"İnsan hakları hukuku bakımından işkence yasağı normu, yaşam hakkının, yani kişinin bedensel ve zihinsel bütünlüğünü koruma talebinin bir sonucudur. İşkencenin yasaklanmasının, evrensel ve mutlak bir talep olduğu; işkencenin meşru olabileceği hal ve zamanlar olamayacağı, devletler düzeyinde genel olarak kabul edilmektedir.
İşkencenin doğrudan hedeflediği, bir bireyin bütünsel kişiliğidir. Fakat işkence uygulamasının sistematik olması, onun doğrudan hedeflerinin yalnızca kişiler olmadığı bir durum yaratır. İşkence uygulamasının kendisi, bir kişinin kişi olmasına yönelik bir saldırıdır; onu sindirmeyi, terörize etmeyi amaçlar. Onun yakınları ve insan hakları sorunlarına duyarlı kişiler de işkence olgusundan etkilenirler.
Devlet işkence yapmaz
Ama işkencenin sistematik olması, bütün bir toplumu ve kamu yaşamını sakatlar. Bu durumda, işkence emrini verenler ve işkenceyi meşru görenler de dahil, bütün toplum işkenceden etkilenir.
İşkenceye karşı sesini çıkaramayan, komşularının ya da başka yurttaşlarının işkence görmesi karşısında suskun kalmayı tercih etmek isteyen kişilerden oluşan bir toplum, korkuya teslim olmuş bir toplumdur. Böyle bir toplumda, kişiler kendi geleceklerine müdahale etme, kendi geleceklerini belirleme yeteneklerini kaybetmişlerdir.
Sistematik işkence, bütün toplumu terörize eder ve işkence karşısında suskunluk, terörün, dehşetin içselleştirilmesidir .
Devlet gerçekten de işkence yapmaz. Devlet adına da işkence yapılamaz. Devlet kavramı, yurttaşların güvenlikleri; bir arada güven ve barış içinde yaşamaları için yapılan düzenlemelere işaret eder. Oysa, yurttaşlarının güvenliğini tehdit eden, onların yaşam hakkını ihlal edebilen bir devletten söz etmek, kavramsal bir aykırılık oluşturur. Oysa günümüzde bütün devletler adına, hükümetlerin görevlileri tarafından işkence uygulamaları yapılmıştır ve yapılmaktadır.
İşkence insana bir saldırıdır; ama yurttaş olmayı da önleyebilir. Yurttaş olmak, kamu yaşamına, toplumun ortak iyiliğinin oluşturulmasına katılmakla ilgilidir. Sistematik işkencenin terörize ettiği toplumlarda, çoğunluğun kamusal yaşama katılım kapasitesi zayıflar.
İşkencesiz bir dünyanın, işkencesiz bir Türkiye'nin oluşturulması için dayanışma, mağdurların desteklenmesi değildir yalnızca. İşkence, bütün yurttaşların, bütün kamu aktörlerinin sorunudur. İşkenceye karşı dayanışma, işkencenin önlenmesi için aktif katılımla sağlanabilir. Bu, toplumsal geleceğimizi belirleme kapasitemizi onarma yolunda da önemli bir adım oluşturacaktır.
İnsan Hakları Derneği'ne göre, işkencenin önlenmesi bakımından Türkiye'de alınması gereken önlemler ve gerekçeleri şöyle özetlenebilir.
1. İşkenceye karşı hükümet iradesi:
Hükümetin her düzeydeki yöneticisi ve güvenlik görevlilerinin siyasal sorumluluğunu taşıyan bakanlar, işkence iddiaları karşısında ve işkencenin önlenmesi yönünde kararlı bir tutum sergilemelidir. En yüksek politik irade sahibi kişiler olarak Sayın Cumhurbaşkanları, Sayın Başbakanlar, işkenceye karşı kamu görevlilerini uyarıcı mesajlar vermelidir.
2. Yasal düzenlemeler:
İşkenceye olanak sağlayan yasal ve idari düzenlemeler değiştirilmeli; işkenceye zemin hazırlayan koşul ve pratikler, düzenleme yoluyla iyileştirilmelidir. Bu koşul ve pratikler, kişinin gözaltına alınması, tutuklanması ve cezaevinde bulundurulmasıyla; yani kişinin özgürlüğünden yoksun bırakıldığı durumlarla ilgilidir. Bu nedenle, Türkiye'de kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı güçlendirilmelidir.
