2004 yılı, benim 50'inci yaş yılım olduğu için olacak, yılbaşı gecesi bile dayanamayıp erken düşmüştüm yatağa, onun için de gazetemizin editöründen ve dahi Açık Site'deki editörüm Melih Kafa kardeşimden izin istedim bir aylık.
Bu iznin sırasında, Paris'i, Clermont Ferrand nşehrini, Lyon 'u ve elbette İstanbul'u gezdim yeniden.
Paris'e iki kere gittim. İlk gittiğimde sevgili Gökşin Sipahioğlu SİPA'sız kaldığı için, tatil matil dinlemeyip, röportaj yaptım ve sizlere ulaştırdım. Ama, ne yalan söyleyeyim, pek şenlikli geçen Paris Çin Yeni Yılı (Maymun Yılı) şenliklerinden bir kare bile resim çekmeden döndüm. Yiğidin kuşamı yanındaydı olmasına ama, tatildeyim ya... Ellemedim...
İstanbul'da, ilk kez Melih Kafa ile yüz yüze geldim ve sayfalarımızın hazırlanmasını izledim, Dilek Hepgüler ile burun buruna oturduklarını hiç bilmiyordum, sanki başka odalarda, başka katlardaymışlar gibi, mesajlar gönderiyordum onlara..
İstanbul'da olup da yeniden açılan Markiz'e gitmemek olmazdı. Gittim. Bir dolu da not aldım, Markiz belgeseli ile, son hali üzerine yazacaklarımı bekleyin..
Bu arada, yazarımız Sinan Çakaloz'un gözü aydın!.. İstanbul pazarlarında ses kirliliği (onun deyimine yaklaşık biçimde söyleyiverdim) bitiyormuş, artık güzelim pazarcı avazları da tarih oluyor anlayacağınız. Eeee, ne yapalım yıllar geçiyor işte...
İstanbul bu kez iyi mi geldi, kötü mü bilemedim doğrusu. Teşvikiye'de, eski Teşvikiye evlerinden birisinde kaldım, bir arkadaşımın evinde, İstanbul'a ikinci göçümde yaşamış olduğum Şehit Mehmet Sokağındaki Emek Apartmanının tam arkasındaki apartmanda. Penceresinden Boğaz görünüyordu.. Heyecanlandım ama bu heyecanı yeterince yaşayamadım, bir garip duygudur çöktü içime.. Hayırdır dedim, geçtim...
Bir öğlen Kandilli'de balık yedim arkadaşlarımla. Meğerse ben Kandilli'yi hiç bilmezmişim de haberim yokmuş. Öyle bir yoldan sürdüm ki otomobili, Kandilli'ye vardığıma ben bile şaşırdım. Hey gidi İstanbul, heeey dedim içimden..
Gönül yâresi içimde, çıktım döndüm bizim buraya. Usta Fransız devlet yönetimi iyice çuvallamaya başlamış. Paris'teki café sohbetleri onu gösteriyor.
Fransızlar, sigara fiyatlarının arttırmaya başladığı kaçakçılıktan hem memnunlar, hem de kızıyorlar. Memnunlar çünkü bir paket sigaraya 5,- Euro para vermek istemiyorlar, kızıyorlar çünkü, ikinci savaştan bu yana pek öyle karaborsacılık falan görmemişler...
Öte yandan, türban meselesi de canlarını sıkıyor, her köşede bir türban direnişidir gidiyor. Şimdi hükümetin hazırladığı kamu yerlerinde dinsel simgelerin kullanılmamasına dair yasa meclise ve senatoya geliyor, seyreyleyin siz patırdıyı...
Fransızların ünlü TGV, hızlı giden treni ile önce Nice'den Lyon'a gittim ve orada aktarma yapıp TER dedikleri normal trene bindim. Clermont Ferrand şehrine vardığımda saat 22.30 falandı, acıkmıştım da...
Gar civarında tek açık yer Kervansaray Kebapçısıydı. Şırnaklı çocukların servis yaptıkları bu kebapçıda karnımı doyururken, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği üzerine süren tartışmaları düşünmeden edemedim.
Kim neyi tartışıyor? Clermont Ferrand şehrinde, gecenin bir saatinde, dininin, diliniz ve milletiniz ne olursa olsun sizi doyuracak çocuklar Şırnak'tan gelmişler, harika Fransızca konuşuyorlar; denemedim ama İngilizce'yi de kıvırır onlar... (CA/NM)