Yaklaşık beş yıl önce Frederike Geerdink ile İstanbul’da tanışmıştım. Haber yapmak üzere Diyarbakır’a gelmek istediğini söylemişti. ‘Yardım ederim’ demiştim. Bir iki haber, röportaj yapıp dönmek istediğini sanmıştım. Öyle değilmiş niyeti, Diyarbakır’a gelince öğrendim. Kürt sorunu üzerine kafa yoruyor ve meseleye vakıf olmak için uzun süre kalmak istiyormuş Diyarbakır’da. Bu ilgisinin beni sevindirdiğini belirtmem lazım. Çünkü Avrupalı bir gazetecinin konuyla ilgili yazdığı her satırın, bir Kürt gazetecinin yazdıklarından daha büyük bir etki gücüne sahip olduğunu geçen zaman göstermişti bize. Bir gazetecinin yapacağı haber bu köklü sorunu çözecek değildi elbette, ancak objektif bir habercilik bile, Avrupalıların Kürt sorunu hakkında bilgi edinmesine ve belki kamuoyunda bir duyarlık yaratılmasına olanak sağlayacaktı.
Öte yandan Diyarbakır’daki koşullarla ilgili uyarmam gerekiyordu. Bir yıldır Diyarbakır’da gazetecilik yapıyordum ve bu hiç kolay değildi. KCK operasyonu, Van depremi, Roboski katliamı, Kürt medyasına yönelik baskıların baskına dönüşmesi…
Bunların yanı sıra PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit vardı ve bütün bölge çok gergindi. Tepkiler sokağa taşmaya başlamıştı ve devletin güvenlik güçleri en ufak bir eyleme bile izin vermiyordu. Dolayısıyla neredeyse her gün bir çatışmaya tanıklık ediyorduk. Göstericiler bazı yayın organlarına hiç iyi gözle bakmıyor ve polis, bir ikisi hariç, bütün medyadan nefret ediyordu. Kısacası Diyarbakır’da yaşamak ve gazetecilik yapmak için türlü zorlukları göze almak gerekiyordu. Ayrıca güç koşullar, bir kadın için ikiye katlanıyordu.
Frederike Geerdink, beni dinledikten sonra, kırık Türkçesiyle, “Biliyorum, ama ben gazeteciyim” demişti.
“Ama ben gazeteciyim” oldukça iddialı bir cümleydi elbette, ama Frederike, sonuna kadar bu iddianın arkasında duracağını kısa zamanda gösterdi. Bağımsız gazeteci olmanın avantajlarını da kullanarak, nerede bir haber varsa ikirciksiz oraya koştu.
Çalışma alanını Diyarbakır’la sınırlı tutmadı, bütün bölgeden haberler geçti çalıştığı yayın organlarına. Roboski’de aylarca kaldı ve nitelikli bir kitaba imza attı. Diyarbakır’daki siyasi atmosferin nabzını tutmaya çalıştı, ama bununla yetinmeyip Kandil’e kadar uzandı ve KCK’nin üst düzey yöneticileriyle röportajlar yaptı. Yüksekova’da canlı kalkan eylemi yapanlarla birlikte gözaltına alındığı haberini alınca şaşırmadım bu nedenle. Orada bir haber vardı ve Frederike oradaydı. Gazeteci olarak doğru yerdeydi yani, doğru olmayan gözaltına alınması, daha sonra sınır dışı edilmesiydi.
Diyarbakır’da yaşamaktan ve burada gazetecilik yapmaktan mutluluk duyan Frederike şimdi doğduğu topraklarda, Hollanda’da. Ama aklı ve kalbi Diyarbakır’da.
Bir söyleşi için epey uzun sayılabilecek bu giriş yazısını, aklımdaki Frederike’yi paylaşabilme kaygısı var elbette. Daha önce özel sohbetlerde sorduğum soruları, bir de gazeteci olarak sormak istedim. Kırmadı ve gönderdiğim sorulara kısa sürede cevap verdi. Türkçesi gayet iyi olduğu için, verdiği cevaplara küçük düzeltmeler yapmakla yetindiğimi de belirtmek isterim.