Anayasanın 19/6. maddesi, toplu olarak işlenen suçlarda 15 güne varan gözetim altı süresine olanak vermektedir. Bu sürenin, olağanüstü hal, sıkıyönetim ve savaş hallerinde uzatılabileceği de belirtilmektedir ve bu uzatmanın sınırı da Anayasa hükmü olarak belirtilmemiştir. Ayrıca yine aynı madde, soruşturmanın niteliğine göre, gözetim altına alınanların yakınlarına haber verilmeyebileceğini öngörmektedir . Burada, uzun gözetim süreleri ve tecrit gözetim altı koşullarının işkence riskini arttırdığı açıkça görülmektedir. O nedenle Anayasa'nın 19. maddesindeki gözetim süreleri değiştirilmeli ve gözetim altına alınanların yakınlarına bilgi verilmesinin yasaklanacağına ilişkin bölüm yürürlükten kaldırılmalıdır.
Yolda kimlik kontrolü
Ayrıca madde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesinde yazıldığı gibi, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına vurgu yapmalı, kişilerin yakalanabilmesi ve özgürlüklerinden yoksun bırakılabilmesi için koşulları sıralamalı ve derhal yargıç huzuruna çıkarılmaları gerektiği yazılmalıdır. Türkiye'de kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı uygulamada neredeyse istisna haline getirilmektedir. Örneğin, huzur operasyonları adı altında kolektif olarak bir kentte belirli bazı günlerde özellikle hava karardıktan sonra herkes aranabilmekte , herkesten kimlik sorulabilmekte; herkesin çantasına, üzerine ve otomobildeki eşyalarına bakılabilmektedir. Bu durum kolektif bir suçlama anlamına gelmektedir ve açıkça insan hakları hukukuna aykırıdır. Hakkında ciddi kanıtların bulunmadığı hiç kimsenin yolda durdurulması, kimlik kontrolü, üst-baş aramasına tabi tutulması, karakollara götürülmesi ve bu yolla özgürlüklerinden yoksun bırakılmaları kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına aykırıdır .
Gözetim altı alınan kişi yakalanan kişidir. Dolayısıyla bu kişinin yakalanması için ciddi bir suç isnadı olacak, suç ile ilgili yakalama işlemini yapan kamu görevlilerinin elinde somut kanıt bulunacak ve ancak bu koşullarda o kişi özgürlüğünden yoksun bırakılabilecektir. Bunun ötesi keyfi yakalamadır. Dolayısıyla keyfi gözetim altına almadır.
Hakim huzuruna geç çıkma
Maddenin 5. Fıkrasında, toplu suçlarda yakalanan kişilere yakalama sebebinin en geç hakim huzuruna çıkarılıncaya değin bildirilmesi öngörülmektedir. Bu da keyfi gözetim almaya olanak veren bir düzenlemedir. 6. fıkrada yazılı süreler dikkate alındığında kişiler uzun süreler boyunca ne ile suçlandıklarını bilmeden özgürlüklerinden yoksun bırakılabileceklerdir. Özgürlüğünden yoksun bırakılan herkesin kayıtlarının tutulacağı anayasa hükmü haline getirilmelidir.Bu kayıtların insan hakları kuruluşlarına, özgürlüğünden yoksun kişilerin yakınları, avukatları ve hekimlere açık olduğu yazılmalıdır.
İlişkili madde olarak işkenceyi yasaklayan Anayasa'nın 17. Maddesine, işkence altında alınmış ifadelerin hukuksal olarak bir kıymetinin bulunmadığı ve mahkemelerce bu yolla alınmış ifadelerin dava dosyasından çıkarılacağı eklenmelidir. Aynı şekilde maddeye, gözetim altına alınan kadınların zorla bekaret kontrolüne "tabi tutulamayacağı hükmü eklenmelidir.Maddeye, işkence suçunda zamanaşımının uygulanamazlığı yazılmalıdır. Ya da zamanaşımı ile ilgili hüküm anayasanın suç ve cezalara ilişkin esasları düzenleyen 38. Maddesinde yer almalıdır. Paralel düzenlemeler yasalarda da yapılmalıdır. Bir diğer ilişkili Anayasa maddesi 129. Maddedir ve memurların yargılanması ile ilgilidir. Memurların yargılanmasında izin sistemini getiren bu hüküm, işkence suçu özelinde uygulanmamalıdır. İşkenceyle ilgili yakınmalarda Cumhuriyet savcıları doğrudan soruşturma yapabilmelidir.
