Haberin İngilizcesi için tıklayın
2017 Küresel Cinsiyet Eşitsizliği raporuna göre İsveç, kadın ve erkeğin konumu bakımından 144 ülke arasındaki en gelişmiş beşinci ülke olarak yer alıyor. Tüm eğitim sistemi anaokulundan itibaren kadın ve erkeğin eşitliği üzerine inşa ediliyor.
Anne-babalık iznini tanımasından çocuk bakım merkezlerine kadar kadınların iş yaşamında karşılaştıkları engelleri azaltacak birçok yasa ile karşımıza çıkıyor. Şüphesiz ki İsveç kadınlar için dünya üzerindeki en ayrıcalıklı ülkelerden birisi.
Ancak Anna-Klara Bratt, İsveç’in bugüne kadar kendi yarattığı “eşitlikler ülkesi” imgesinde hapsolduğunu belirtiyor.
Bratt İsveç’teki ilk çevrimiçi olarak hizmet veren feminist haber dergisi feministisktperspektiv.se’nin kurucusu. Şöyle diyor:
“Bunca yıldır buranın eşitlik için dünya üzerinde bir cennet olduğuna inandık. Aslında 70’li yıllarda bir süre gerçekten de öyleydik. Ancak bu sorunun bittiği bir nokta yok bunun için sürekli olarak mücadele vermek gerekiyor.”
Tüm dünyayı etkisi altına almasından sonra İsveç’te de yankı bulan #MeToo hareketiyle ortaya çıkan sonuçlar, insanların hayallerinde bir kırılmaya neden oluyor. Sonuçlar kadınların burada ev içi ve iş hayatında birçok yönden, farklı sektörlerde cinsel tacize uğradığını ortaya koyuyor.
Anna Klara Bratt ile röportajımızı Toplumsal Cinsiyet Odaklı Habercilik konferansı için konuşmacı olarak İstanbul’a geldiği sırada gerçekleştirdik. Bratt konferansı düzenleyen IPS İletişim Vakfı/bianet’in misafiri olarak Toplumsal Cinsiyet Odaklı Habercilik Projesi kapsamında gelmişti. Projeye Kaos GL de destek veriyordu.
Anna-Klara Bratt derginin kurulma aşamasından günümüze karşılaştıkları problemleri, İsveç’teki feminizmin mücadelesini ve eksikliklerini anlattı.
feministisktperspektiv.se İsveç’teki ilk çevrimiçi feminist haber dergisi olarak biliniyor. Böyle bir projeye başlamaya nasıl karar verdiniz?
10 yıl boyunca cinsiyet eşitliğini işçi sendikasının yayınlarında sağlamaya çalışmamızdan sonra Feministisk Perspective’i hayata geçirmeye karar verdik. Ayrıca o zaman feminizme karşı bir nefret dalgası vardı. Sadece feminist karşıtlarının yazıları yayınlanıyordu, feminist çevreler sessiz kalıyordu.
Biz yayına başladığımız zaman birkaç saat içinde bir sürü abone kazandık. Asıl problemimiz editör kısmındaydı. Okuyucu ya da katılımcılar açısından bir eksiği yoktu çünkü zaten İsveç’te birçok feminist gazeteci ve akademisyen mevcut.
İlk aboneli çevrimiçi dergi
Alanınızda öncü olmanızın ne gibi faydaları ve zararları oldu?
Biz iki açıdan öncü bir çalışma yaptık. İsveç’teki ilk feminist haber gazetesi ve aynı zamanda da ilk aboneli çevrimiçi dergiydik. Yıllar boyunca basılı dergide çalışan biri olarak şunu söyleyebilirim ki en büyük avantajı dağıtım. Görme engeli olan kişiler dahil herkese ulaşabiliyoruz, tüm dünyaya dağıtabiliyoruz.
İki de olumsuz tarafı var. Okuyucular hala çevrimiçi bir dergi için para vermeleri gerektiğini kabul etmekte zorlanıyorlar. Bir başka olumsuz yanı da teknik harcamalar. Zaman zaman paramızın çoğunun gazetecilik için değil de teknik için gittiğini düşünüyorum.
Dergiye karşı herhangi bir tepkiyle karşılaştınız mı?
Kalabalık bir nefret grubumuz var. Hatta daha yayına başlamadan önce büyük haber dergilerinden biri “Gerçekten feminist bir haber gazetesine ihtiyacımız var mı?” diye bir anket düzenlemişti. Bizim “nefretçi troller” dediğimiz troller ise binlerce kişiyi mobilize edip “Hayır, onlara ihtiyacımız yok” diye kampanya yürütmüşlerdi. Ancak bir yandan da binlerce feminist evet diyordu.
Peki ya yayına geçtikten sonra?
Hala nefret ediyorlar. Ama İsveç’te dokuz - on milyonluk bir nüfusumuz var ve her ay bizi 70 bin kişi okuyor. Okuyucu sayımız sürekli artıyor ve her seferinde yeni insanlara ulaşıyoruz. Mesela şunu görüyoruz ki makalelerimizi okuyan erkek sayısı gittikçe artıyor. Bütün bu verilere bakıp birçok şey öğreniyoruz. İnternetten önce böyle bir imkanımız olmuyordu. Nefret edenler ise ne yazdığımıza göre bir artıp bir azalıyor.
Daha önce de bir işçi sendikası dergisi olan “İşçi” sizin editörlüğünü yapmaya başlamanızla büyük bir değişim geçirmişti. Dergide eşit sayıda kadın ve erkeğin çalışmasını ve eşit olarak temsil edilmesini sağladınız. Türkiye’de de işçi sendikaları erkeğin egemen olduğu alanlardan biri. Böyle bir değişimi nasıl sağladınız?
