Yoksul vardır, ama yoksul vardır.
Önce Asuman teyzenin yoksulluğundan başlayalım. Asuman teyze 45 yaşlarında, gözlerinin feri gitmiş, yaşamın zorlukları altında hafiften kamburlaşmış, çocuk yaşta felç geçirmiş, ağır aksak yürüyen, askerdeki oğlunu geçindirmek için soğuğa inat dışarıda toka satan, yatalak babası ve yaşlı annesini de 'geçindirmek' zorunda olan, ülkemizin tipik aç insan profilini yansıtan, melek yüzlü bir kadın. Bacaklarından felç geçirdiği için yürümekte zorluk çekiyor Asuman teyze. " Bir aileyi, engelli bir kadın nasıl geçindirebilir?" diyerek çaresizliğini dile getiriyor...Asuman teyze meramını anlatmaya başlıyor biz daha sormadan;
" Ben engelli olduğum için, kocam yıllar önce beni terk etti. Oğlumu bu engelli halimle ben yetiştirdim, anneme ve hasta babama hala ben bakıyorum. Bunu da toka satarak ve apartmanın merdivenlerini bu halimle yıkayarak yapıyorum. Kapıcılıktan otuz milyon alıyorum. Tokalar ise çok az satılıyor. Çünkü herkes benim gibi fakir. Askerdeki oğluma bazen ayda ancak on milyon gönderebiliyorum".
Asuman teyze Ankara'nın Demetevler mahallesinde yaşıyor, onu hayata bağlayan iki şey var; Biri askerden dönmesini dört gözle beklediği oğlu, diğeri ise 'hatıra' defteri. Aklına nereden esmiş bilinmez ama o tanıdığı hemen herkese bir şeyler yazdırıyor 'hatıra' defterine. En büyük şikayeti ise felç geçiren ayağındaki dayanılmaz ağrılar. Soğuk hava hepten azdırıyor ağrılarını. Asuman teyzenin hastaneler ile ilgili söyledikleri ise hepimizin vakıf olduğu sorunlar. Doktorların ilgisizliği, parası olmayanlara yapılan kötü muamele vs.
Şerif Ali'nin işi 'tesadüfe' bağlı
Yüksel Caddesinde, bir elinde çaydanlık, öbür elinde de bardak ve şeker, topallayarak yürüyen, temiz giyimli Şerif Ali ise, caddedeki insanlara çay satarak karnını doyurmaya çalışıyor. Onun da dramı Asuman teyzeyle hemen hemen aynı. Şerif Ali de 8 yaşında çocuk felci geçirdiği için yürümekte zorlanıyor, Konya'da Telekomda 9 yıllık memur iken 1,5 yıl önce görevine son verilmiş. Şerif Ali için asıl dram o zaman başlamış. Karısı 5 yaşındaki kızı Duygu'yu da alarak terk etmiş, başvurduğu her yerde kapılar yüzüne kapanmış.
Onun deyişiyle"varlıklılıktan düşmüş daha sonra da tesadüfe bırakmış işi" kendini geçindiremez olmuş. Ve iş bulma umuduyla, tanımadığı, bilmediği Ankara'ya gelmiş. Ondan sonrasını kendi ağzından aktaralım;
" insan yoksul olunca hayata dair tüm umutlarını yitiriyor. Benim daha iki yıl öncesine kadar kurduğum hayaller bambaşkaydı. Şimdi ise tek hayalim karnımı doyurmak ve başımı sokabileceğim bir gecekondu . Geceleri bir çay ocağında kalıyorum. İş yeri olduğu için zaten akşamdan kapatıyorlar kaloriferleri. Gel de sabaha kadar bu soğukta uyumaya çalış... Sabahtan akşama kadar da, beni açlıktan kurtaran İskender'in ( çay ocağı sahibi) ocağından aldığım çayları sokaklarda falan satıyorum. Tabii satışlar da çok kötü ama bunu yapmak zorundayım. Zaten benim artık hiçbir şeyim ve hiç kimsem yok. Yoksulluk ailemi de parçaladı, onlar da yok artık. Bir tek memurluktan kalan elbiselerim var..."
