Özellikle bu dönemde İGSAŞ işçilerinin fabrikalarının kapatılması karşısında işlerini kaybetmemek için yaptıkları eylemler ve işgal düşünüldüğünde Arjantin'deki işgal fabrikaları, Kocaeli halkı için de önemli bir örnek oluşturuyor.
Önce, Arjantin nasıl bir ülke sorusuna cevap vermek gerekiyor ki işçilerin yaşadıkları süreci anlamak daha kolay olsun.
16. yüzyılda İspanyollar tarafından "keşfedilen" bu ülke yoksullukla boğuşarak yazdı tarihini. Diğer Latin Amerika ülkelerine göre ekonomik anlamda çok daha güçlü bir ülke olarak tanımlansa da, ışıklı, yaldızlı, binaların hemen arkasında yiyecek ekmeği olmayanların ülkesi burası.
Tarih boyunca, askeri darbelerin, otuz bin kayıp insanın, halkın parasını gasp eden başkanların, ağır dış borçların, Uluslararası Para Fonu (IMF) politikalarının ve ekonomik krizlerin ülkesi oldu.
Arjantin'de Menem hükümeti döneminde, 90'lı yıllarda IMF politikaları ekonomiyi felç etti. Menem ülkedeki her şeyi satılığa çıkardı. Okullar, hastaneler, fabrikalar satıldı.
Büyük sermaye gruplarının ülkeye birden girişiyle birlikte küçük işletmeler kapandı. 2001 yılında patlayan ekonomik kriz ve çöken bankalar orta sınıfı da yoksullar kervanına ekledi. Bu süreçte özelleştirmelerle, fabrikalar yabancı sermayeye, değerlerinin çok altında meblağlarla devredildi. İşsizlik oranları yüzde dörtlerde seyrederken, birden yüzde otuz beşlere kadar çıktı.
Yoksullar isyan etti ve sokaklara döküldü. Arjantin işçi sınıfı neo-liberal politikalara karşı kapatılan fabrikalarını terk etmeyip, üretim yapmaya devam ederek işgal fabrikaları deneyimini yarattı.
Sadece Arjantin değil tüm Latin Amerika ülkeleri, tarih boyunca doğal kaynakları ve zengin tarım ürünleriyle emperyalizmin vazgeçemediği, yeni sermaye alanları açmak için buradaki halkları yoksulluğa ve ölüme terk ettiği bir bölge olma özelliği taşıyor.
Bu ülkeler hiçbir zaman yerel ekonominin gelişimine izin verilmeyen ve emperyalizme göbekten bağımlı olan, yabancı sermayenin cirit attığı, aynı zamanda ucuz iş gücü işlevi de gören yerler.
Türkiye halklarının yaşadıkları, yer, zaman ve mekân değişse de Arjantin ve tüm Latin ülkeleriyle benzer karakterler gösteriyor. Bugün Tayyip Erdoğan ve hükümeti de yabancı sermayeyle flört ederken tıpkı Arjantin'de olduğu gibi işimizi, aşımızı, emeğimizi aslında geleceğimizi satılığa çıkarıyor.
Ancak Arjantin işçi sınıfı, yoksullaştırma politikalarına karşı direniyor. Kuru bir muhalefetin ötesinde eşit ve özgür bir ülke için somut projeler geliştirerek mücadelenin içinde yeni deneyimler yaratıyor.
Onlar, dünya işçi sınıfına örnek teşkil edecek öz örgütlülüklerini kuruyor. Bugün Arjantin'de, fabrikalardan, hastanelere, otellerden matbaalara dek farklı birçok sektörde işletmeler işçilerin elinde. Patron olmadan, sadece kendileri için üreterek, demokratik yönetim anlayışıyla, yapılmaz, olmaz denileni gerçekleştiriyorlar.
Arjantin'de fabrika işgallerine örnek olan ve bunun yayılmasını sağlayan bir fabrika var: Zanon seramik fabrikası. İşgalden önce Zanon kaliteli üretimiyle tanınmasının ötesinde ölümcül iş kazalarıyla da adını duyurmuş bir işletme.