Dört aşamadan oluşan yapısal bir metot kullandık. Elemanlar arasında, yapıda ve güç kullanımında, dergi içeriklerinde ve aynı zamanda çalışma yerinde sorumluluk almada cinsiyet dengesini gözettik.
“Erkekler her yerdeydi, köşe yazılarında, röportajlarda…”
Bunu yaptığımız zaman çok fazla tepki aldık. Çünkü erkekler her yerdeydi. Köşe yazılarında, röportajlarda, resimlerde, çalışanlarda ve yönetim kurulunda. Ancak sendikanın üyelerine baktığımızda görüyorduk ki daha fazla kadın yer alıyordu. Bu oldukça dikkat çekici; çünkü İsveç’te kadınlar, erkeklere göre daha kötü çalışma koşullarına sahip. Bu yüzden böyle bir değişim istedik. Ancak insanlar bize sınıfsal çatışmanın yeterli olduğunu bir de kadın ayrımı yapılmaması gerektiğini söyledi. Klasik sol anlayışı.
Sonrasında da Gender Balance (Cinsiyet Dengesi) isimli bir metot kitabı yazdık. “İşte bu iş böyle yapılır. Artık kimse bize bunun imkansız olduğunu söyleyemez” diye düşünüyorduk. Ne var ki işçi sendikaları Avrupa’nın da genelinde olduğu gibi zayıflamaya başladı. Biz de o zamana kadar öğrendiklerimizi ve en iyi habercilerimizi alıp yeni bir dergiye başladık.
“Çamaşırlarla ve makalelerle aynı anda uğraşıyoruz”
Sizi başarılı bir feminist kadın olarak tanımlayabiliriz. Feminist olmanın günlük yaşamda size nasıl engelleri oluyor?
Çocukları, ebeveynliği ve işi bir araya getirmek. İyi bir çocuk bakımı sistemimiz var ama aynı zamanda tek başımayım. Günlük yaşamım daha da karmaşıklaştı. Şimdi bu dergide çalışanların çoğunluğunu çocuklu, köpekli ve ev işleriyle uğraşan kadınlar oluşturuyor. Bizim elbette bir editör odamız var ancak onun dışında herhangi bir yerden çalışabiliyoruz. Eski usul bir iş yerimiz yok. Yani çamaşırlarla ve makalelerle aynı anda uğraşabiliyoruz. İnternetten önce böyle bir şey mümkün değildi şimdi nerede istersek oradan çalışabiliyoruz. Burada da sorun şu ki her zaman çalışıyoruz, tatillerde bile. Buna aldırış etmiyoruz ama çocuklarımız bundan dolayı yakınabiliyor.
Finansal olarak zor koşullarımız var. Çevrimiçi dergicilikten para kazanmak çok zor özellikle de feminist dergicilikten. Bu yeni bir gazetecilik anlayışı. LGBTİ+ bakış açısı ve uluslararası bakış açısı gibi birçok bakış açısından bakıyor. Herkese hitap eden bir dil oluşturmaya çalışıyoruz. Göçmenlerin de akademisyenlerin de bizi anlamasını istiyoruz.
“İsveç'in eşitlik için dünya üzerinde bir cennet olduğuna inandık”
İsveç’te da yankı bulan #MeToo hareketinden sonra farklı sektörlerdeki kadınların yarıya yakınının iş hayatında cinsel tacize uğradığı ortaya çıktı. Ülkenizde bu sonuçlar nasıl karşılandı?
Bence buradaki problem İsveç’in öz imgesi. Bunca yıldır buranın eşitlik için dünya üzerinde bir cennet olduğuna inandık. Aslında 70’li yıllarda bir süre gerçekten de öyleydik. Ancak bu sorunun bittiği bir nokta yok bunun için sürekli olarak mücadele vermek gerekiyor. Tamam çocuk bakımı, yaşlı bakımında iyi çalışan sistemler kurduk ancak 30 yıl sonra baktığımızda görüyoruz ki erkek kadın arası maaş farkı hala yüzde 20 civarında.
Sanıyorum ki İsveç 70’li yıllardaki değişimlerden çok tatmin oldu ve tüm dünyaya bu resmi yansıttı. Sonra bir gün baktık ki kadınlar cinsel taciz ile her gün, her iş yerinde karşılaşıyorlar. Bu bir şok etkisi yarattı. Bu sonuca tek şaşırmayan kadın sığınma evleriydi. Onlar zaten durumun farkındalardı. Kısacası İsveç’te yapılacak daha çok fazla şey var ve bunu kendini dünyadaki en harika toplum olarak gören bir topluluğun içinde yapmaya çalışmak oldukça zorlayıcı oluyor.
Baskının çok yoğun olduğu yerlerde insanlar daha yaratıcı olabiliyor.
Biz de başka ülkeler ile iletişim halindeyiz çünkü onlar daha yaratıcı. Onlar bir yalanın içinde yaşamıyorlar. Oldukça kızgınlar. Açıkçası buradaki üniversitelerin durumu ve LGBTİ+ hareketi hakkında öğrendiklerim oldukça ilgi çekiciydi. Eğer zor bir durumdaysan daha keskin oluyorsun. Analizlerin daha keskin oluyor, direnmek daha keskin oluyor, düşünceler daha keskin oluyor. Ve böyle de olmalı. (EÜ/HK)