SES: Sağlık bütçesinde yüzde 5.27'den 2.6'ya
SES Genel Sekreteri Şükran Öz, "Sağlık Bakanlığı Bütçesi'nin Genel Bütçe'ye oranı 1960'da yüzde 5.27 iken 2002 bütçesinde payı yüzde 2.6 dır. Türkiye'de toplanan vergiler dış borç ödemelerine gitmektedir. Yani bütçede insan sağlığına yer yoktur" diyor.
Eğitim-Sen: IMF Eğitim harcamalarına göz dikti
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) Basın Yayın sekreteri Mazın Alkaya da, "Türkiye'de eğitime fazla para ayrıldığına dair açıklama işin rengini değiştirecek, dengeleri alt üst edecek bir önemdedir ve ülkemizin geleceği açısından çok ciddi tehlikeler içermektedir. Anlaşılan o ki, IMF Türkiye'de zaten en alt seviyede olan eğitim harcamalarına göz dikmektedir" diyor.
Dünya gazetesinin 20-21 Temmuz 2002 tarihli Cumartesi Pazar ekinde, IMF Türkiye temsilcisi Brekk ile bir söyleşi yayımlandı. Birinci sayfa manşetten "Sağlıkla eğitime çok para harcıyorsunuz" cümlesiyle verildi.
Brekk'in "kamu sektörü borçlanması konusunda neler yapılması gerekiyor" sorusuna verdiği yanıtta yer alan bu" değerlendirme'yi, Bianet, Eğitim-Sen ile Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Sendikası SES'in tartışmasına açtı.
SES: Amaç özelleştirme
SES'e göre, Dünya Bankası ve IMF'nin sağlık politikası, "Sağlık hizmetlerinin özellikle hastane işletmeciliğinin özelleştirilmesi ve Genel sağlık sigortasına geçilmesi"ni amaçlıyor.
Bu politikanın hayattaki karşılığını ise SES şöyle değerlendiriyor:
* Halk sağlığa daha fazla para ayıracak.
* Vergi ve prim oranları artacak.
* Devlet destekli özel hastaneler cazip hale getirilecek.
* Kamu fonları dışa bağımlı ilaç ve tıbbi malzemeye akacak.
* Kamu sosyal güvenliğinin yerini özel sigortalar alacak.
* Parası olana sağlık hakkı verilecek, olmayana "başının çaresine bak" denilecek.
* Var olan toplumsal eşitsizlik derinleşecek.
Sağlık bütçesinde personel, cari ve yatırım harcamaları
"1991-97 yıllarında toplam sigortalı nüfus yüzde 40.8 artarken, istihdam edilen "Hekim Nüfusu" ise yüzde 21 arttı."
Sağlık bütçesinin 1991'de personel giderlerine yüzde 74.4'ü giderken, bu oran 1998'de yüzde 77.5 oldu. Cari harcamalar, aynı yıllarda yüzde 11.3'den yüzde 8.3'e, yatırımlar ise yüzde 10.5'dan yüzde 8.3'e indi.
"Doğaldır ki Sağlık Bakanlığı gibi yatırımların çok yoğun olacağı bir bütçeye dahi yüzde 2-3 gibi bir oran ayırırsanız, bu kaynağın da gideceği yer kurumun personel gideridir. Personel giderleri ayrıldıktan sonra kalan kaynakta yeni hastanelerin, sağlık ocaklarının yapılacağı, daha önce yapılmış sağlık birimlerinin eksikliklerinin karşılanabileceği bir kaynak kalmamıştır. Sistem bu sorunu da kendi sistemsizliğinden gelen bir yolla çözmüştür: 'Bağış' adı altında halktan para toplamak!"
Öz: IMF'nin süreci hızlandırma mesaisi
Öz, Brekk'in sözlerinin sorunun uluslararası boyutunu gösterdiğine işaretle, "Küreselleşme süreci, sağlık alanında herkese eşit ve ücretsiz sağlık ve sosyal hizmet hakkını hedef alıyor ve engelliyor" diyor.
"Özelleştirme politikaları ile kamu hizmetlerinin daraltılmasına ilişkin girişimler çerçevesinde sağlık ve sosyal haklar tek tek bir avuç sermaye sahibinin kar çarkları haline getiriliyor. IMF ise bu sürecin hızla gerçekleşmesi için Türkiye üzerinde oldukça mesai harcıyor."
"Alınan satılan hizmet: Sağlık "
SES'in sağlık hizmetleri değerlendirmesinin satır başları şöyle:
* İnsana önem ve öncelik vermeyen bir zihniyet ile yürütülen sağlık hizmetleri piyasa ekonomisi sayesinde para karşılığında alınıp satılan bir sektör haline getiriliyor.