Kanunsuz emir olmaz
Bir diğer ilişkili Anayasa maddesi, kanunsuz emir başlıklı anayasanın 137. Maddesidir. Bu maddeye, savaş ve barış dönemi ayrımı yapılmaksızın, sözlü ya da yazılı işkence yapma doğrultusunda emir verilemeyeceği;verenin de emri yerine getirenin de sorumluluktan kurtulamayacağı açıkça yazılmalıdır.
Devlet Güvenlik mahkemeleri kuruluş ve yargılama usulü hakkında Kanunun 16. Maddesinde gözetim süreleri belirtilmektedir. İlk 4 gün avukatın hukuksal yardımından yararlanma yasağı getirilmektedir. İlk 4 günün ardından avukatı ile "görüşebileceği" yazılıdır. Gözetim süreleri 7 gündür. Olağanüstü Hal Bölgesinde, bu süre 10 güne değin çıkabilmektedir.
Bu sürelerin ve gözetim altı koşullarının Anayasa'da yapılacak değişikliğe paralel hale getirilmesi gerekmektedir.
Dolayısıyla;
* Keyfi olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edilmesine olanak sağlayan Anayasanın 19. Maddesi yeniden düzenlenmelidir.
* Gözetim altı süresi uzun ve tecrit unsurlarını taşımaktadır. Bu durum, işkence uygulamasına olanak ve fırsat yaratmaktadır. Gözetim altında geçirilecek süreler, aylar, haftalar ve günlerle değil, saatlerle sınırlanmalıdır. Kişilerin 24 saatten fazla özgürlüğünden yoksun bırakılacağı her durumda, yargıç kararı koşulu aranmalıdır.
* Gözetim altına alınan herkesin yakınlarına ve avukatına derhal haber verilmelidir. Herkes kendi seçeceği avukatın hukuksal yardımından yararlanmalıdır. Avukatın yanında alınmayan ve onun imzasını taşımayan ifadeler geçersiz sayılmalıdır.
* Herkes, gözetim altında da ailesinin ya da kendisinin seçtiği hekimin hekimlik hizmetlerinden yararlanmalıdır.
* İşkence altında alındığı savunulan ifadeler dava dosyasından çıkarılmalıdır.
* Gözetim altına alınan kadınlara zorla bekaret testi yapılmamalıdır.
* Adli Tıp Kurumu özerk hale getirilmelidir.
Adli Tıp Kurumu, resmi bilirkişi kurumudur. Bu kurumun kuruluş yasasının 1. Maddesinde Adalet Bakanlığına "bağlı" olduğu yazılıdır. Kurum, bağlı değil özerk hale getirilmeli ve iç örgütlenmesi de özerklik ilkesine göre yeniden değerlendirilmelidir. İşkence konusunda, yalnızca Adli Tıp Kurumu raporları değil, bağımsız kurumların, Türk Tabipler birliği, Adli Tıp Derneği gibi uzmanlık kuruluşlarının raporları da dikkate alınmalıdır. Aynı şekilde psikolojik işkence gerçeği karşısında, kurumda bu yönde bir örgütlenmeye gidilmelidir.
* Adli Kolluk Yasası çıkarılmalı ve hazırlık soruşturması, ya bizzat Cumhuriyet Savcıları ya da çıkarılacak bu yasayla doğrudan bağlı olacak "adli kolluk birimleri"nin çalışmalarıyla yürütülmelidir.
3. İşkencecilerin ve işkence emri verenlerin cezalandırılması:
İşkence, hem kişiye hem kamu düzenine karşı bir suç olarak kabul edilmelidir. İşkence yapmakla suçlanan kişiler, aksi kanıtlanıncaya kadar aktif görevden alınmalı, bağımsız ve etkin soruşturma yapılmalı, işkencenin tespiti halinde adil cezaya çarptırılmalı ve kamu görevinden yasaklanmalıdır.
Bu amaçla,
* 04.12.1999 tarih ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanuna bir madde eklenerek, işkence ile suçlanan kamu görevlilerinin aktif görevden çekilecekleri yazılmalıdır.
* İşkence suçunda zamanaşımının işlemeyeceği anayasal hüküm altına alınmalıdır.
