* Fotoğraflar: İAK.
2022 yazına tüm dünyada rekor seviyede seller, sıcaklık dalgaları, kuraklık, orman yangınları ve kasırgalar damgasını vurdu; aylarca süren yoğun muson yağmurları sonrası başlayan sellerle Pakistan'ın üçte biri sular altında kaldı, binden fazla insan hayatını kaybetti.
İklim krizine karşı iklim adaletini savunmak ve bu doğrultuda uluslararası hareketlerin bir parçası olarak mücadeleyi büyütmek, geliştirmek ve sürdürmek amacıyla 2021 yılında kurulan İklim Adaleti Koalisyonu da tüm bu başlıklar ışığında "İklim kriziyle mücadelede kritik bir sene daha kaybedildi ve uçuruma biraz daha yaklaştık," diyerek bir konferans düzenledi.
"Kritik bir sene daha kaybedildi"
28-30 Ekim tarihlerinde İstanbul'da düzenlenen konferansta son dört yılın kazanım ve yenilgilerinden nasıl dersler çıkarabiliriz, 2023'te mücadeleyi nasıl sürdüreceğiz, planları ve kampanyaları bölgesel ve küresel olarak nasıl koordine edeceğiz sorularına yanıt arandı.
"İçinde bulunduğumuz aciliyet durumunda, yaklaşık yüz yıl önce Walter Benjamin'in tanımladığı gibi uçuruma doğru sürüklenen insanlığı ve yerküre üzerindeki tüm canlı türlerini kurtaracak bir "imdat freni"ne ihtiyaç var," denilen konferansın toplantı bildirisi yayımlandı.
"Sermayenin dayattığı tarih"
Bildiride özetle şöyle dendi:
"İklim aktivistlerinin son 50 yıldaki mücadelesine bakarsak; düzenlenen alternatif zirvelerin, resmi zirvelerle yeterli düzeyde hesaplaşma içinde olmadıklarını gözlemliyoruz. 1972'de başlayan Çevre mücadelesi, sürdürülebilir kalkınma adı altında sermaye tarafından sahiplenildi. Oysa ki bizler, sermayenin kendi ihtiyaçları dahilinde yazdığı ve dayattığı tarihi reddetmeliyiz.
"Doğayı karbon hesaplamaları ve tarihsel hedefler gibi niceliksel terimlere indirgemesini kabul etmeyip, doğayla ilişkimizi nitelikler üzerinden kurmalıyız. İklim krizi hareketi, sektörlere ayrılmadan, bütüncül bir anlayışla örgütlenmeli. Sınıfsal, bölgesel, etnik ve diğer sosyal hareketlerle dayanışma içinde olmalı. Sınıf mücadelesinin önemi iyi kavranmalı. İşçi-emekçi mücadelesi, ekoloji mücadelesinden ayrı tutulmamalı.
İklim krizi ve ruh sağlığı
"Halk Sağlığı yönüyle durum oldukça endişe verici; enfeksiyon hastalıklarının bulaşması için iklimsel uygunluk gitgide artacağı öngörülüyor. 2010 yılından bu yana 21,5 milyon civarında olan iklim mültecilerinin 2050'ye kadar 1,2 milyara ulaşacağı hesaplanıyor. İklim krizi onca felakete ek olarak, ruh sağlığı sorunlarında da önemli artışa yol açıyor, tedarik zincirini aksatarak, gıdaya erişimi engelliyor.
"Lancet sağlık raporunda dile getirildiği şekliyle 'insan sağlığı fosil yakıtların insafına kaldı'. Halk sağlığı yönüyle yapılması gereken, enerjiden tarıma, sağlığa kadar tüm alanlarda kamu yararını gözeten, toplumcu politika değişikliklerini hayata geçirmek. Afet risk analizi yapıp, yönetim planı hazırlamak ve afetlere müdahale konusunda tüm sektörler arası iş birliğini sağlamak.
Marmara Denizi ve ekokırım
"Türkiye'de Marmara Denizi, bir ekokırım suç bölgesi olarak öne çıkıyor. Henüz Türkiye'nin anayasasında ve kanunlarında ekokırıma yönelik bir suç tanımı yer almazken, Avrupa ülkeleri, ekokırımı suç olarak yasalarına dahil edecek bir sürece girmiş görünüyorlar.
"Ekolojik mücadelenin yayılabilmesi ve içinde bulunduğumuz aciliyet durumunda kitlesel destek bulabilmesi için özellikle enerji konusunda, pratikte uygulanabilir, somut öneriler getirmeli, her enerji türüne hayır demek yerine rüzgâr ve güneş enerjilerini savunarak, bunların doğal yıkımlara yol açmasına izin vermeden ve karbon ayak izlerini en aza indirecek şekilde devreye alınmalarına onay vermelidir.
"Ekolojik krizleri üretenle, işçileri ekonomik krize maruz bırakan aynı sistem. Doğa ve yaşam savunucuları olarak bunların bilincinde olmalı ve hayatın somut gerçekleriyle yüzleşerek, kapitalizmin bizleri karşı karşıya getirdiği emekçilerle el ele vermeli ve birlikte çözüm üretmenin yollarını araştırmalıyız."
(TY)