Şu kadarını söyleyelim ki, Paris'teki ayaklanmayı ortaya çıkaran dinamiklerin çoğu, ziyadesiyle bizde, özellikle İstanbul'da mevcut. İstanbul'un tarihi kent dokusunda ve çeperlerinde öylesine bir "nefret" topu büyüyor ki, bunu göremeyenler aymazlıklarının farkına ancak o top patladığında varacaklar.
O zaman da vakit çok geç olacak. Eğer Avrupa'daki "varoşları" ayaklandıran yoksulluk, yoksunluk ve tecrit ise onun ziyadesiyle İstanbul'da olduğunu daha önce belirtmiştim. Bir kez daha üstünden gidelim.
Gelir eşitsizliği uçurumu
İstanbul, Türkiye gelirinde hatırı sayılır büyüklükte ama gelirin bölüşümündeki eşitsizlikte parmak ısırtıyor. Ülke kullanılabilir gelirinin yüzde 27.5'ine sahip olan İstanbul'da gelir eşitsizliği katsayısı (gini katsayısı) 0.59. Bu oranın Türkiye geneli için 0.49 olduğunu belirterek dehşetli farkı ifade edelim. Türkiye, dünya geneline ait gini oranıyla sıralamada 20'nci eşitsiz ülke.
Eğer İstanbul'u bir ülke olarak kabul etseydik, bu gini oranıyla İstanbul, gelirin en adaletsiz dağıldığı ülkeler sıralamasında 6. sırayı alırdı. İlk sıranın 0.63 gini oranı ile Siera Leona'ya ait olduğu eşitsizlik liginde, ikinci sıra Brezilya'nın, üçüncü sıra Guatamala'nın. G.Afrika ve Paraguay'dan sonra gelirin en eşitsiz dağıldığı ülke İstanbul olurdu.
Türkiye gelirinin yüzde 27.5'ini paylaşan İstanbul'da en zengin yüzde 1'lik ayrıcalıklı nüfus, gelirden yüzde 30'a yakın pay alıyor. Buna karşılık nüfusun yüzde 76'sını oluşturan yoksul ve alt-orta gelirli grup, gelirin yüzde 31'ini alıyor. Yani İstanbul'da yüzde 1'lik azınlığın gelirden aldığı pay, yüzde 76'lık yoksul ve orta gelirlinin gelirine ulaşıyor. Böylesi bir eşitsizlik, tek başına İstanbul'u patlamaya hazır bir bomba yapmaz mı?.
Her 5 kişiden biri işsiz ve atıl
Bu gelir uçurumunu daha da artıracak bir ekonomik süreçten geçiyor Türkiye. İşsizlik tüm ülkede büyürken İstanbul'da daha da büyük afet haline geliyor.
Türkiye genelinde açık işsizlik yüzde 10 dolayında gezinirken İstanbul'da yüzde 15'i buluyor. Buna bir de eksik istihdam eklendiğinde atıl işgücü oranının yüzde 20'yi bulduğu gözleniyor. Bu, her 5 kişiden birinin işsiz, atıl olması demek, 700 bini bulan işsizler ordusu demek.
Sosyal devlet "out"
Yoğun yoksulluk ve işsizliğe karşın, devlet, İstanbul'da gelir adaletsizliğini vergi ve harcamalarla iyileştirme çabasından da uzak.
İstanbul, Türkiye'nin vergi gelirinin de yüzde 40'ının toplandığı metropol olmasına karşılık İstanbul'a genel bütçeden yapılan kamu harcamaları çok düşük. 2004 yılında toplam gelirdeki payı yüzde 37 olan İstanbul'un kamu harcamalarından aldığı pay ise yüzde 3.7 dolayında kaldı. Gerek su, enerji, yol gibi yatırımlar gerekse eğitim ve sağlık hizmetleri açısından İstanbul, birçok Anadolu kentine göre geri durumda.
