"Babam ve Oğlum"dan dönüp Irmak'ın filmografisine baktığımızda ise "Asmalı Konak" ve "Çemberimde Gül Oya" dizilerinin yönetmenliğine çok şey kattığı görülüyor. Irmak ayrıntıda boğulmayan, yeni arayışlarla gereksiz kamera hareketlerine kalkışmadan, duru bir öykü anlatmayı "Babam ve Oğlum"da başarıyor.
Çağan Irmak'ın "Babam ve Oğlum"u, Türk sinemasında 'melodrama' dönüşün ipuçlarını verirken, Türk sinemasının tüm trüklerinin kullanıldığı klasik bir Yeşilcam melodramı gibi karşımıza çıkıyor.
Eski Türk filmlerinde gördüğümüz ve içselleştiremediğimiz öyküler, 1950'li yılların "Her eve bir zengin" yaratmayı hedefleyen Menderes politikasının dayattığı sınıf atlama öykülerinin eğretiliğinde, anne babalarımızın düşlerinin parçasıydı. "Babam ve Oğlum" melodramında ise karakterler biziz.
"Babam ve Oğlum", hamile eşini hastaneye yetiştirmek için koşuşturan Sadık, bomboş caddelerde taksi aradığı sahnenin sabahında, kucağında yeni doğmuş bebesi, arka planda eşinin kanlar içindeki görüntüsüyle kalakalır.
Sahneye giren askeri kamyona umarsız bakan Sadık, araçtan inen askere "Hiç araba geçmedi, neden?" diye soruyor.
Askerin yanıtı "darbe" olur.
12 Eylül askeri darbesiyle Sadık'ın keşişen öyküsü, bir sonun üzerinden yeniden kuruluyor ve yeni başlangıçlar için kapı açıyor. Öldü sanılan bebeğin kıpırdanışı ve çığlığı umudu çağrıştırsa da, Sadık için askeri darbe dönüşü olmayan bir yolun habercisidir.
Sadık'ın yaşadığı travmaya insancıl bir yaklaşım beklentisindeki biz seyirciler, başı ve sonu işkence odalarında belirlenen Sadık'ın öyküsüne yepyeni gözle bakmaya başlıyoruz.
"Çemberimde Gül Oya" dizisinde anlattıklarının etkisiyle 12 Eylül fon alan Irmak, bir Ege kasabasından okumak için İstanbul'a gelen, siyasete karışan Sadık'ın özelinde, ataerkil bir aile yapısının hesaplaşmasının içine sokuyor bizi.
Sadık, devletin vatandaşıyla işkence odalarında hesaplaştığı günlerin sonunda çareyi baba ocağına, Seferihisar'a dönmekte buluyor. Orada da kendisini beklemekte olan baba-oğul hesaplaşması, artık verecek hesabı kalmamış bir adamın öyküsüne dönüşüyor. Ne baba ne de oğulun artık geçmişe bakacak zamanı kalmamıştır ve öykü bu noktadan itibaren mendillerin hazırlanması gerektiğini duyumsatıyor sinemaseverlere.
"Babam ve Oğlum"un bütününe egemen olan oyuncu seçimi, geçmişin başrollerde tıkanıp kalan, yan karakterlere önem vermeyen anlayışın, televizyon dizileriyle kırıldığının göstergesi oluyor. Senaryonun iyi kotarıldığını, dramaturginin iyi kurulduğunu, oyuncu seçimlerinin yerinde olduğunu söylemek gerek.
Çağan Irmak ve dönemdaşı yönetmenler -bazıları televizyon dizilerini şansızlık olarak değerlendirseler de- bence şansılar. Oyuncu seçimine getirdiği zenginlik, tekniği kullanma yetisi ve dramaturgi becerisi, dizilerin onlara kazandırdıkları.
Tabii dizilerin popüler kıldığı yönetmenlerin istedikleri oyuncularla çalışma kolaylığını da es geçmeyelim.
Oyuncuları teker teker değerlendirdiğimizde, oyunculuk kaygısını yakınen bildiğim Çetin Tekindor'un ustalığını vurgulamadan geçemeyeceğim.
Tekindor, kent soylu tavrının dışında, köy soylu baba karakteriyle, Fikret Kuşkan'ın oyunculuğunu da besliyor. Karşılıkla sahnelerdeki alışveriş Fikret Kuşkan'ın da oyunculukta duru ve olgun bir döneme girdiğini gösteriyor.
Tekindor'un mezarlık sahnesine kadar taşınan gerilimi, burada kırılıp, tiyatral bir oyunculuğa döndüğü izlenimi verse de, bu sahnenin başka nasıl oynanabileceğine ilişkin öngörüm yok.
O sahne öyle bir sahne ki, gerçekliğin tiyatro, tiyatronun gerçeklik olarak algılanacağı bir yerde görsel şölene dönüşüyor.
Hümeyra, Bilge Şen ve Şerif Sezer üçlüsü, oyunculuklarının doruğunda, birbirlerinden faklı, biri diğeri için seçilmesi çok zor üç krakter olarak karşımıza çıkıyor. Üçünün de komiği olan oyunculukları, Irmak'ın sağlam diyaloglarıyla ortaya çıkıyor.
Televizyon dizilerinde, oyunculuğu hakkında fikir edinemediğimiz Yetkin Dikinciler'in, yarım akıllı, saf abi tiplemesi günümüzde kalmamış bir masumiyetin fotoğrafını çekiyor.
Telaşlı anne Binnur Kaya, kalmaktan yana seçim yapmış arkadaş Halit Ergenç, terkedilmiş eski sevgili Özge Özberk, ve çocuk oyuncu Ege Tanman, bütüne varan yolda "Babam ve Oğlum"un özelleştirilmiş karakterleri.
"Babam ve Oğlum"u izlerken kendi çocukluğumuza, ergenliğimize dönüp, bugünkü hesaplaşmaların içersinde buluyoruz kendimizi.
Yakın tarihine, tüm parçalanmışlıklarına karşın hala "Biz devrimi çok sevmiştik" söylemiyle, romantik bakabilen bir kuşağın öyküsü var karşımızda.
Bu kuşak yaşanmışlıklarına, seçimlerinin bir sonucu olarak nasıl bakıyorsa, Çağan Irmak da, siyasi fonu insani çıkarsamalarla bugüne taşıyor.
Baktığı yer, acılarla yoğrulmamış bir seyirciliği, işkence motifiyle gerçekliğe taşımayı öngörüyorsa da, hayalleri ertelenmiş bir kuşağı, çocukluğunun masal dünyasına; Süpermen, Kızıl Maske gibi hayali kahramanlara götürerek, "Hayallerinize sahip çıkın" ya da "Masallarınızı unutmayın" diyor.(AD)