İşte Türkiye’nin sınır dışı ettiği Frederike Geerdink…
Gazeteciliğe nerede, ne zaman başladın?
Hengelo’da doğdum. (24 eylül 1970), Hollanda’nın en sıkıcı şehrinde. 1988’de (17 yaşındaydım), Hengelo’yu terk ettim ve gazetecilik okumaya başladım. 1992’de okulu bitirdim, ama iki yıl önce, 1990’nın yazında, ilk defa yerel bir gazete için yazdım: O zaman, bu yaz 25 senedir gazetecilik yapıyorum. Okul bitince, büyük bir dergi şirketinde çalışmaya başladım ve 2000’e kadar kadın dergilerinde çalıştım. Genelde sağlık ve sosyal sorunlarla ilgili yazdım. Ama 8 seneden sonra bıktım, serbest ve tam bağımsız olmak istedim ve patron istemedim. O zaman 2000’de serbest çalışmaya başladım. Yine sağlık ve sosyal konularla ilgili yazdım, ama çok ayrı dergiler ve gazeteler için. Başarılıydım, ama yurtdışına gitmek istedim. Zaten okuldan önce bile bazen şöyle söylerdim: ‘Rusya’da gazetecilik yapacağım.’ Ama henüz yurtdışında gazetecilik yapmakla ilgili hiçbir bilgim yoktu elbette. Serbest çalışırken birkaç kere yurtdışına gittim. Hindistan, Filistin, İsrail ve Doğu Timor’a gittim, röportajlar yapmak için.
Sonra bir kursa katıldım, 2004’te. Kursta, yurtdışında serbest gazetecilik nasıl, hangi koşullarda yapılır öğretiliyordu. Hangi ülke uygun? Bu önemli bir şey, mesela o ülke ve Hollanda arasında ilişkilerin olması lazım ve tabii ki Hollanda ve Türkiye arasında çok bağlantı var: Ekonomi, sosyal, göç, tatil, AB, falan. Nerede hayat çok pahalı değil mesela Moskova çok pahalı ve serbest çalışanlar için zor bir şehir. Medya için hangi bölge ilginç? Türkiye ilginç, ama çevredeki ülkelerde tabii ki. Sonra düşündüm: Belki Türkiye’ye gidebilirim. İki sene sık sık Türkiye’ye gittim, her zaman çalışabilirdim, her zaman farklı dergiler için yazabilirdim ve bu da çok önemliydi. Türkiye’de olmayı sevdim. Aralık 2006’da bavulumu topladım ve geldim.
Özgür Gündem dağıtan iki çocuk…
Kürt sorunu ne zaman ve nasıl dikkatini çekti?
İnsan haklarıyla hep ilgilendim zaten, çocukken bile. Okulda bir konuşma yapmam gerekiyordu ve Uluslararası Af Örgütü’yle ilgili konuştuğumu hatırlıyorum. Gazetecilik okurken (1991-1996 gibi) gönüllü olarak Uluslararası Af Örgütü’nün gençlere yönelik hazırlanan dergisi için yazdım. Hatırlıyorum, bir makale yazdım iki Kürt çocuğu hakkında. Çocuklar Özgür Gündem gazetesi dağıttığı için tutuklanmışlardı. Demek ki yaklaşık 25 sene önce Kürtlerle ilgili yazmaya başlamışım.
Türkiye’ye geldikten sonra çok farklı konularda yazdım: Ekonomi, kadınların hayatı, Ermeniler, Kürtler, Aleviler, siyaset, turizm... İlk seneler Türkiye’yi tam anlamadım, Türkiye kolay bir ülke değil ve o yüzden sadece röportajlar yazdım, köşe yazısı falan yoktu. Kürtlerle ilgili de yazdım, ama kendi görüşlerimi paylaşmadım, çünkü tam bir özgüven hissetmiyordum ve yeterli bilgim yoktu.