Üretim de farklı sınıflandırmalar yapıldığından işçilerin birbirleriyle iletişim kurması da engellenmiş. İşçilerin bağlı bulunduğu sendikal örgütlenme ise bürokrasinin egemenliğinde, demokratik yapısını yitirmiş durumda. İşçiler adeta sıkıyönetim altında çalışmakta ve var olan olumsuzluklardan şikâyet edenler işlerinden atılmaktadır.
Bu şartlar altında, işçilerin, kötü koşulları kırması güç gözükse de, onlar bu olanaksızlıklar içerisinde gerçek demokratik ağlarını örmeyi başardı. Üstelik bunu hiç de alışık olmadığımız bir şeyi, futbol turnuvalarını kullanarak yaptılar.
Futbol turnuvaları düzenleyerek birbirlerini tanımayı, yaşadıkları sorunları paylaşmayı ve örgütlenmeyi başardılar. 1998 yılında oluşturdukları alternatif listeyle işyeri temsilciliğini ele geçirdiler. Böylece, tüm işyerindeki sendikal örgütlenmeyi de ele geçirmiş oldular.
İlk grevlerini 2000 yılında, fabrikada ilk yardım ünitesi olmadığı için bir arkadaşlarını kaybedince yaptılar ve grevin ardından fabrikada tıbbi hizmet verilmeye başlandı. Bu grev sonrası fabrika yönetimi ekonomik krizden kaynaklı kayıpları gerekçe göstererek iflas davası açtı ve maaşları ödememeye başladı.
Bunun üzerine, işçiler Mart 2001'de 34 gün sürecek bir grev başlattılar ve yaşadıkları sorunları tek başlarına aşmanın zor olduğu bilinciyle tüm şehre taleplerini anlattıkları bildiriler dağıttılar. Yolları trafiğe kapadılar.
Bu mücadelenin sonunda Zanon ve eyalet yönetimi ücretlerin ödenmesine karar verdi. Ancak yönetim fabrikadaki üretimi durdurdu. Bunun üzerine işçiler fabrikayı işgal etti ve birçok işçi tutuklandı. Ancak artık işçilerin mücadelesine aktif olarak katılan 3000 eylemci daha vardı.
Şehir halkının da desteğiyle Zanon'da üretimi işçiler, başlarında patron olmadan yapmaya başladılar. Yönetici, usta ve ustabaşını kaldırarak her bölüme dönüşümlü koordinatör yerleştirdiler. Muhasebeden bilgisayara her bölümde hâkim olan işçilerdi. Fabrikada artık çoğulcu demokrasi ve eşitlik ilkesi hâkimdi.
Kararlar yapılan toplantılarda alınıyordu. Polis ve Zanon'un eski patronu defalarca fabrikaya gelerek işgali kırıp üretimi durdurmak istedi. Halkın ve ülkedeki muhalif örgütlülüklerinin desteğiyle başarılı olamadı. Zanon, Arjantin işçi sınıfının simgesi haline geldi.
Zanon seramik fabrikasında işçilerin yıllarca süren ve bedeller ödeyerek kazandıkları sadece işleri olmadı. Onlar patronsuz da bir işletmenin idare edilebileceğini gösterdiler. Şimdi Arjantin'de birçok yer işçilerin yönetiminde. Ve eskisinden çok daha iyi çalışıp, kazanıyor.
Kocaeli'de de özelleştirilen ve kapanan birçok işletme söz konusu. Önümüzde geçmişte aylarca direnmesine ve fabrikalarını işgal etmesine karşı kapanan SEKA işçilerinin mücadelesi duruyor. Bu deneyim gösterdi ki tek başına işgaller hak kazanımları için yeterli olmuyor.
Antidemokratik yapılar haline gelen sendikaları dönüştürmek, sendika ağalarının hükümranlığına son vermek ve üretime devam etmek gerekiyor. Bazen aynı kaderi paylaştığımız, bizden çok uzaklardaki işçilerin sesine de kulak vermek gerekiyor.(ÇÇ/EÜ)