* Hastane + Hekim + hasta statülerinin yerine anonim şirket hastaneleri - hizmet pazarlayıcıları ve müşteriler alıyor.
* Sağlık politikası toplumdan yana değildir. Dolaysıyla hizmet alanların aleyhine bir politikadır. Toplumun sağlık hizmetlerinden yararlanma haklarının giderek budanmakta olduğuna tanık oluyoruz.
"Normal" ve "paralı" ayrımı
SES, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesine karşı olduğunu ifade ediyor ve karşıtlığının gerekçelerini açıklıyor:
* Çünkü vergi ödeyerek kazanılan hastanelerden yararlanma hakkını elde eden insanlara hastaneleri paralı hale getiriyor. "Normal vatandaş" ve "paralı vatandaş" ayrımı yaratılıyor.
* Sağlık emekçilerinin iş güvencesi azaltıyor, rekabet adı altında sendikal mücadele de dahil her türlü hakkı gasp edilmeye çalışılıyor.
* Özerkleşme adı altında; Yüksek İhtisas Hastanesi'nde olduğu gibi sağlık emekçileri başına iş yükü artıyor, öte yandan yatırım azalırken, iddia edilenin aksine hastanenin gelir dengesi de azalıyor.
Hastanedeki yerel otorite Vakıflar
* Vakıf adı altında; sağlık hizmeti paralı hale geliyor öte yandan hastane içinde söz sahibi yerel bir otorite oluşuyor.
* Teknoloji-yoğun alanlar gelişiyor, toplumun gereksinimi değil gelir getirecek alanlar dikkate alınıyor.
* Eğitim ve araştırma ihmal ediliyor, verilen hizmetin standardı düşüyor
* Daha komplike vakalar kamu hastanelerine sevk edildiği halde özel hastanelerde "ölüm hızı" yüzde 1.55 iken, kamu hastanelerinde bu oran yüzde 1.16'dır.
1991'den 1997'ye SSK
1991'de 3 milyon 598 bin 315 olan SSK'lı nüfus, yüzde 40 artışla 1997'de 5 milyon 066 bin 745 oldu. 1991'de 19 milyon 247 bin 460 olan SSK kapsamındaki nüfus 1997'de, yüzde 45,7 artışla, 28 milyon 40 bin 848 oldu.
SSK'da çalışan hekim oranında belirtilen dönemde yüzde 21, diş hekimi oranında yüzde 21.4, ebe ve hemşire sayısında da yüzde 45 artış oldu.
Bir hekime kaç hasta düşüyor?
SES'in verilerine göre, 1997'de bir hekimin bakmak durumunda kaldığı hasta sayısı 1991'e göre, yüzde 20 artışla 3 bin 727 oluyor. Bu durum, bir diş hekimi için yüzde 20 artışla 1997'de 56 bin 82.
Ebe ve hemşireler için ise, kişi başına düşen hasta sayısı yüzde yarım artıyor ve 1997'de 3 bin 9 oluyor.
Sosyal güvenliğe devlet desteği
SES, "sosyal güvenlik sistemleri içinde devlet katkısı olmayan tek kurumun Türkiye'deki Sosyal Sigortalar Kurumu" olduğunu açıklıyor ve bazı ülkelerden devletlerin katkı oranlarını örnekliyor. "SSK hizmetlerinin finansmanına 1996 yılına kadar hükümetlerin hiçbir katkısı olmamıştır." .
İngiltere yüzde 44.3, Avusturya yüzde 20.3, Belçika yüzde 41.5, İspanya yüzde 20.1, İsveç yüzde 37.4, Almanya yüzde 14.6, İtalya yüzde 34.5, Hollanda yüzde 12.9, Yunanistan yüzde 21.2 ve Fransa yüzde 10.6 oranında sosyal güvenliğe katkı veriyor.
2 milyar 200 milyon dolar borç ödenseydi...
1993 SSK Mali Raporunda da belirtildiği gibi SSK'nın alacağı 2 milyar 200 milyon dolardır. Eğer bu para SSK bütçesine aktarılabilseydi; neler olurdu?
SES'e göre alternatifler şöyle:
* 1 milyon 200 bin işçinin emekli maaşları iki kat arttırabilecek.
* 100 tane yeni dispanser açabilecek.
* 10 tane 400 yataklı hastane tüm teçhizatla donanmış halde kurabilecek.
* Tüm sağlık kurumlarına 3 bin hekim, 7 bin hemşire, 2 bin tıbbi sekreter, 8 bin yardımcı sağlık personeli ve teknisyen istihdam edebilecekti.
