Öyle bir "not" ve öyle bir "deşme" ki, panzer ve helikopter gürültüsü altında, seslerini hiçbir yere duyuramamanın çaresizliği kalan bölge insanının çığlığını okura aktarıyor. Kitabın adı: "Ölümün İki Yakasında", yazarlar iki gazeteci: Faruk Balıkçı ve Namık Durukan
Defalarca ölümle burun buruna gelen, yanı başlarında meslektaşları öldürülen Balıkçı ve Durukan "Ölümün İki Yakasında"nda editörlerin "sadeleştirdiği" haberlerle "haber" bile olamayan yaşanmışlıkları olabildiğince sansürsüz haliyle aktarıyorlar.
İki yakaya da mesafeli
Kitap, 1995'de PKK'li gerillaların "esir aldığı yedi asker" olayıyla başlıyor, 2001 başında gözaltında kaybolan Silopili Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) yöneticileri Ebubekir Deniz ve Serdar Tanış'ın hikayesiyle bitiyor.
Lice, Silopi ve Cizre'nin 1990'ların ilk yarısında nasıl bir cehennem olduğunu, birinci ağızdan aktaran Balıkçı ve Durukan, kitap boyunca sık sık, savaşın her "iki yakasına" da mesafeli durduklarını belirtme gereği hissediyorlar.
"Doğu ve Güneydoğuda, kimine göre 'Düşük yoğunluklu savaş' kimine göre 'İç savaş', kimine göre ise 'Terörizm' olarak adlandırılan şiddet ortamında köyler boşaltıldı, milyonlarca insan yerinden oldu, 40 bini aşkın insan yaşamını yitirdi. Bölgede adım atmadığımız yer kalmadı. Tüm coğrafyayı arşınladık. Çatışmaların içerisinde bulduk kendimizi. Olayları anlatırken objektif olmaya çalıştık. Haber için PKK kampını da ziyaret ettik, örgüte karşı Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kapsamlı operasyonlarını da izledik."
Diyarbakır'ın Lice ilçesinde, zorla korucu yapılmak istenenlerin incelemelerde bulunmak üzere dönemin Olağanüstü Hal Bölgesi (OHAL) Valisinden izin alarak bölgeye giden bir heyeti nasıl da gözlerinde yaşlarla karşıladıklarını aktaran gazeteciler, insanların zorla korucu yapıldığının somut örneklerini de veriyor.
Hazal'ın öyküsü
Kitlesel olaylarla ilgili gözlemlerlerden sonra bir anda Bingöl'ün Karlıova ilçesine bağlı Yiğitler Köyü'ndeki karakolun köpekleri tarafından korkunç biçimde öldürülen 11 yaşındaki Hazal'ın öyküsüyle karşılaşıverince, insan açıkçası göz yaşlarına hakim olamıyor.
Hele ki benzer bir öykünüz var ve sık sık karakol köpeklerinin saldırısına uğrayarak büyüyenlerdenseniz, içinizin bilmediğiniz bir yerinde, garip bir ürperti hissediyorsunuz.
"Hazal'ın ne cici pabuçları, ne güzel kokan silgisi, ne de resim çizmek için rengarenk kalemleri vardı. Toprak ananın zengin ve bereketli çamurundan yaptıkları dışında oyuncağı da olmadı. Her bahar başlangıcında olduğu gibi, arkadaşlarıyla birlikte bayırlara, yöreye özgü bitkilerden olan 'tuzık' ve 'çiriş' toplamaya çıktı. Bunun için Yiğitler Karakolu'nun önünden geçmeleri gerekiyordu, çünkü başka bir geçiş yolu yoktu..."
Fotoğraflar
Bu korkunç öyküden hemen sonra da, yine 1990'ların ilk yarısında, Lice'de yakınlarını kaybeden ve cenazelerin başında, ezile büzüle objektiflere bakan babanın fotoğrafı, insanın içini parçalıyor.
Aslında bu fotoğraftan sonra kitap bir korku kitabına dönüşüveriyor. Eski günlerde yaşanılan çaresizliği, kocaman dramı en unutmak istediğiniz yerden hatırlamaya başlıyorsunuz.