"Kimsenin haberi olmadan açlıktan ölmekten korkuyorum"
60 yaşlarındaki Kamil amca ise hordacılık yaparak 'geçiniyor'. Onun öyküsünü uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Ankara'nın Kurtuluş semtinde, çöplerden topladığı eski eşyaları, kendisi gibi yoksul olan öğrencilere satarak 'geçiniyor'. Kamil amca bu işe, yıllar önce kendi evindeki eşyaları satarak başlamış. Yoksulluğu da yıllar öncesine dayanıyor. Yalnızlığını ve yoksulluğunu paylaştığı tek şey de eski püskü koltuklar, yırtık kilimler, kırık tahtalar... Kamil amca, " bir gün kimsenin haberi olmadan açlıktan ölmekten korkuyorum" diyor.
"Yoksulluğun örneği öğrenciler"
Üniversite son sınıf öğrencisi Oktay ise, bize öğrencilik hayatından kısa anekdotlar aktarıyor. Türkiye'deki öğrencilerin çoğunun ciddi açlık sorunu yaşadığını söyleyen Oktay'a göre, yoksullukla ilgili araştırma yapmak isteyenler örnek olarak öğrencileri kullanabilir. Yoksul bir aile çocuğu olan Oktay, Beşevler' de üç arkadaşı ile birlikte bir bodrum katında yaşıyor. Aylık kiraları 250 milyon. Elektrikte sorun yok ama yol ve su parası, yemek paralarını bile kısmalarına neden oluyor. Oktay'ın durumunu kendisinden dinleyelim:
"Ben ciddi ciddi açım. Açlık yemek yiyememek ise, inan ki benim her hafta en az iki günüm hiçbir şey yemeden geçiyor.
Eğer büyük marketlerden bir şeyler 'kamulaştırabilirsek' karnımızı doyuruyoruz, ama gelişen teknoloji bunu da imkansız kılıyor. Okula bazen 6 kilometrelik yolu yürüyerek gitmek zorunda kalıyorum. Benim aç olmam beni utandırmıyor açıkçası. Asıl utanması gerekenler altlarında cipleri olanlar ya da yolsuzluk yapanlardır. Evet ben de binlerce fakir öğrenci gibi elektriği kaçak kullanıyorum, yani ben de yolsuzluk yapıyorum ama eğer bunu yapmazsam ya açlıktan ölürüz ya da soğuktan donarız. Ama banka soyanların derdi karın doyurmak ya da ısınmak değil..."
"AÇIM"
Oktay bize öğrencilerin 'korkulu rüyalarından' da kısaca bahsediyor; " fakir bir öğrenci bir kere hayattan korkar, ama onun dışında da korkularımız var. Elektrikçiler, polisler, ev sahibi, büyük marketlerin kapılarındaki alarm sistemleri, soğuk havalar ve tabii harçlar..." Oktay'ın söyledikleri aslında yoksul öğrencilerin durumunu da özetliyor ama yoksulluğu asıl özetleyen yoksul her halde Meşrutiyet Caddesi üzerindeki Mc Donalts'ın önünde elinde siyah ve iri harflerle 'AÇIM' yazısı taşıyan, sorularımızı yanıtlamak yerine her seferinde elindeki kağıdı işaret eden, orta yaşlı, siyah sakallı, çatık kaşlı, sinirli sinirli soğuk kaldırımda akşama kadar oturan 'dilenci' olsa gerek. Dilenciyi tırnak içine alıyorum çünkü bize adını sorunca 'AÇIM' yazısını işaret eden yoksul, etrafındakilere ne dert yanıyor ne de kimseden para istiyor. O sadece 'AÇIM' diyor. Bundan daha sert bir özet olabilir mi?
Yoksul insanın konuşacak çok şeyi yoktur aslında. Her şey ortadadır zaten... Koca binalar ve renkli vitrinler arasında kendini yapayalnız hisseder yoksul insan. Yanına yaklaşıp soru soran meraklıya, soyadını vermekten her zaman çekinir, hala kaybedecek bir şeyi olduğunu sezinlercesine. (HA)