Bush'un, Mehmet Bal'ın, Saddam'ın günü
İnsan "kavramı" yalnız başına kullanıldığında, yani sadece insan (güçlü insan, zayıf insan, siyah insan- beyaz insan, zengin insan, 'fakir' insan ve daha binlerce türlüsü insanın...) dendiğinde, parantez içindeki tüm türler, aynı anda mevzu bahis olunur. Dolayısıyla 10 Aralık benim de, George Bush'un (dünya polisi ABD'nin başkanı) da, Saddam Hüseyin'in (Irak diktatörü) de, Mehmet Bal'ın (Türkiyeli vicdani retçi) da, Adolf Hitler'in (malum "insan") de, Yigal Bronner'in (İsrailli vicdani retçi) de... Kısaca insan olanları ve insan olarak görünenlerin de hep beraber hak günü olarak "kutlanıyor". Cümlemize kutlu olsun.
"İnsanların birbirini iyice öldürdükleri 2. Dünya Savaşı'nda, milyonlarcası fırınlarda hakları ile birlikte yakıldıktan hemen sonra, 10 Aralık 1948'de "insanların hakları" bildirgesi Paris'te dünyaya gelivermiş. Hepimize kutlu, hayırlara da vesile ola... Ayrıca benim de doğum günüm olması itibariyle 10 Aralık günü, "iyiki bu hayırlı günde doğdum" dedirtiyor bana...
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin içerik ve ilkeleri bakımından ideal ve kusursuz - hiçbir şey kusursuz değildir- olduğu, bizim de insan olarak bir günümüzün "kutlandığı" ve bunun aslında "iyi" bir gün olduğu yanılsamasına hepimiz düşüyoruz. Hoş bu yanılsamayı yaşamanın da ayrı bir tadı oluyor, ancak dünyamızın gündemindeki bir takım "insan haksızlıkları", ister istemez "insan olarak" 10 Aralık'ın tadını kaçırıyor. (Zaten Beyannamenin beyan sebebi de budur.)
Tarihten ödünç örnek almaya gerek yok, şu an Irak'ta yaşamakta olan binlerce İNSAN, çocuk insan, yaşlı insan, zengin insan, fakir insan, güzel-çirkin insan, dost-düşman insan, Ahmet, Mehmet, Ayşe, Şule, Abdullah, Fatma vs insan, tüm "insanlığın" gözleri önünde, hayatlarının son demlerini yaşamakta. Binlerce savunmasız Iraklı insan, haklarının ihlal gününü, korkuyla beklemekte. ( Beyannamenin 3. Maddesi: Her bireyin yaşama, özgürlük ve güvenlik hakkı vardır.(mış)
Tam şu an...
Şu an, yani ben bu yazıyı yazarken, ya da siz bianet'i tıklarken, dünyanın istisnasız her ülkesinde sayısız insan işkenceye maruz kalmakta ve sayısız insan şu dakikalarda ya öldürülmekte ya da son anlarını yaşamaktadır.
Yazımın en başında, hatta başlığında söylemem gerekeni,- başlıkta da belirtildiği üzere- zamanı gelmişken buraya yapıştırıvereyim; İnsan Hakları değil, Yönetilen Hakları. Zira yönetenlerin - özellikle bazılarının- ne 'hak'ka ne de hukuka hiç de ihtiyaçları yoktur.
Evet onlar da insandır ama aynı zamanda yönetendirler. Hatta onlar sadece yönetendir aslında... Örneğin Bush'un (şahsına karşı herhangi bir kastım yok kendisiyle alıp veremediğim de. Sadece "insan ailesinin reisi" olduğu için kendi(lerini)sini örnek veriyorum) Beyanname'nin 1. maddesindeki "tüm insanlar özgürdür, saygınlık ve haklar bakımından eşit doğarlar, akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik özü ile davranmalıdırlar" 'ilkesine' ABD(Dünya) başkanı olduğu sürece pek de ihtiyacı yoktur.
Hatta İnsan Hakları Beyannamesi'ne de hiç mi hiç ihtiyacı yoktur . Bir kere Beyanname'de bahsedilen, ya da "açıklanan" haklar, aslında tüm insanların "hakkı" değildir. Bu haklar, Somali'de açlıktan, Filistin'de savaştan ölenlerin hakkıdır. Açlıktan ve savaşlardan öldürenlerin bu haklara zaten ihtiyacı yoktur.
İktidar oldukça, 10 Aralıkların tadı olmayacak
Beyanname, esasen ezilenlerin, yönetilenlerin haklarını sıralamaktadır. Bu hakların sıralanma nedeni de "insanların istibdat ve baskıya karşı, son çare olarak ayaklanmak zorunda kalmaması için..."dir. Yani yönetilenlerin, yönetenlere olan tahammüllerini korumaları için gerekli bir "beyannamedir".
Şiddet araçlarını (İnsan hakları ihlalinin öncülünü) tamamen kendi tekeline almaya çalışan devletlerin devleti ABD ve tarihi boyunca dünya "insanını" sömüreduran Avrupa'nın, medeniyet ve insan hakları retoriğini en çok dillendiren ülkeler olması ilginçtir.(Beyannamenin altına imza atan birkaç ülke; ABD, İsrail, Türkiye ve Avrupa ülkeleri. Ne trajik ve komik değil mi?) Ama, kendi vatandaşları dahil, dünya'mız'da en çok insan hakkı ihlalini de adı geçen ülkelerin yapması hiç de ilginç değildir.
Norberto Ellias' ın aktardığına göre Napolyon 1789'da Mısır'a doğru yola çıkarken, askerlerine şöyle sesleniyordu; "Askerler, medeniyet açısından hesaba gelmez sonuçlar getirecek olan bir istilayla görevlisiniz..." Bu sözler, 2000'lerdeki Bush'un "demokrasi ve insan hakları için" yapmayı tasarladığı istilalar için sarf ettiği sözlere nasıl da birebir benziyor...
Rousseau ise şöyle der; "kralların ya da onların sorumluluklarını devrettiklerinin tüm yaşamları, iki amaca adanmıştır: Egemenliklerini sınırların ötesine yaymak ve kendi sınırları içindeki egemenliklerini de mutlak hale getirmek."
Bu sözlerden sonra fazlaca açıklamaya gerek yok; egemenlik -bu demokrasi egemenliği bile olsa, ki kendisiyle hiç karşılaşmadık- İnsanların haklarını, direk ya da dolaylı yollardan ihlal etmek, devletin- iktidarın 'yaşaması 'nın ön koşullarındandır. ... Belki biraz anarşizan bir yaklaşım olacak ama aslında Devlet ve de iktidar var oldukça, 10 Aralık'ların bizim için hiçbir tadı olmayacak. Çünkü birbirinden ayrılmaz birer parça olan bu her iki yapının varlığı zaten insan haklarının önündeki en büyük engellerdir...
Son olarak BM'ye küçük bir önerim var, (tabii bu önerimi, malumunuz olan Beyannamenin 19. Maddesinde belirtilen, "herkes anlatım özgürlüğüne sahiptir" ilkesine dayanarak açıklama cüretini gösteriyorum) İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini, Yönetilen Hakları Beyannamesi olarak tekrar adlandırsınlar. Ne de olsa insandan insana fark vardır.(NK/BB)