Telafer kentinin girişinde yol sorduğu Irak polisinin kendisini direnişçilere teslim ettiğini açıklayan Tuğrul, "Sizi Dr. Terzi'nin evine biz götüreceğiz" denilerek zorla arabaya bindirildi ve direnişçilerin kaldığı bir örgüt evine götürüldü.
Casussa kafasının kesileceği söylenen gazeteci, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ordusu'nun Telafer kentine giriştiği saldırıyı yaşadı. Gazeteci olduğunu ispatlayan belgeleri, ona söylendiğine göre bombardımanda kaybolmuştu.
"Haberlerimde ABD işgaline karşı görüşümü net bir şekilde yansıttığım için içim rahattı" diyen gazeteci, Scott ile birlikte Musul'a götürüldü. ABD, Musul yolunu kapattığı için o geceyi çölde, kum üzerinde uyuyarak geçirdi. Gazeteci Musul'da götürüldüğü bir evde hem fiziksel hem de psikolojik işkence gördü.
Gazeteci Tuğrul, yaşadığı dört gün ile ilgili bianet'in sorularını yanıtladı:
Nasıl rehin alındığınızı anlatabilir misiniz? Neler hissettiniz?
Irak'a, Telafer'in Irak Türkmen Cephesi sorumlusu Dr. Yaşar Terzi'nin evinde kalarak Telafer direnişi ile ilgili haber yapmak amacıyla gittim.
Şehrin girişinde yol sorduğum Irak polisi, beni ve Scott'u direnişçilere teslim etti. Kendilerini "mücahit" olarak tanıtan maskeli direnişçiler, ellerinde Kalaşnikof'la yanıma yaklaşırken içimde derin bir ürperti duydum.
"Sizi Dr. Terzi'nin evine biz götüreceğiz" diyerek bizi zorla arabaya bindirdiler. Ancak götürüldüğümüz ev direnişçilerin örgüt eviydi. Bize, "o an için misafir" olduğumuz, hakkımızda yapılacak araştırma sonrası "casus" olduğumuz anlaşılırsa kafamızın kesileceği söylendi.
Haberlerimde ABD işgaline karşı görüşümü net bir şekilde yansıttığım için içim rahattı. Ancak birden bire gözlerim bağlanarak gece yarısı, sorgulanmak üzere tek başıma bir başka hücre evine götürülmem, o ana kadar hayatımda yaşadığım en büyük korkuydu. Ancak sonraki üç gün içinde çok daha fazla korktuğum anlar oldu. Mesleğimi, kimliğimi ispat edememenin, konuşma hakkı verilmemesinin acısını çektim.
Gece yarısı saatler süren sorgulamanın ardından, Salı günü öğleden sonra Telafer Emir'i, araştırma yaptığını, ertesi gün serbest bırakılacağımızı söyledi. Ancak ABD, o gece Tel Afer'i bombalamaya başladı. O gün benim için gerçek tehdit, direnişçiler değil, ABD bombardımanıydı. Sabah ise Telafer Emiri'nin "şehit olduğu" haberi geldi.
Gazeteci olduğunuza inanmıyorlar mıydı?
Ortaya çıkan yönetim boşluğu içinde yeni bir gruba teslim edildik ve gazeteci olduğumuzu ispatlayacak tüm belgelerin ilk getirildiğimiz evde, ABD bombardımanı sırasında yok olduğu söylendi.
Hakkımızda verilen ilk karar, ABD güçlerine karşı direnişçiler tarafından canlı kalkan olarak kullanılmaktı. Bu şekilde ölmek demek, cesetlerimizin bile bulunamayacağı anlamına geliyordu. Ancak gözlerinin önünde kıldığım namazın etkisiyle Telafer dışına çıkarılmamız ve geleceğimize ilişkin kararı "Yeni Emir"in vermesi kararlaştırıldı.
Hakkınızdaki "ölsün" ya da "yaşasın" kararını ömrünüzde hiç görmediğiniz ve sizi hiç tanımayan bir kişi tarafından verileceğini bilmek anlaşılmaz ve bir o ölçüde korkutucu bir duygu. Çöl sıcağında, yüzümde siyah bir kışlık bere ile geçen yolculuk tam altı saat sürdü. Ağzım da bağlı olduğu için casus olmadığımı, direnişçilerin haberini yapmak üzere orada bulunduğumu ifade edemiyordum.
Zaten, sonradan gördüm ki, gerçekten Müslüman olan bir kadının gazeteci olabileceğine kesinlikle inanmıyorlardı. Yolda, "Usame bin Ladin" hakkında ne düşündüğümü soran bir direnişçi, "O bizim Afganistan'daki kardeşimiz. Bizler İslam el Ansar'ız" dedi. ABD, Musul yolunu kapattığı için o geceyi çölde, kum üzerinde uyuyarak geçirdikten sonra ertesi gün "Yeni Emir" ile buluşmak üzere yola çıkıldı.
Yol boyunca çocuklar direnişçilerin arabalarına su ve annelerinin pişirdikleri yemeklerden getiriyorlardı. Irak polisi ise yüzümüz maskeli olarak bizi gördüğü halde direnişçilerle sohbet ediyor ve kaçırılmamıza sessiz destek veriyordu. Kaçmamız durumunda bile polis dahil herkesin direnişin bir parçası olması nedeniyle rehin alınacağımız kesindi.
Peki, nasıl serbest kaldınız? Musul'da neler oldu?
Musul'a vardığımızda "Yeni Emir'in" Telafer'e gittiği öğrenildi. Bizi getiren direnişçilerin en büyük amacı Telafer'e dönerek "şehit olmak"tı. Dolayısıyla, bizi Musul'da bulunan bir başka eve, Arap bazı direnişçilere teslim ettiler.
O evde bütün gün, dayak da dahil olmak üzere hem fiziksel hem de psikolojik işkenceye tabii tutulduk. Casus olduğumuzu itiraf etmemiz isteniyordu. Her yarım saatte bir kişi içeri girip, biraz sonra kafamızın kesileceğini ve günahlarımızın affını dilemek için bize son bir zaman verdiklerini söylüyorlardı.
Günün sonunda bir kağıda Irak'a ilişkin, daha önce yaptığım, "hayatımı kurtarabilecek" bir haberin başlığını yazmam istendi. İçinde bulunduğum stres nedeniyle kesinlikle bir haber başlığı hatırlamadım. Onlar ise benim "bütün aptal haberlerimi okuyacak zamanları olmadığını" ifade ettiler.
Günün sonun sonunda, her nasıl olduysa öldüreceklerini söylemelerine karşın beni kız kardeşlerinin evinde bir gece "konuk ettiler." Sabah ise önce beni ardımdan da Kanadalı gazeteciyi serbest bıraktılar. (EÖ/BB)