İşçiler kime oy veriyorlar ve oy davranışlarını hangi etkenler belirliyor?
Son 10-15 yılda işçiler giderek artan oranda sağ partilere oy -veriyorlar. Yığınsal bir sağa kayma var diyebiliriz. Kimi konjonktürel sapmalar olmuyor değil. Biri 1995'te öteki 1999'da olmak üzere, üyelerimiz arasında iki "kimlik araştırması" yaptık. İlkiyle karşılaştırıldığında, ikincisine göre, en kazançlı partilerin başında yüzde 74.3'lük artışla Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), ikinci sırada yüzde 33.3'lük artışla Demokratik Sol Parti (DSP) geliyordu. En çok kaybeden parti ise yüzde 45.2'lik eksilme ile Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) idi. Şimdi burada, toplumsal algıya göre sol veya sosyal-demokrat sayacaksak, DSP'nin yükselişi konjonktüreldi
.
Fazilet Partisi'nin (FP) gerileyişi de öyle. Çünkü ideolojik-politik akımlar bazında bakacaksak, dini ve milliyetçi akımların işçi sınıfı saflarında artan oranda destek bulması istikrarlı bir eğilim. FP'nin kaybı, bir bütün olarak dini eğilimin gerileyişi anlamına gelmiyordu. Kaldı ki, Birleşik Metal-İş sınıfının ortalamasını yansıtmaz. Ortalamada bu eğilimlerin gücü daha yüksek.
Bu kaymanın altında hangi etkenler var?
Bu durumu aynı zamanda işçi sınıfı hareketinin gerilemesi addedeceksek, en başta 12 Eylül'ü ve onun ürünü olan yasal cendereyi zikretmek gerekiyor. Ama her şeyi bununla açıklamak kolaycılık olur. Ne oldu da, böyle büyük bir kayma gerçekleşti? Şunlar oldu:
* İşçi sınıfı hareketinde süreklilik kesintiye uğradı ve deneyini aktarma zinciri koptu.
* Deneyimin taşıyıcısı olacak ileri işçiler kuşağı rolünü oynayamadan sahneden büyük ölçüde çekildi. Bunlar emekli oldular ya da tensikatlarla saf dışı edildiler. Her büyük ekonomik kriz bu gidişata yeni bir ivme kattı. Sonuçta, çok genç ve sınıfın ürettiği değerlere çok yabancı bir işçi sınıfı bileşimi çıktı ortaya.
* Yeni gelenler, genel politik güçler dengesindeki kaymalara koşut olarak belli hazır değerleri ve ideolojileri benimsemiş olarak sınıfa katılıyorlar. Yani söz uygunsa gelirken "boş" değiller.
* Bunları kavrayıp dönüştürecek, emek/sermaye karşıtlığını çok yönlü olarak deneyimlemelerini sağlayacak ve bilinçlerinde sınıf aidiyetini pekiştirecek bir sınıf mücadelesi pratiği yok. Bahar eylemlerini saymaysak, son 10-15 yıl sınıf mücadelesi bakımından bütün göstergeleriyle -grevler, grevde geçen gün sayısı, direnişler, sendikal örgütlenme mücadeleleri, hak grevleri, dayanışma eylemleri, vb.- durgun bir dönem oldu.
* İşçi sınıfının değerleri, kavramları, kültürel ve simgesel evreni sermaye saldırılarına tamamen açık hale geldi. Sınıfın kendi öz-bilgilenme ve kültürlenme kanalları neredeyse kurudu. Sermaye işçi sınıfının zihniyet dünyasından onun kavramları ayıklayıp kendi kavramlarını boca etmeyi başardı. Çoğaltılabilir. Sağa kaymanın altında bütün bu etkenler yatıyor.
Sınıfa yeni katılanlar hakkında biraz daha bilgi verir misiniz?
Söz konusu araştırmalarımızın ortaya koyduğu birkaç bulgudan söz edebilirim, ilki, üyelerimizin yaş ortalamasının giderek düşmesidir. Eğilimin bir ifadesi olarak iki araştırma arasında 34.5'tan 33'e. İkincisi, genç işçiler arasında ikinci kuşak -yani babası işçi olan- işçilerin oranının çarpıcı biçimde yükselmesidir. 25 yaşın altındaki işçilerde babası çiftçi olanların oranı son araştırmada yüzde 15'tir. Babası esnaf ve memur olanlarda kent kaynaklı proleterleşmeye işaret etmektedir. Genç işçilerin yarısından çoğunun toplumsallaşma mekanı artık metropoller ve orta büyüklükteki kentlerdir.
Üçüncüsü, genç işçiler arasında eğitim düzeyinin yükselmesidir. 25 yaşın altındakilerde lise ve üzeri eğitim görmüş olanların oranı, 1999 araştırmasına göre, yüzde 78'dir. Bunların çoğunluğunu da meslek lisesi mezunları oluşturmaktadır. Yeni bir araştırmanın, bu eğilimlerin derinleşmesine işaret edeceği kesindir. Burada, meslek liselerinin sol tarafından bir hayli boş bırakıldığına özellikle dikkat çekmek istiyorum. İşkolumuzdaki bulgular, meslek lisesi çıkışlıların oranı dışında, sınıfın bütününe genellenebilir. İşte bu genç kuşak, sınıf mücadeleleri pratiği içinde yeterli deneyim edinemiyor, bu deneyimleri kültürel terimlere dökerek kendisini sınıfsal bir evren içinde konumlandıramıyor.
Bu durum işçi sınıfının belirli bir şekilsizleşmeye uğradığı anlamına gelir mi?
