Anayasa'nın 90. maddesinde açıkça belirtilse de, AİHS ve ekli protokoller iç hukukumuzda, görülmekte olan bir davada yargıçlarca doğrudan uygulanmıyor. Bu durumda Türkiye yönetiminin, AB müktesebatını uygulamaya geçirebileceği yönünde kuşku duyulması doğal. Özellikle ceza yargılamasında AİHS'nin 5. ve 6. maddelerini dikkate almayan yargıçların kararları, sözleşmenin ihlaline yol açmakta ve devlet tazminata mahkûm olmaktadır.
Bu bağlamda, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nin rektörüne ilişkin yargılama sürecinde, tutuklama ve tutukluluk halinin devamı konusunda, AİHS'nin 5. maddesi irdelenmemiş ve AİHM'nin kararları dikkate alınmamıştır.
Avrupa Konseyi'nce hazırlanan ve Avrupa Konseyi, AB Komisyonu, T.C. Adalet Bakanlığı tarafından yargıç ve savcılar için hazırlanan el kitaplarında, 'Kişinin özgürlük ve güvenlik hakkı' başlığı altında şöyle denilir:
"Hâkimler, özgürlük teminatının anlamlı olabilmesi için, özgürlük mahrumiyetinin istisnai, objektif gerekçesi olan ve mutlaka gereğinden uzun süreli olmamasını daima hatırda tutmalıdır."
Prensipler
Bir temel ilke daha: "Sözleşmenin amacı, kişi haklarını güvenceye almaktır. Özgürlüğe getirilecek kısıtlamalar istisnai olarak değerlendirilmeli ve yalnızca kısıtlamayla ilgili ikna edici bir gerekçe olduğunda müsaade edilmeli. Bu kısıtlamalar, kamu mercilerinin öngördüğü herhangi bir düzenlemenin uygun olduğu varsayımından hareketle uygulanamaz. Sözleşme dinamik bir şekilde uygulanmalı.
AİHM'nin hukuki metinleri yorumlamasının önemi göz ardı edilemez. 5. madde hükümlerine tam riayet için hâkimlerin, AİHM'nin dinamik içtihatlarını dikkate alması gerekir."
Kişiyi özgürlüğünden mahrum eden merci, hem kararını 5. madde hükümleri çerçevesindeki yetkiye dayanılarak verdiğini, hem de kararın uygulandığı durumun, aynı maddede belirlenen bir durum olduğunu ispatla yükümlüdür. Özgürlükten mahrumiyet kararı söz konusu olunca, hâkimin yargılanan kişinin aslen özgür olması gereğinden hareket etmesi esastır. Hâkimin sadece özgürlükten mahrum etme gerekçelerini tespit etmesi değil, bu gerekçelerin mahrumiyet tedbiri doğurup doğurmadığını da yakından incelemesi gerekir. Aksi durum, hukukun üstünlüğü ilkesinin terk edilerek keyfi uygulamaya teslim olunması demektir. (sh 9 Parag :2 son cümle)
Hukuka uygunluk şartı, hem usul hem de esasa yönelik olarak yorumlanmalıdır. "Hukuka uygunluk, herhangi bir özgürlük mahrumiyetinin ulusal hukuka ve AİHS'ye uygun olması ve keyfi olmaması gerektiği şeklinde anlaşılmaktadır." (sf. 9 son paragraf son cümle)
Kararlar
AİHM, Mansur-Türkiye davasında şu gerekçelerle tazminata hükmetmiştir:
"Ulusal mahkeme, müteaddit olarak, genellikle detaylandırmadan, aynı ifadeler, hatta kalıplar kullanarak kişinin alıkonulması halinin devamına karar vermiştir. Bu tür bir yaklaşımla hâkim adeta kolluk kuvvetlerinin kararını onaylamış ve bağımsız ve eleştirel bir karar verememiştir. Bu tavır, hiçbir zaman özgürlükten mahrumiyet kararının bir gerekçeye dayanması esasına uygun olamaz."
Kurt- Türkiye davasındaki karar: "Herhangi bir özgürlükten mahrumiyet uygulamasının yalnızca ulusal hukuka esas ve usul olarak uyması değil, aynı zamanda sözleşmenin 5. maddesinin amacına uygun olması gerekir."
Sözleşmenin 5. maddesinin 4. paragraf hükümlerinin yerine getirilip getirilmediğinin tespitinde, yasallık kavramı her zaman Sözleşme standartlarına uygunluk anlamı taşımaktadır. (sf. 69 No 4)
Labita-İtalya davasında ihlalin gerekçesi: "Mahkemenin dosyaya ibraz edilen ve kişiyi zanlı olarak itham etmeye yarayabilecek delillerin, yargılama sürecinde değerlerini büyük ölçüde yitirdiklerini dikkate almaması ve tutukluk halinin devamına hükmedilmesi..."
Kampanis-Yunanistan davasında, 'hâkimin yargılama sırasında kişiyi itham eden savcılık makamı ile tutukluluğun kaldırılmasını isteyen zanlı arasında silahların eşitliği prensibine uyulmamasını' ihlal saymıştır. Soumare-Fransa davasında da AİHM, iç hukukta yargıçların, kişi özgürlükleri konusunda çok geniş yetkilerle donatılmaları gereğini vurgular.
Özetle, belirtilen ilkelerle AİHM içtihatları görmezden gelinerek, gerekçe göstermeden tutukluluk halinin devamına karar verilmesi, Türk yargısının hem iç hukuk hükümlerine hem de taraf olduğu sözleşmelere uygun davranmadığını açıkça ortaya koymaktadır. (BB/TK)
* Belkıs Baysal: Avukat, Avrupa Birliği Barolar Konseyi (CCBE) Türkiye Temsilcisi