* İşkence suçunda, kamu görevlileri hakkında soruşturma yapılması izne bağlı olmamalıdır.
4. İnsan Hakları Eğitimi:
Başta kamu görevlilerine ve kamu görevlisi adaylarına olmak üzere, her düzeyde insan hakları ve onuru eğitimi verilmelidir. Güvenlikle ilgili kamu görevlileri, işkencenin önlenmesi konusundaki sorumlulukları konusunda eğitim almalıdır.
Genel insan hakları eğitimi olarak, eğitim kurumlarında ve bakanlıklarda başlatılan insan hakları eğitimi programları sürdürülmelidir. Ancak, ilköğretim okullarında okutulan ders programları ve vatandaşlık dersi ile birlikte verilen insan hakları eğitimi programlarının ırkçı-milliyetçi bir tarzda ele alındığı, militer düşüncenin çocuklara enjekte edildiği görülmektedir. Mevcut eğitim sisteminde, insan haklarının evrensel ölçekte anlamı üzerine değil, insan haklarının "biz"e göre anlamı üzerine şekillenmektedir. Eğitim, genel olarak evrensel insan değerlerine dayalı olmalıdır.
5. Denetim Mekanizmaları :
İşkencenin önlenmesine yönelik çalışmalar, bir İşkenceyi Önleme Ulusal Komitesi tarafından koordine edilmeli ve denetlenmelidir. Bu kurul, merkezi düzeyde bağımsız bir örgütlenmeye sahip olmalı, yerel ofisleri olmalı, bağımsız insan hakları kuruluşlarının ve ilgili meslek kuruluşlarının temsilcileri de kurula üye olmalıdır. Kurul, işkence yapılabilecek her yeri izinsiz ve habersiz denetleme yetkisine sahip olmalı; kurul üyeleri idari ve cezai yaptırımdan muaf olmalıdır.
İçişleri, Adalet ve Sağlık Bakanlıkları, özel olarak işkence ve kötü muamelenin önlenmesi için kendi genel iç denetim mekanizmaları dışında mekanizmalar geliştirmeli ve uygulamalar, sürekli, düzenli ve sistemli olarak izlenmelidir. Tüm devlet bürokrasisinde, üst düzeyde olanlar bir alt birimi işkence konusunda denetlemelidir.
Anılan Bakanlıklar, genel ve mesleki eğitim yanında, işkence yöntemine neden başvurulamayacağını yasa uygulayan görevlilere anlatmalıdır. Genel eğitimin bir parçası olarak, işkence yasağı anlatılmalıdır.
Gözetim altına alınan kişilerin tutulduğu birimler, Cumhuriyet Savcıları tarafından düzenli olarak denetlenmelidir.
İnsan Hakları Derneği, işkenceye karşı dayanışmanın önemli bir yönünün, işkence olgusunun kamu tarafından bilinmesi, işkence gören kişinin kendini rahatça ifade etmesi olduğu kanısındadır. İşkencenin gizlilik koşullarında yapıldığı düşünülürse, işkence gören kişinin yaşadıklarını kanıtlayabilmesi ve ifade edebilmesi, onun kişisel bütünlüğünü onarmasının da önemli bir koşuludur.
1.İşkence gördüğünü iddia eden kişiye, iddiasını yargı önünde kanıtlamak için yeterli olanak sağlanmalıdır. Özellikle, Adli Tıp Kurumu bu konuda yeterli ve güvenilir bir düzeye getirilmelidir. Özgürlüğünden yoksun bırakılan kişiler, istediklerinde kendi seçtikleri bir hekimi ve avukatlarını görebilmeli; aileleriyle düzenli iletişim kurabilmelidir.
2.İşkence gören kişiye, tazminat verilmeli; işkence sonrasındaki bütün sağlık harcamaları kamu tarafından karşılanmalıdır.
3.İşkence gören kişi, suçlu bulununcaya kadar asla tutuklanmamalı; suçlu bulunması halinde, özgürlüğünden yoksun bırakılıp bırakılmaması konusunda karar hekimlere bırakılmalıdır.
4.Basın ve yayın organları, işkence sorununa yer ayırmalı; işkence davalarını takip etmelidir.
İnsan Hakları Derneği, işkencesiz bir dünyanın, işkencesiz bir Türkiye'nin olanaklı olduğunu düşünmektedir. Bu olanağın gerçekleşmesi, bizlerin dayanışmasına bağlıdır."
(NA/NU)