Özellikle 2001 krizi sonrası IMF destekli istikrar programlarında yer alan "mali disiplin" yaklaşımı kamu yatırımlarının iyice azalması sonucunu getirince, birçok büyük kent gibi İstanbul da yeni kamu yatırımlarından, hizmetlerinden mahrum kaldı.
Eğitim eşitsizliği İstanbul'da başlı başına bir sorun. İstanbul genelinde 56 olan derslik başına öğrenci sayısı, bazı çevre ilçelerde 100'ü buluyor. Okul başına düşen öğrenci sayısı 953. Okul öncesi okullaşmanın yüzde 14 gibi küçük bir oranda kaldığı İstanbul'da ortaöğrenimde okullaşmanın da yüzde 75'i geçemediği, yani, ortaöğrenim yaşındaki çocukların dörtte birinin ortaöğrenime devam edemedikleri görülüyor.
Resmi ilköğretim kurumlarında derslik başına 62 öğrenci, şube başına 43 öğrenci düşüyor. Bu sıkışıklık 745 okuldaki 15 bin 294 derslikte ikili öğretim yapılarak hafifletilmeye çalışılıyor. İkili eğitim de hesaba katıldığında resmi ilköğretim kurumlarında derslik başına 43 öğrenci düşüyor.
Bütçede sağlık harcamalarının payı yüzde 3'ü aşamıyor
Eğitimde olduğu gibi, sağlıkta da, Türkiye, 2000 sonrası izlenen IMF destekli istikrar programlarının kamu harcamalarını daraltıcı yaklaşımı nedeniyle yeterli hizmet alamıyor. Bütçede sağlık harcamalarının payı yüzde 3'ü aşamıyor. Türkiye genelinde yaklaşık 56 bin kişiye bir hastane düşüyor.
İstanbul'da kamu hastanesi sayısı 191 ve yatak sayısı da 34 bin dolayında. İstanbul'a 11 bin 500 kamu hekimi hizmet veriyor. İstanbul'da 53 bin kişiye 11 hastane düşüyor. İstanbul, özellikle doktor ve yardımcı sağlık personeli sıkıntısı çekiyor. Doktor başına nüfus 871'i, hemşire başına nüfus 1094'ü bulmuş durumda.
Ülkenin en gelişmiş ili olmasına karşın bebek ölüm hızı binde 24 dolayında. Hastanelerin 140'ında yoğun bakım ünitesi ve 3672 yatak var. 12 milyonluk kentte, yoğun bakım hastaları için 3672 yatağın faaliyette olması düşündürücü.
Yatak sayısının az olması nedeniyle sosyal güvence kapsamındaki hastalar için yatak bulunamamakta, İstanbul geneli için özel kuruluşlardaki yoğun bakım süreci için astronomik paralar talep edilmekte. İstanbul, bu haliyle Anadolu'daki bir çok ilden daha kötü durumda. Eğitimde olduğu gibi, sağlıkta da hızla özelleşme, ticarileşme yaşanıyor. 2004'te İstanbul'daki 33 bin 721 yatağın 8 bini, yani yüzde 23'ü özel hastanelere aitti.
İstanbul sosyal hizmet kuruluşları açısından da yetersiz bir görünümde. Kadın misafirhanesi sayısı sadece 3 ve 49 kişilik bir kapasiteye sahip.
Kamusal huzurevlerinin sayısı 61, kapasitesi de 6 bin 635'den ibaret. Rehabilitasyon merkezi, yetiştirme yurdu,gençlik evi, çocuk ve gençlik merkezi, çocuk yuvası, kreş gibi sosyal hizmet kuruluşlarının sayısı ve kapasiteleri, verilen hizmetler oldukça yetersiz.
Sayıları 8 olan Çocuk ve Gençlik Merkezlerinin kapasitesi sadece 493. İstanbul'da, hızla endüstrileşen futbol için profesyonel kulüplerce gerçekleştirilen stadyum yatırımları artarken, İstanbul gençliğinin yararlanabileceği açık ve kapalı spor kompleksleri oldukça yetersiz.