Her şey 28 Aralık 2011’de değişti: Roboski katliam oldu. İstanbul’daydım ve ne olduğunu orada hiç anlamadım. Kitabımda bunu yazdım: Köylüler kim? Niye hem koruculuk hem kaçakçılık yapıyorlar? Niye ‘bu bir kaza değil’ diyorlardı ve kaza değilse, niye devlet böyle bir şey yaptı? Katliamdan beş gün sonra ilk kez Roboski’ye gittim ve sonra sık sık gitmeyi devam ettim. Araştırma yaptım, çok kişi ile konuştum ve aylar sonra bununla ilgili bir kitap yazmanın iyi bir fikir olduğunu düşünmeyi başladım. Daha fazla araştırma yapmam lazımdı ve geçen zaman içinde çok şey öğrendim. Dersim katliamını araştırdım (bir isyan yoktu, bu bir katliamdı); Şeyh Said isyanıyla ilgili okudum ve uzmanlarıyla konuştum (isyan Kürdistan için mi, yoksa hilafet için mi yapılmıştı, hâlâ tartışılıyor); PKK’nin tarihini araştırdım (bu bir terör örgütü değil, bu bir silahlı siyaset hareketidir). Türkiye’deki milliyetçiliği araştırdım yeniden ve milliyetçilerin neden devlet gibi davrandığını öğrenmeye çalıştım.
O aylar çok ilginçti, çok yeni şeyler keşfettim ve Türkiye ve Kürt siyasi hareketini daha iyi anlamaya başladım. Ve o yüzden daha özgüven hissetmeye başladım ve köşe yazmaya başladım. Bunu çok sevdim, görüşlerim zaten vardı tabii ki, ama şimdi yeterli bilgim vardı ve onları paylaşabilmek için köşe yazısı yazmak güzeldi. Kürtler haklı, o kadar basit. Niye haklı, şimdi çok iyi anlatabilirim. Ama Türkiye ve Türklerin perspektifini de çok iyi biliyorum ve o yüzden ‘orientialism’ (doğubilim) yapmıyorum -bence.
İstanbul’da yaşıyordun, ancak daha sonra Diyarbakır’a yerleştin. Neden?
Kitabım için. Sık sık Roboski’ye gittim ve İstanbul’dan çok pratik değildi. Sadece 3 ya da 4 ay için gittim, ama sonra Amed’i terk etmek istemedim. Bir, bir bucuk yıl iki şehirde yaşadım. Üsküdar’da bir evim vardı ama genelde başka biri orada yaşıyordu, kiracılar buldum. Sonra Amed’te kalmak istedim, İstanbul’a geri dönmek istemedim. Amed’i, insanlarını sevdim. Amed’te her zaman siyaset konuşuluyor ve bunu seviyorum, bos konuşamıyorum ve laklak yapamıyorum. Aynı zamanda, İngilizce medya için de yazmak istiyordum ve İstanbul’dan bunu yapmak biraz zordu, çünkü anadili İngilizce olan çok gazeteci var orada. Amed’te tek yabancı gazeteci oldum. Yabancı gazeteciydim, ama Kürdistan’a içeriden bakan bir gazeteci oldum. İstanbul’daki gazeteciler tam anlayamıyorlar ve bu nedenle farklı görüyorlar Kürdistan’ı. Ben Kürtlerin içinden bakıyorum ve dünyanın buna ihtiyacı vardı bence. Kürtler çok büyük, önemli ve güçlü bir halk. Bu yüzden dünyanın onları tanıması lazım bence.
Avrupa’daki yayın organları için haber yapıyorsun. Avrupa medyasının konuya ilgisini, yaklaşımını nasıl değerlendirebilirsin? Senin Kürtlerle ilgili yazdıklarına herhangi bir müdahale oluyor muydu?
Avrupalılar Kürtleri merak ediyorlar ve bu merak giderek büyüyor şimdi. Çünkü Kürtler IŞİD’e karşı çok iyi ve güçlü savaşıyorlar. Kürtlerin rolü büyüyor. Batı medyası da, bu nedenle, Kürtlerle ilgili daha çok haber, makale istiyor.
