgütler ve partiler karşıtlarından, dar anlamda, sadece ideolojik, örgütsel ve politik olarak ayrılmazlar. Onlar aynı zamanda, yaşam ve eylem tarzları; ahlaki ve kültürel edimleri; gündelik yaşamları ve davranışları; ve politika yapma biçimleri ile de farklılaşırlar. Farklılaşmak durumundadırlar.
Bu nedenle; solcuların, sosyalistlerin ve bu kavramların işaret ettiği tarihsel, ideolojik ve kültürel değerlerle kendilerini bir şekilde ilişkili olarak tanımlayan akımlar ve örgütlenmeler yaptıkları eylemleri; siyaseten, ahlaken ve 'hukuken' (meşruiyet diye okuyun) savunabilmelidirler. O ünlü çizgi buradan geçmektedir ve geçmelidir. Diğer bir deyişle; hangi amaçla yapılmış olursa olsun ideoloji, siyaset, ahlak ve meşruiyet düzlemlerinde sahip çıkılamayacak ve propaganda edilemeyecek eylemler, hem özü hem de biçimi bakımından sol ya da sosyalist etkinlik değil demektir. Bu tip eylemlerde şiddet bir araç olarak kullanılmışsa, yapılan iş tedhiştir.
'Anlayışla karşılamak'
Çünkü; sıradan insanları hedef alan, masum insanlara zarar veren, onların canlarına ve mallarına kasteden; protesto edilen yaptırımın doğrudan sorumlusu olmayan kişilere, kurumlara ve diğer hedeflere saldıran kişi, grup ve örgütleri haklı kılacak, onları "anlayışla" karşılamamızı gerektirecek hiçbir tarihsel, ideolojik, politik, felsefi ve ahlaki gerekçe bulunmuyor.
Dünyada "masum insanlara da zarar verebilir" diye bombalama eylemi yapmayan ya da silahlı eylem kararlarını erteleyen birçok gerilla örgütleri var. Silahlı mücadeleyi esas alan ve fakat siyasal bakımdan sorumluluk taşımayan ve savunmasız kişilere karşı şiddeti politik bir mücadele aracı olarak kullanmayan devrimci örgütlerin sayısı hiç de az değil. Devrimci eylemde şiddetin ve silahın nasıl ve ne zaman kullanıldığının örnekleri ise devrimler tarihinde oldukça bol.
Savaş hukukuna uyulmasını talep edenler, öncelikle kendileri bu hukuka uymalıdır. Böyle bir hukukun sihirli kavramı ise" masum insanlar" sözcüklerinden oluşur. Sakınılması ve gözetilmesi gerekir.
Yugoslavyalaşma tehlikesi
Bu topraklardaki en büyük tehlikelerden biri de Yugoslavyalaşmaktır. Milliyetçi boğazlaşmadır. Bütün bölgeyi, hatta bütün dünyayı alt üstü edecek Irak'a yönelik emperyalist bir müdahalenin arifesinde; salt bir hareketin liderinin "tecrit" edilmesini gerekçe göstererek, yeniden savaş" çağrıları yapmak ve bunu destekleyen bir dizi "sivil saldırı" eylemi gerçekleştirmek anlaşılır şey değildir.
Oysa, bu topraklarda şovenizmi kırabilmek, Türküyle Kürdüyle politik eylemi ve faaliyetleri bir anaokulu öğretmeni titizliğiyle ve duyarlılığıyla yürütmeyi gerektirir.
Çünkü; kullanılan araçlar bir süre sonra amacı belirlemeye başlar. Ve eğer bu araçlar siyasal bakımdan yanlış, felsefi açıdan temelsiz ve etik olarak savunulamaz bir karaktere sahipse giderek amacı da kirletir.
Aslında saldırı sola da yapıldı
Kadıköy'de, "Savaşa Hayır" eyleminden sonra, hangi gerekçeyle olunsa olsun (çünkü gerekçe bulmak zor değildir) esnafa, çevrede bulunan halka saldırıp cam çerçeve kırmayı, insanları dövmeyi ben anlamıyorum. Bunun için hiçbir "haklı neden" göremiyorum, çok istememe karşın "makul bir gerekçe" bulamıyorum.
Daha da önemlisi; aynı zamanda bu eylemi, bugüne kadar kendilerine kayıtsız şartsız destek veren sola karşı da yapılmış bir saldırı sayıyorum. Böyle değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu "terör" eylemini yapanların solla mesafelerini bu ölçüde açmalarını, hem kendileri ve ülke bakımından hem de sol ve sosyalist hareketin geleceği açısında çok tehlikeli buluyorum. Altında başka bir hesap ve niyet olup olmadığını da merak ediyorum.
'Yurtta barış, dünyada barış'
Son olarak bir konuya daha değinmeden edemeyeceğim; sinema ve tiyatro oyuncusu Tamer Karadağlı da (ATV'deki reyting rekoru kıran 'Çocuklar Duymasın' dizisinin ünlü aktörü) Kadıköy'deki "Savaşa Hayır" eylemine katıldı ve kürsüden kısa bir konuşma yaptı. Konuşmasını da Mustafa Kemal'in "Yurtta barış, dünyada barış" sözleriyle bitirdi. Daha doğrusu bitiremedi. Çünkü, bu sözler ağzından çıkar çıkmaz yuhalanmaya başladı. (Tamer Karadağlı, konuşma yaptığı gerekçesiyle mitingden sonra polis tarafından gözaltına alındı.)
Uluslar ya da toplumlar söz konusu olduğunda; kendi değerlerine, liderlerine, sembollerine ve simgelerine saygı bekleyenlerin, öncelikle başkalarına saygı göstermeleri gerekliliği ve yuhalanan sözlerin anlamı bir yana; bu tutumda (yuhalama) daha derine inen bir sorun yok mu sizce? Bir kendine güvensizlik, solun öncülüğünde gelişse bile "savaşa hayır" demekle belirlenmiş geniş bir zeminde dahi çoğulculuğun reddi ve daha da önemlisi, marksizmle ilgisi olmayan çarpık bir tarih bilinci...
Eğer gündemde önemli bir gelişme olmazsa, bu konuyu da önümüzdeki hafta daha kapsamlı şekilde tartışmak istiyorum. Şimdilik sadece bir not düştüm. (MY)