Brekk'in politik misyonu
Öte yandan SSK'nın işverenlerden alması gereken prim borç tutarı 1993 yılında 32.5 trilyon liradır (2.2 Milyar Dolar). Başka bir deyişle 1993'de her üç işverenden biri tarafından sigorta primlerinin ödenmediği görülüyor.
SES, IMF Türkiye sözcüsü Odd Per Brekk'in "verilerle ortaya koyduğu bu sağlık hizmetleri" tablosunun "Sağlıkla, eğitime çok para harcıyorsunuz" şeklinde görülmesini "gerçekleri okuyamayan bir politik bakış" olarak değerlendiriyor.
"Brekk, IMF politikalarının Türkiye'de uygulanmaya konulması ve sermayenin çıkarlarını toplumun çıkarlarından önde tuttuğu için bu yaklaşımı, gerçeği tersten görmesi kadar doğal bir şey olamaz. Brekk'in politik misyonu ve gerçekler karşısında körlüğü, SES olarak kabul edilemez."
Eğitim-Sen: Senegal'de eğitime yüzde 33.1, Türkiye'de 7.4
Eğitim-Sen, "2001 yılında genel bütçeden eğitime ayrılan pay yüzde 8.1 iken 2002 yılında bu pay yüzde 7.4'e çekildiğini" açıklıyor ve kimi ülkelerdeki oranı veriyor:
"Senegal'de yüzde 33.1, Meksika'da yüzde 26, Japonya'da yüzde 16.2, ABD'de yüzde 12.4, Fransa'da yüzde 18.1, Almanya'da yüzde 16.4 ve İsviçre'de yüzde 18.7'dir."
Eğitim-Sen'in açıklamalarına göre; Türkiye'de eğitim yılı ortalaması yüzde 3.6'dır. Aynı oran Japonya'da 13.2, Romanya'da 11.6, Arjantin'de 8.1, Norveç'te 15.2, Hollanda'da 16, Yunanistan'da 14.8, Almanya'da 15.9'dur."
Alkaya: Sosyal devlet anlayışının tasfiyesi
Eğitim-Sen Basın ve Yayın sekreteri Nazım Alkaya, IMF'nin dayattığı ekonomik programların özünü "kamu alanının daraltılması, kamu personelinin azaltılması, devletin kamusal hizmetlerden elini çekmesi" olarak özetliyor.
Alkaya, IMF programını başlık başlık yorumluyor:
* Bunun en açık karşılığı, "sosyal devlet" anlayışının iyiden iyiye tasfiye edilmesidir.
* Devlet kamusal hizmetlerden uzaklaşacak, temel insan haklarından sayılan nitelikli ve parasız eğitim, sağlık vb. hizmetlerden özelleştirilecek,
* Eğitim paralı hale getirilecek, piyasa ekonomisinin insafına terk edilecektir.
* Yani, parası olan okuyacak ve yaşayacaktır.Türkiye yalnızca parası olanların yaşadığı bir ülke haline getirilmek isteniyor.
Üniversite 2 istiyor, 1 alıyor
Eğitim-Sen, üniversitelerin 2002 bütçesinden 2.5 katrilyon talep ettiği halde, 1.3 katrilyon alabilmelerinin sonuçlarını da şöyle öngörüyor:
* Kaynak yokluğundan üniversitelerde araştırma yapılamamaktadır.
* Yükseköğretime ayrılan ödeneğin Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) içindeki payı da 1990'da 2 trilyon 505 milyar lirayla 0.56 iken, 2001 yılında bu rakam 1 katrilyon 364 trilyon 910 milyar lirayla 0.88 oranındadır.
* Oysa öğrenci sayısı katlanarak artmakta, ihtiyaçlar paralel olarak çoğalıyor. Bilimsel gelişmenin gereği olan araştırmalar için ayrılan fonlar her yıl azaltılıyor.
"Sabitleme değil, standart yükseltme"
Alkaya'ya göre, "eğitime ayrılan payın artırılması ve eğitimde köklü değişiklikler yapılması" gerekiyor.
"IMF direktiflerinin dışına çıkmayan siyasi iktidarlar tarafından her zaman ihmal edilmiş, önemsenmemiş eğitim daha da gerilere çekilmek isteniyor. Bu geri çekme girişimlerine direnirken, mevcut olumsuzluğu sabitleme değil, eğitimi dünya standartları seviyesine yükseltmek Eğitim Sen'in mücadele hedefleri arasında öncelikli yerini koruyacaktır." (NM/BB)