Dışarı çıkıp kitap alamayacağıma göre, önce bir kaç tane sevdiğim yazarın daha önce okuduğum kitabını okudum.
Sonra fark ettim kitaplığımda okumadığım kitaplar da olduğunu...
Okunmamışların arasından elime aldığım ilk kitabın arka sayfasını okuyunca, bırak-a-madım bir daha.
Böylece tanıştım sevdiğim bir yazarla daha...
"Kitap okurunun hakları" başlığı altında sıralanıyordu haklarımız.
1. Okumama hakkı
2. Sayfa atlama hakkı
3. Bir kitabı bitirmeme hakkı
4. Tekrar okuma hakkı
5. Canının istediğini okuma hakkı
6. "Bovarizm hakkı"
7. Canının istediği yerde okuma hakkı
8. Çöplenme hakkı
9. Yüksek sesle okuma hakkı
10. Susma hakkı
Arka kapaktan sonra, kitabın ilk sayfasını okurum.
Okudum.
"Okumak fiilinin emir kipine tahammülü yoktur. Başka fiillerle de paylaşır bu nefretini: 'Sevmek' fiili... 'Hayal etmek' fiili...
Yine de deneyebiliriz tabii. Haydi: 'Beni sev!', 'Hayal et!', 'Oku', 'Oku! Okusana diyorum, sana okumanı emrediyorum!'
- Odana çık ve oku!
Netice?
Hiçlik."
Elbette bu cümleleri okuduktan sonra kitabı elimden bırakamazdım.
İthaf yerine yazdığı cümle ile sevdim Daniel Pennac'ı.
"Bu sayfaların pedagojik işkence malzemesi olarak kullanılmaması rica olunur."
Metis Yayınları'ndan çıkan "Roman Gibi" kitabının yazarı, Daniel Pennac 1944 Kazablanka doğumlu. Babasının sömürgelerde subay olması nedeniyle çocukluğu yolculuklarda geçer. 1970 yılında Fransızca öğretmenliğine başlar ve yazdıklarına esin kaynağı olan Paris banliyölerinden Belleville'e yerleşir.
Kışla yaşantısı ve askerlik hizmeti üzerine olan ilk kitabı, "Askerlik Hizmeti Kime Hizmet Ediyor?" 1973 yılında yayımlanır.
Siyasal temaları işleyen iki kitap daha yazdıktan sonra kendi deyimiyle "anlamlı" kitaplar yazmayı bırakarak çocuk edebiyatına yönelir.
Yazdığı polisiyelerle pek çok ödül kazanır.
Uzun zamandır canımı sıkmadan okuyabildiğim ender yazarlardan biri oldu Pennac. Tabii çeviriyi yapan Mustafa Kandemir'in de hakkını yemeyelim bu arada.
Çok sevdiğim yazarlar bile okurken canımı sıkıyorlar, çünkü her türlü olumsuzluğu "sakat" kelimesiyle açıklama alışkanlığı var yerli yazarlarımızın.
Yabancı yazarlarda olmasa bile bu alışkanlık, çevirmenler uygun kelimeyi bulamadıklarında kullanarak canımı sıkıyorlar.
Ama Pennac öyle değil.
Hem hiç düşünmediğim şeyleri düşünmemi sağladı, hem de çok eğlendim otoritenin sorgulandığı bu kitabı okurken.
Kitabı okuduktan sonra çocuğa, "Şimdi sen ne okumuş oldun? Ne demek isteniyor burada?" sorularına cevap veremeyen çocuğunun, genellikle okuduğunu anlamadığını, ya da "Tembellikten" diye düşünen ebeveynlere karşılık o şöyle diyor kitapta:
"Basit bir tembellik mi?
Hayır, kendi ritmine göre hareket ediyordu o kadar, ve ille de başkasıyla mukayese edilmesi gerekmeyen, bir hayatın biricik ritmi olması gerekmeyen, hızlanmalarını, ani gerilimlerini, büyük açlık dönemlerini ve hazmedici uzun öğle uykularını, ilerlemeye susamışlığını ve düş kırıklığına uğratma korkularını bilen, kendi acemi okuyucu ritmi...
Yalnız, biz 'pedagoglar', aceleci tefecileriz. 'Bilgi'yi elinde tutan kişiler olarak, karşılık beklemeden vermeyiz. Geri ödenmesi lazımdır. Hem de çabuk! Yoksa kendimizden şüpheleniriz."
"Okumak gerek!" cümlesini dogma olarak kabul eden Pennac, öğrencilerine verdiği kompozisyonda bu cümlenin kullanılmasından duyduğu üzüntüyü şöyle dile getirir:
"Okumak gerek, okumak gerek! Eğitimde hiç eksikliği duyulmayan, bıktırıcı söz: Okumak gerek... Cümlelerinin her biri hiç okumadığını ispatlarken üstelik"
Pennac öğrencileri için yazar bunları, ama benim çevremde hiç okumadığı halde bu cümleyi çocuğuna tekrarlayan öyle çok insan var ki...
Bu kitabı okuyunca çok düşündüm; kitap okurunun haklarından ne kadarını çocuğumuza tanıyoruz acaba?
"Masumiyetin ta kendisi olan ancak yine de başkentteki polislerden yakayı sıyırmayı beceremeyen" Benjamin Malausse'in maceralarının anlatıldığı bir dizi romandan biri olan ve yine Metis Yayınlarından çıkan "Gulyabaniler Cenneti"ni okudum sonra Pennac'ın.
Çok sevdim her iki kitabında da otoriteyi, şiddeti, geleneksel değer yargılarını sorgulayan bu yazarı.
Pennac'ı geç tanıştığım için hayıflandım. (NG/NM)