Terör ve asayiş olayları
Gelir uçurumundaki büyüme, yoğun işsizlik suç oranlarına da yansıyor. İstanbul hızla bir dehşet tüneline dönüşüyor. Emniyet Genel Müdürlüğü'nün istatistikleri, Türkiye'de terör ve diğer asayiş vakalarını İstanbul'da yoğunlaştığını ortaya koyuyor.
İstanbul 12 milyonu aşan nüfusuyla ülke nüfusunda yüzde 15 paya sahip olmasına karşılık, öldürme, oto hırsızlığı, yaralama, gasp, hırsızlık, kaçırma olaylarında yüzde 30'lara varan paya sahip.
Trafiği sıkışık, suyu, enerjisi, ulaşımı sorunlu, dahası gelir uçurumu her yıl biraz daha büyüyen, istihdam yaratmayan ama kayıt dışı alanı, marjinalliği, varoşlarıyla birlikte büyüten bir İstanbul...
İstanbul'u, sadece nimetleri ile değil, insanları ile birlikte düşünmek gerek. Fiziki altyapısı, sosyal donanımı, dolayısı ile alt ve orta sınıfı ihmal edilmiş bir "küresel kent", zıtlıkların büyüdüğü, kutuplaşmanın arttığı, gerilimli, uyumsuz bir dehşet tüneline dönüşmektedir İstanbul.
Kayıt dışılık kriz emici
Bütün bu dinamitlerle çevrili görüntüsüne karşın olası patlamaların yaşanmamasında ise metropolde kendine hayat alanı açmış olan kayıt dışı barınma ve çalışma ortamının önemli bir yeri var.
Tüm hamasi söylemlerine karşın, İstanbul'da sanayi ve sanayi dışında önemli bir kayıt dışı geçim alanı var. İş bulamayanların ya da işinden olanların yarattığı bu alan, yer yer mafyaya taşeronluk yapan suç örgütlenmeleriyle de örülü. Yine de bu alana müdahale edilmeyerek, yoksulluk ve işsizliğin ürünü gerilimin, stresin bir kısmı emilmiş oluyor.
Ülke geneli için yapılan araştırmalar kayıt dışı çalışan nüfusun toplamda yüzde 53'ü bulduğunu, İstanbul'un payının da bu toplamda yüzde 20 dolayında olduğunu ortaya koyuyor. Yüzde 70'i erkeklerden, oluşan enformel işgücü ağırlıkla 30-40 yaş grubunda.
Enformel, kayıt dışı işgücü, bir yönüyle, ucuz emek olarak formel yapının krizinin aşılmasına katkıda bulunurken bir yanıyla da verimsiz, ekonomi dışı sorunlar, çevre, kentleşme, asayiş sorunları yaratan bir kategori olarak algılanıyor. Ama, bu enformel yapılar, kriz emici yanlarının hatırına yaşatılıyor, daraltılmıyor...
Enformel işgücünün aileleri ile birlikte barınma ve kentte tutunmak için İstanbul'un kent dokusuna taşıdıkları yapılar, İstanbul'un karşı karşıya bulunduğu sorunların bir başkası.
Dev metropolün sağlıklı istihdam yaratamaması sonucu ortaya çıkan ve yabancı enformel işgücü ile birleşerek büyüyen enformel grubun daha uzun süre İstanbul için hem sorun hem istikrar unsuru olmaya devam edeceği açık.
Sorun, bu yapının eldekilerle yetinmeyip daha da büyümesi ve taleplerini artırması durumunda ne olacağı? Bu enformel yapıların istikrar sağlayıcı özelliği, sorun olma özelliğinin gerisinde kalınca ve de yapılar küçültülmeye niyet edilince, neler olacak? (MS/KÖ)