Bir ölçüde o anlama gelir. Bunun başka göstergeleri de var. İşçilerin kimliklerini neye göre tanımladıkları bunların en önemlisidir, çünkü bunu kolektif algının, kendini sermaye dünyasından ayırmanın, sınıfsal tavrın ve olaylar karşısında ortak refleksin ölçütü sayabiliriz. 1999 araştırmamız üyelerin yüzde 44'ünün kendisini sınıf konumuna, geri kalanların ise dine (ki, yüzde 37 gibi yüksek bir oran), etnik kökene, mezhebe ve bölgeye göre tanımladığını ortaya koydu. Araştırmamız dindarlık düzeyi ile kimliğini sınıf konumuna göre tanımlama arasında ters bir bağıntı olduğunu da gösterdi.
Eh gene de fena değilmiş diye avunabiliriz, ama hem eğilim hala ters yönde hem de bizdeki oran kesinlikle sınıfın ortalamasının üzerinde. Atomizasyon ve tehlikeleri kişisel güvencelerle savuşturma aranışının güçlenmesi sınıf şekilsizleşmesinin bir başka belirtisi. Okunan gazetelerde de aynı durumu görüyoruz. Burjuva basının ezici üstünlüğü karşısında sol basın çok düşük bir oranda izleniyor.
Yani sınıfsal çıkar ve tercihle oy davranışı arasında bir bağıntı hemen hemen kalmadı mı?
Neredeyse öyle denebilir. En alt düzeyiyle söylüyorum, eğer iççiler belirli bir partiye bir kolektif çıkar algısıyla, kendi taleplerini onun seçim bildirgelerine sokarak ve dolayısıyla taahhüt alarak oy veriyorlarsa, o partinin güç kazanmasının sermaye karşısında kendi ellerini güçlendireceğini düşünerek davranıyorlarsa veya genel olarak işçi oyları -yanılsama bile olsa- az çok blok bir eğilim sergiliyorsa böyle bir bağıntı kurulabilir. Geçmişte, Ecevit'in CHP'sine oy vermeleri bu türden bir bağıntının ürünüydü. Yani düzen içi bir kanalda devinse bile, buna sınıfsal davranış diyebiliriz.
CHP ve "Sosyal-demokrasi" ile işçi sınıfının en azından belirli bir kesimi arasında hala böyle bir bağ yok mu?
Yok denecek kadar cılız. Kimler CHP'ye oy veriyor? Kıdemli işçiler. Ama hem durmaksızın emekli oldukları için bunlar işçi sınıfının giderek azalan bir kesimi, hem de bu durum sınıfın belirli bir kesimiyle hala sürüp giden bir organik bağ anlamına gelmiyor. Daha çok geçmişin bir kalıntısı, günbegün tüketilen bir miras. Sanayi havzalarının veya işçi kenti diyebileceğimiz yerlerin oy davranışlarında bakıldığında CHP ile işçilerin bu kopuşu rahatlıkla gözlenebilir.
Yani, nispeten üst gelir grupları sola, yoksullar ise sağa oy veriyor gözlemi doğru mu?
Varoşları kaybettiysek, yeni proleterleşen kesimler sola akmıyorsa, Kürt illeri hariç ülkenin ulusal gelirden en az pay alan yörelerine milliyetçi-muhafazakar sağ çöreklenmişse ve nihayet işçi sının ile sol arasındaki bağ büyük ölçüde kopmuşsa doğru demektir.
Sermaye kavramlarının sınıfı kuşatmasında yeni iş örgütlenmesinin, kalite yönetiminin, vb. payı var mı?
Sınıfın sermaye karşısındaki ayrı duruşunun, kavramlarının ve değerlerinin aşınmasında bunun payı var. Tehlike 1990'larden itibaren kapımızı çaldı ve işkolumuzda 1994 grup sözleşmesinde karşı taraf esnekliği gündeme getirdi. Biz konuya eğildik, bir aydınlatma faaliyetine giriştik ve bir kitapçık çıkardık. Ama sendikal hareketin etkili bir karşı politika geliştirdiğini söyleyemem. Bu nedenle, zamanla sermayenin dili, "hepimiz aynı gemideyiz" türünden söylemler etkili olmaya başladı.
Verili tablonun sol lehine dönüştürülmesinin imkanları konusunda neler söyleyeceksiniz?
Bütün bunları bir umutsuzluk tablosu çizmek için değil, sosyalistlerin ve sendikal hareketin görevlerine işaret etmek için söyledim. En öncelikli görevimiz, işçi sınıfı kavramlarını ve değerlerini yeniden onarmak ve sınıfa iade etmektir. Sınıfı sermayeye karşı yeniden donanımlı ve korunaklı hale getirmeden verili tabloyu aşamayız. Asıl büyük mesele ise, emek/sermaye karşıtlığının sınıf mücadelesi pratiği içinde yeniden yaygın biçimde deneyimlenmesidir. Kısmi ve yerel deneyler bile, sağ ideolojilerin etkisindeki işçilerin ciddi bilinç sıçramaları gerçekleştirebildiklerini gösteriyor, işçilerin saflarında kendi çıkarlarıyla en çok sosyalistlerin ve solun ilgili olduğu sezgisi hala yaşıyor.
En fazla işittiğimiz yakınma, "ama onlar da bin bir parça" oluyor. Bundan etkili ve tutarlı bir politik merkez inşa edildiğinde yüzlerini dönecekleri sonucunu çıkarabiliriz. Son olarak şunun altını çizmek isterim: Belirli bir sınıf şekilsizleşmesi varsa sınıf kendisini yeniden kuracak demektir ve aslında bu bütün kapsamıyla sosyalistleri davet eden bir görevdir. Altına girilirse karşılığı alınır (YS/BB)