Pek çoğunuzla geçtiğimiz yıl Eylül'de, Sabra ve Şatila'daki katliamın 20. yıldönümünde buluştum. 1982 yazından bu yana Beyrut'a veya kamplara veya hemşirelik yaptığım Gazze Hastanesi'ne hiç gitmemiştim.
Adımlarımı tekrarlamak için geri dönmeyi istemiştim. Tekrar hatırlamak, sizin yanınızda olmak, sizinle dayanışmak istemiştim. En çok da, sizi ve sevdiklerinizi onurlandırmak ve saygı ve takdirimi göstermek istemiştim.
Bu deneyimimi sizle paylaşmak istiyorum.
İlk günümde, güneşin doğuşuyla, kamplara hareket ettim. Eskiden hastane giriş kapısı olan, yirmi yıl önce Falanjist milislerinin biz hemşire ve doktorlara toplanmamızı söyledikleri yere gittim. Kampları bilen bir Filistinli kadın beni karşıladı ve bana eşlik etti.
Bir zamanlar kamplarda yaşayan Filistinli ve Lübnanlıların doğum için, ameliyatları için geldiği, kliniklerin kamp sakinlerinin tıbbi ihtiyaçlarını karşıladığı ve dev bir Kızıl Haç bayrağının dalgalandığı yer, şimdi sürgün insanlar için içinde durulmaz bir yer halini almış.
Şimdi giriş yeri, karanlık; berbat bir koku kaplamış, sıçanların istilasına uğramış, ve çöp yığınıyla kaplanmış. Merdivenlere giden yolu bulmak için ve merdivenleri görebilmek için kibritle veya el feneriyle aydınlatmanız gerek. Filistinli, Lübnanlı ve muhtemelen diğer Arap uluslarından insanlar bu binada kalmaktalar. Su ihtiyaçlarını karşıladıkları kuyu yakın zaman önce yıkılmış. Tavana ve duvarlara kancalanmış telleri, elektrik için kullanıyorlar. Şartlar son derece sağlıksız.
Dokuzuncu kata kadar çıkıp dışarı baktım. Bütün kamp görünüyordu; caddeler, ara sokaklar, ve eskiden İsrail İleri Karakolu olan binanın tepesi. Buradan dışarıya yirmi sene evvel en son baktığımda geceydi. O zaman gördüğüm, kampın bölgelerini aydınlatmak için, havaya işaret fişekleri atıldığıydı. Yirmi yıl sonra çıplak gözle burayı gördükten sonra, İsrail Savunma Kuvvetleri'nin, gelişmiş dürbünleriyle, o kamplarda neler olup bittiğini net bir biçimde görebildiğine şüphem kalmadı.
Sonra Sabra Sokağı boyunca ilerledim. Şimdi 1982'de olduğundan çok daha yoğun, ve daha kalabalık. O korkunç günlerde insanların saklanmaya çalıştığı sığınaklara götürüldüm, toplu idamların yapıldığı yerlerde, mermi delikleri olan duvarları gördüm. Dolambaçlı ara sokaklar ve kampların içinin labirent gibi olması, katliam gibi büyük bir operasyonun yürütülmesini zorlaştırır. Düzensiz bir biçimde yapılması mümkün değildi. Planlama ve koordinasyon olmuş olmalıydı.
Ana caddenin sonundaki toplu mezarda, yıldönümü için hazırlık vardı. Silahlı bir birliğin sağlık ekibi çalışanlarını sıraya dizdiği yeri şimdi bir tuğla duvar örtüyor. Kuveyt Elçiliği'nin ötesine yürüdüm. Bizi sorguya çekmek için kullanılan, şimdi yıkık olan Birleşmiş Milletler (BM) binasına varmadan bir anıt ve bir de ada kavşak var. Burayı bir tuğla duvar çevreliyor. İsrailliler tarafından Komuta Karargahı olarak kullandıkları bina duruyor. Buradan, kampları tepeden görüyorsunuz.
Ziyaretim boyunca sizi tekrar görmek için birçok defa geri geldim. Katliamdan kurtulanlarla ve şehit aileleriyle görüştüm. Anma yürüyüşüne katılarak sizinle el ele yürüdüm. Mezarlıktaki törene katıldım. Getirdiğim gülleri birlikte toprağa koyduk. Sessizce, ölüler için okunan İbrani duası Kadiş'i okudum. İşte o zaman sizlerin sevdikleriniz için sessizce acı çektiğinizi gördüm. Üzüntü içinde anladım ki, yeni bir Filistinli mülteci nesli daha bu acınacak durumdaki kamplarda yetişiyordu.