Yazılarıma hiç müdahale edilmedi. Sansür yok Batı’da. Ve bana güveniyorlar, yazdığım şeylere inanıyorlar.
Daha önce polis Diyarbakır’daki evini basmış ve gözaltına almıştı seni. Gözaltındayken polis en çok ne soruyor sana?
Çok kolay şeyler sordular. Örgüt üyesi misiniz? Hayır. Cemil Bayık ile konuştunuz mu? Evet, ve bu bir sır değil ve yasak bir şey değil. Twitter’da ne paylaşıyorsunuz? Twitter’a bakın lütfen, orada yazdıklarımın hepsini okuyabilirsiniz. Böyle şeyler.
‘Canlı kalkanların heykeli dikilmeli’
Yüksekova’da canlı kalkan eylemini izlerken, eylemcilerle birlikte gözaltına alındın. Burada polis sana ve eylemcilere nasıl davrandı?
Yüksekova’ya geri dönerken polis/asker vardı yolda ve fener ile herkese bakıyorlardı. Komutan bana ‘Kimsiniz’ diye sordu. Ben, ‘Hollandalı gazeteciyim’ diye cevap verdim ve o çok kızdı: ‘Niye buradasın? Senin ülkende yeterli haber yok mu? Niye burayı karıştırıyorsunuz?’ Ben sustum tabi.
İki dolmuş vardı ve her dolmuşa bir komando yerleşti, büyük bir silah ile. Önce havalimanına getirdiler, ilk aramayı yapmak için. O zaman düşündüm, Yüksekova havalimanı bunun için kullanılıyor ve böyle bir şey bekleyebilirdik ve o yüzden PKK devletin yeni inşaat yapmasını istemiyor. Sonra polis/ordu yerine getirdiler bizi.
Orada sorgulama yaptılar. İyi İngilizce bilen iki adam vardı. Kendimi bir filmin içinde gibi hissettim. ‘Yasak bölgeye gittiniz, biliyor musunuz?’ ‘Yok, kesinlikle bilmiyordum.’ Ve ne yaptılar? Güldüler! Ne kadar komikti! Ben dedim, ‘Tiyatro yapmayacağım, yalan söylemiyorum, gülerseniz gülün.’ Sonra ‘Güvenliğiniz, hayatınız bizim için gerçekten çok önemli, o yüzden endişeleniyoruz’ dediler. Ben de, ‘Hayatıma önem veriyorsanız, sigaranızı söndürebilir misiniz lütfen?’ dedim -ve söndürdü.
Beni ve canlı kalkan eylemine katılan beş kadını bir bodruma götürdüler, hücreye koydular. Yeterli battaniye vardı ve acıktığımızı söyleyince poğaça ve kek verdiler bize. Kötü davranmadılar, ama gözaltına almak zaten çok büyük bir adaletsizlik, bu büyük bir kötü bir davranıştır. Canlı kalkanlar için güzel bir heykel dikmemiz lazım bence, hücreye atmak çok büyük bir adaletsizliktir. Onlar gerçekten hiç kimse ölsün istemiyorlar, ne PKK’li ve ne asker. Devlet farklı bir gezegende yaşıyor, onlar barışın ne olduğunu bile bilmiyorlar. Devlet siyah/beyaz bakıyor, canlı kalkanlar kalplerinden bakıyor. Onlara çok, ama çok saygı duyuyorum.
Türkiye’deki son gelişmeleri, artan şiddet olaylarını nasıl değerlendiriyorsun?
Türkiye için ağlayabilirim. Şiddete hiç gerek yok ve hiç kimse istemiyor. Erdoğan gücünü kaybetmek istemediği için savaş yeniden başladı. Kaç sivil, kaç PKK’li, kaç asker öldü? Ve ne için? Bir adam için. Çok utanç verici bir şey.
