Tarık Ziya'nın bazı sözcükleri insanın yüreğini acıtıyordu gerçekten.
Ne kadar çok acı sığdırılmış bu 80 yıla.
Ve ne kadar çok direnç...
Kendimizi bu ülkenin "yurttaşı" sandığımız, ama gerçekte "kul" olduğumuzun altını çizerken ne kadar haklı idi.
Bizden hep kul olmamız istendi.
Ya da "terk edin" dendi.
(Bu söz yeniden işitiliyor. Bir kere de faşistler gitsin bu coğrafyadan, her şey daha kolay, daha insanca olacak).
Ve burada kökenin ne olduğunun da pek önemi yoktu.
Ermeni, Kürt, Sosyalist, kaç sürgün, kaç kıyım yaşandı bu coğrafya da?
Ya kayıtsız şartsız biat ve itaat edecektiniz.
Ve "millet-i sadıka" olarak aferin alacaktınız ve yaşama hakkınız tanınacaktı.
Ya da bir anda kendinizi "hain" olarak bulacaktınız.
Ve yaşama hakkınız artık garanti altında değildi.
Bu kaderi aileniz de bölüşecek, onlara da bedel ödetilecekti.
Kendi hakkını arayıp, kulluktan eşit yurttaşlığa geçmek istemediği sürece Ermeni'den iyisi yoktu.
Sonra Kürtler aynı süreci yaşadı.
Kul oldukları vakit onlardan iyisi yoktu.
"Alavere dalavere Kürt Memet nöbete" diye atasözümüz bile vardı.
1950 öncesinde DP'liler (Demokrat Parti) polis takibi altında idi. Babam idareci olarak buna karşı koyup, "bizim görevimiz zaptiyelik" değil deyince sürgüne yollanmıştı. Sonra DP'lilerle takıştı. Ve sözde demokrasi getiren 27 Mayısçılar da onu sürgüne yollayacaktı.
Tarik Ziya ise 1950'li yıllarda sözde Demokratların yönetimi altında CHP'li (Cumhuriyet Halk Partisi) olduğu için polis takibi altında idi.
Şimdi de "düşünce suçlusu" Tayyip beyin iktidarı altında, yine yargılanmaya devam etmemiz gibi.
Kendimizi yurttaş sandığımız ve buna göre davrandığımız vakit, erk odağı bize hemen "kul" olduğumuzu hatırlatıyor.
Türkiye'de her toplumsal grup, evrensel aklını kullandığı anda, şark despotluğunun yüzü ile karşılaşmıştır. buna Türkiye sosyalistleri de dahildir. Devletin istediği forma girmeyi kabul edip, biat eden nasyonal sosyalistler hariç.
Tarık Ziya'nın toplantısında, üç kuşak sosyalist Kürt ve Türk mücadele insanını bir arada görmek çok keyifli idi.
Sevgili Pınar, babası ile birlikte oradaydı, Türkiye solunda üçüncü kuşağı temsilen. Çokları onun bebekliğini biliyordu, dedesinin arkadaşları da vardı.
Bir gelenek sürüyor, ne güzel...
İşte gerçek kardeşlik kokusu burada yükseliyordu.
Sanki bir zaman tünelinde hissettim kendimi. 1970'te Ergani kentinde tanıştığım dostlarımı gördüm 35 yıl sonra. Üniversite yıllarındaki sosyalist arkadaşlarımı. Bana Kürt halkını ilk kez tanıtan dostlarımı.
Tarık Ziya 80 yaşında ilk doğum gününü kutladı.
Kaç kuşak insanımız, kendi çocuklarının keyfini çıkaramadı. Çocuklar da babalarının...
Tarık Ziya'nın kızının sözleri de yürek yaralayıcı idi.
"Dilerim, çocuklarında yaşayamadığını, torunlarında yaşar" derken.
Bu sistemden iğreniyorum.
Çocukları, daha babaları yaşarken, onları öksüz/yetim bıraktığı için.
Ya gerçekten öksüz/yetim bırakılanlar?
Tarık Ziya'ya kardeş acısı da yaşatıldı.
Ne kadar haklı idi, "Demirel ve hempalarını" tarih önünde mahkum ederken.
Annemin, bir sözü vardı, onu "talebe katili" diye anardı. Bunu bir yazımda kullanınca, "Cumhurbaşkanına hakaret" suçlaması ile yargılanacak, beraat edecektim.
16 Mart'ta ise, George Jerjian'in "Gerçek Bizi Özgür Kılacak" kitabı yargılanacak.
Bu kez suçlama, "Devleti (Cumhuriyeti) tahkir ve tezyif etmek ve Atatürk'ün anısına hakaret etmek"...
Bu korku neden?
Neden yaşamını yarı gözaltında geçiren ve kocasını çok sevmiş olan bir kadının özel kağıtlarına bile hala yasak konuyor.
Halbuki "gerçek bizi özgür kılacak"...(RZ/BA)