Bu kamplarda yaşayan Filistinli kadınlar olağanüstü insanlar. Hiçbir hatanız olmamasına rağmen, hepiniz yetişkinlik yaşantınızın çoğunu bir sefalet kampından diğerine göç ederek geçirdiniz. Bir zamanlar, çoğunlukla Filistin'in kuzeyinde, köylerde daha iyi bir yaşantınız vardı. Tarımla uğraştınız, mahsul aldınız ve hayvancılık yaptınız. Kendi kendinize yetiyordunuz. Mültecilik denen bu ateşten gömleği giymenize rağmen, yine güçlü ve onurlu kaldınız. İnancınızı yitirmediniz. Ben size sadece saygı duyabilirim.
Sizler o kadar sabırlı insanlarsınız ki... Vatanınıza döneceğiniz günü bekliyorsunuz, adaletin gelmesini bekliyorsunuz. Belçika insanlık suçları yasasını geçirdiğinde, ilk defa bir umut ışığı belirmişti. Ariel Şaron, Amos Yaron ve katliamdan sorumlu diğerlerinin savaş suçluları olarak yargılanacağını düşündünüz. Bazılarınız Belçika'ya gitti, birçoğunuzdan yirmi yıl önceki o karanlık günlerle ilgili detaylı bilgiler alındı.
Sevdiklerinizin sararmış fotoğraflarını çıkardınız - anılarınızı paylaştınız. Bir süredir, bir duruşma gerçekleşmesi bekleniyordu. En sonunda, davacılar/katliamdan kurtulanlar resmi bir mahkemede olayları anlatabilecekti. Fakat öyle görünüyor ki, sanıldığı gibi olamayacak. En çok İsrail ve ABD'den olmak üzere, Belçika hükümetine yapılan büyük baskılar nedeniyle, adalet yine engellenecek.
Bu katliam, İsrail'in Ariel Şaron, Amos Yaron ve diğerlerinin komutasındaki etkin katılım olmasaydı gerçekleşemezdi. İsrail korkan insanların kaçış yolunu engelledi, çevreyi aydınlatarak kurbanlarını bulmaları için Falanj'lara fişek verdi, ölüleri gömmek için buldozer ödünç verdi, katillerle haberleşme içindeydiler ve kamplarda neler olup bittiğini de görebiliyorlardı. İsrail Soruşturma Komisyonu - İsrail dışından birçoklarının sorguladığı bir kararla - Şaron'un dolaylı olarak sorumluluğu bulunduğuna karar verdi. Erkek, kadın ve çocukların esas kıyımını Falanj milisleri gerçekleştirmişti. Adalet ararken bu gerçeği ihmal etmemeliyiz.
Filistinliler İsrail'de adil bir yargılama elde edemezler. İsrail hükümeti, Rachel Corrie'nin ölümünden sorumlu olmadıklarını duyurdu. Demek ki, bir buldozerin sürücüsü, onu orada kollarını salladığı halde görememiş. Rachel Corrie, bir ABD vatandaşı, adil bir yargılama elde edemedi.
Tüm dünyadaki dostlarınız bir kez daha yardım için ellerinden geleni yapacak. Mektuplar yazacağız, telefon görüşmeleri yapacağız, e-postalar göndereceğiz, makaleler yazacağız, fikir yazıları yazacağız, vs. Siz oturup beklerken, davanızı bildiğimizi de unutmayın. Kaç nesil boyu daha beklemek zorunda kalacağınızı bilmiyorum. Umudunuzu kesmeyin. Sizin için adalet aramaya devam edeceğiz.(BB/NK)
Düşüncelerimiz sizinledir.
Ellen Siegel, DH
Washington, DC
29 Haziran 2003
* Ellen Siegel bir diplomalı hastabakıcıdır (DH). 1982'de Beyrut'taki Sabra Kampı'ndaki Gazze Hastanesi'nde gönüllü hemşirelik yapmış ve katliam sırasında orada bulunmuştur. Kudüs'teki Kahan Soruşturma Komisyonu'nda tanık olarak dinlenmiştir.
Kendisi Amerikan Yakın Doğu Mülteci Desteği Tıbbi Komitesi'nde Başkan Yardımcısı, Washington Piskoposluğu'nun Barış Komisyonu'nun Orta Doğu Komitesi üyesidir ve Yahudi barış hareketinde de etkindir. Şu anda, kar amaçsız bir organizasyonda zihinsel hastalıklar hemşireliği yapmaktadır.
Bu, onun Beyrut'taki arkadaşlarına ve katliamdan sağ kurtulan dostlarına, Belçika'nın ABD Hükümeti'nin baskısı karşısında, evrensel yargılama yetkisi (insanlık suçları) yasasını etkisizleştirme kararı arkasından yazdığı mektuptur.
* http://indictsharon.net 'ten Baran Şimşek'in çevirisiyle yayımlandı.