Tabii ki çok kişi söylüyor: PKK de şiddet yapıyor, onlar da savaşıyorlar. Bu doğru, herkes bunu görebilir. Ama en büyük sorumlusu devlettir. Çünkü devletin her vatandaşın güvenliği için sorumluluğu var, sadece Erdoğan’ı sevenler için değil. Ve Erdoğan’ı sevenler de ölüyorlar, fakir, zorunlu asker olarak. Onlar sadece 18, 19, 20 yaşındalar, niye devlet onları savaş bölgesine gönderiyor? Onlar genç, onlar normal bir hayat istiyorlar, evlenmek istiyorlar, baba olmak istiyorlar, bir kadını sevmek istiyorlar. Devlet izin vermiyor. Ölüyorlar ya da travma geçiriyorlar. Bu çok büyük bir utanç, çok büyük bir adaletsizliktir.
Ben eminim, devlet şiddeti durdurursa, PKK de bunu yapacak. Bese Hozat ile konuştum Agustos’ta ve o da söyledi: Yeni bir ateşkes olabilir, ama şartlarımız var. Ve şartları hiç mantıksız değil: Yeni askeri yollar/köprüler, yeni karakol/kalekol istemiyorlar; tutsaklar serbest kalsın falan. Türkiye şiddetsiz bir demokrasi istiyorsa, zaten böyle şeyler yapması lazım.
Ve Öcalan’a tecridin kaldırılması lazım tabii ki, hemen. Şehirdeki gençler onu dinliyorlar, o isterse şiddet durabilir. Hükümet onu aylardır neden tecrit altında tutuyor? Belki savaş istiyor. Belki...
Sınır dışı edilmeyi bekliyor muydun? Ve bu kararı nasıl değerlendiriyorsun?
Yok, beklemiyordum. Bekleyebilirdim tabii ki, ama bununla ilgili düşünmek bile istemedim. Devlet benden nefret ediyor, ne yapabilirim? Belki şöyle demek daha doğru: Devlet benden korkuyor. Bu iyi bir şey: otoriteler gerçek gazetecilerden korkmalı, çünkü gerçek gazeteciler onları gösteriyor.
Bu bana karşı bir karar, ama aynı zamanda tüm yabancı gazetecileri de ilgilendiren bir karar, çünkü bu karar bence onları da tehdit ediyor. Ama en önemlisi, Kürt halkına karşı bir karar. Şimdi Kürtlerin sorunlarını gören iki göz azaldı. Kürtler devlet tarafından öldürülüyor ve şimdi daha az kişi bunu gösterebiliyor. Kürtler için tehlikeli bir karar. Bunu için de ağlıyorum.
‘Amedê hez dikim’
Bundan sonra ne yapacaksın?
Bakalım. Geri dönmek istiyorum ve aynı zamanda Kürdistan’ın sadece Kuzeyi yok: Batı’ya ya da Güney’e gidebilirim ve belki rojhılat’a (Doğu’ya) bile gidebilirim. Avrupa’daki Kürtlerle ilgili de yazacağım, zaten bazı yayın organlarıyla konuştum, Avrupa’daki Kürtlerle ilgili makale istiyorlar. Sakine Cansız’la ilgili de yazmak istiyorum. Devlet bu sınır dışı etme kararından pişman olacak.
Yaklaşık 4 yıl yaşadığın Diyarbakır için ne söylemek istersin? Sınır dışı edilme kararı kalkarsa geri döner misin?
Kalkarsa hemen geri döneceğim. Amed’i, Amed halkını ve sokaklarını çok özlüyorum, arkadaşlarımı özlüyorum. Tüm Kürdistan’ı özlüyorum: Amed’te yaşadım, ama her zaman yoldaydım Kürdistan’da, sen de biliyorsun. Amedê hez dikim (Amed’i seviyorum) ve o seneleri asla unutmayacağım, unutamam. Bak, simdi tekrar ağlıyorum. Ne zaman geri dönebilirim? (VE/HK)
* Ayrıca www.journalistinturkey.com adlı bir blogu var.