İki gazeteci burada amaçlarına ulaşmış oluyorlar; "Tarihe düşülen not" eski günlerin gelmemesi için elden geleni yapmak için uyarıyor bizi.
Nitekim, muhabirler kitap boyunca anlattıklarını fotoğraflarla da destekliyorlar. Kitapta, PKK'nin esir aldığı askerlerden Saddam'dan kaçarak Türkiye'ye sığınan Kuzey Iraklı Kürtlerin dramına, çatışmalı dönemde camilerde askerlerin kurduğu siperlerden, panzer ateşinden kaçan gazetecilere kadar çok sayıda fotoğraf da yer alıyor.
Gazetecinin ölümü
Kitapta yer alan fotoğraflardan birinin de (sayfa 85) öyküsü şöyle: Cizre'de 1992 Newroz'unda Cizre'deki olaylar sırasında Sabah gazetesi muhabiri İzzet Kezer beyaz bayrak sallarken, caddeden geçmekte olan güvenlik güçlerine ait bir arabadan açılan ateş sonucu ölür.
Kezer'le birlikte olan Durukan ve Balıkçı gazeteci olduklarını anlatmaya çalışırken ateşin sürmesi üzerine çevredeki evlere sığınır. Ölümün soğukluğunu çok yakından hisseden gazetecilerin otellerine dönerken çekilmiş fotoğrafı yaşananların resmidir. Nitekim Yılmaz Odabaşı, "Güneydoğuda Gazeteci Olmak" isimli kitabının kapağında da bu fotoğrafı kullanır.
Kuzey Irak'taki iki siyasi grubun Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ile Kürdistan Yurtsever Birliği (KYB) arasındaki çatışmaları, çatışmaların bölgedeki Kürtleri nasıl etkilediği, Saddam zulmünden kaçan Kürtlerin Türkiye sınırında yaşadıkları da kitapta yer alıyor.
Balıkçı ve Durukan, Türkiye'nin "sınır ötesi" operasyonlarını aktarırken "ölüm her an ensemizdeydi" diyorlar...
Çatışmalı dönemde bölge halkına dayatılan koruculuğu ve resmi gazeteci bilgilendirme toplantılarından "Hizbu-Kontra" cinayetlerine, faili meçhullerden Kürt aydını Musa Anter'in katline tanık iki yerel muhabirin anlattıklarına, Kuzey Irak'taki PKK kamplarından "ölü ele geçirilen" gerillaların ortasında poz veren komutanlara ve Özel Tim'lerin "özelliğine" kadar, dönemin "yazı ve tura"sını anlatan "Ölümün iki Yakasında" mutlaka okunması gereken bir kitap.
Muhabirlerin öyküsü
İki gazetecinin, birer yıl arayla 1983 ve 1984'te mesleğe adım attıkları adres aynı: Urfa Viranşehir'de Karacadağ gazetesi. Sonrasında, yeni görevlerine kadar Balıkçı Hürriyet, Durukan Milliyet gazetesinin bölge muhabiri olarak çalışmalarını sürdürür.
Her iki muhabir de, tam da çatışmaların yaşandığı bölgede doğup büyümüş oldukları için, olayları gazetenin İstanbul'daki bürosundan çok daha yakından hissederler.
Halen Doğan Haber Ajansı Güneydoğu Bölge temsilciliği görevini yürüten Faruk Balıkçı, üç kez Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti, üç kez Musa Anter ve bir kez de Metin Göktepe adına verilen gazetecilik ödüllerini alır.
Milliyet gazetesinde Parlamento muhabiri olarak çalışan Namık Durukan da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından üç kez yılın gazetecisi seçildi, 2004'de Çağdaş Gazeteciler Cemiyeti Rafet Genç Ödülünü aldı...
Kendi alanlarında uzmanlaşmış olan iki muhabiri, Kongra-Gel'den ayrılarak yeni bir parti kuran Osman Öcalan'la da ilk görüşen muhabirlerden. (İA/BA)
*Ölümün İki Yakasında, Faruk Balıkçı-Namık Durukan, Berfin Yay. 174 sayfa, 7 milyon lira.