DIŞ TİCARET (Yıllık ve Dönemsel, milyon $)
|
İhracatın milli gelirin yüzde 20'sine ulaştığı, üretilen her mal ve hizmetin beşte birinin dışarı satıldığı masalının altında yatan gerçeği de anlatmak gerekiyor. Nedir o? O, yapılan ihracatın bileşiminde yüzde 70'e yakın oranda ithal girdi kullanılması gerçeğidir.
Türkiye imalat sanayiinin ihracata dönük sektörleri, giderek artan oranlarda ithalata, ithal girdilere bağımlı hale geliyorlar. Aşırı değerlenmiş döviz kuru politikası, sürekli ithal girdi kullanımını çekici kılmaya devam ediyor ve her geçen yıl, bu ithal bağımlılığını pekiştiriyor. Bu durumdan hem rekabette geri düşen yerli girdi üreticileri hem de onların istihdam ettiği nüfus çok olumsuz etkileniyor. İthalata bağımlı ihracat, işsizliğe tüy dikiyor.
2000-2005 döneminde ihracat yılda ortalama yüzde 19 artarken, imalat sanayideki büyüme yüzde 5,5'ten ibaret kaldı. İhracat artışı imalat sanayiini harekete geçiremedi. Buna neden olarak, ihracatın yerli üretimden beslenmemesi, ithal girdi kullanımının hızla artmasını gösterebiliriz.
Başka bir ifadeyle, ihracat artışlarının, yerel ekonomiye değil, Türkiye'ye girdi satan dış dünyaya bir büyüme ivmesi taşıması türünden bir çarpıklık pekişti. Bu işin ağır faturasını ise çoğunluğu KOBİ'lerden oluşan ara-mal üreticileri , yan sanayii ve çalışan sınıf çekti.
İhracatın ithalata artan bağımlılığına katkı yapan bir politika öğesi olarak ''dahilde işleme rejimi'' adını taşıyan teşvik sistemi, ihracatın ana eksenini oluşturuyor. Bu sistem, yurtiçinde işleyerek belli bir süre içinde ihraç etmek şartıyla, ihracatçı sanayicilere vergi muafiyetleri ve istisnalar sağlıyor.
* Bu teşvik sisteminin yürürlüğe girdiği 1996'dan itibaren, alınan teşvik belgesi adedinin ve öngörülen ihracatın sürekli artış gösterdiği dikkati çekiyor. Öyle ki, 1996-2001 döneminde bu yolla yıllık 14-15 milyar dolarlık ihracat yapılırken bu büyüklüğün 2005 yılında 38 milyar dolara yaklaştığı görüldü. Yine, öngörülen ihracat için öngörülen vergi muafiyetli ithalatın yıldan yıla payının arttığı, örneğin 2000'de yüzde 57 olan bu oranın 2005 yılında yüzde 66'ya yaklaştığı , 2006'nın ilk yarısında ise bu yolla yapılan ihracatın, bir önceki yılın aynı döneminin 3 milyar dolar gerisinde kalmasına karşılık ithalata bağımlılık oranının yüzde 68'e çıktığı dikkatleri çekiyor. Bu ortalama ithalat bağımlılığı bazı sektörlerde yüzde 75-80'leri bulabiliyor.
İhracat İçin Ne Kadar İthalat?
|
* Toplam ihracatın yüzde 54-55'i, ''dahilde işleme rejimi''ne girmektedir ve daha da önemlisi, bu amaçla yapılan gümrüksüz ithalatın, teşvikli ihracata oranı, zaman içinde artarak 2006'da yüzde 68'i bulmuş , bazı sektörlerde yüzde 75'i geçmiştir.
* 2005 yılında 74 milyar doları bulan ihracatın yüzde 52'si dahilde işlem rejimi çerçevesinde yapıldı. Bu yolla yapılan ihracat, 25 milyar dolarlık bir ithal girdi kullandı. 2006'nın ilk 6 ayında da 15 milyar dolara yakın ihracat taahhüdüne karşılık 10 milyar doları aşan ithalat öngörüsü yapıldı. Yani ihracatta ithal girdi kullanımı yüzde 68'e yaklaştı .
* İhracatta katma değeri düşük sektörlerin payındaki artış dikkat çekiyor. Her 100 dolarlık sanayi ürünü ihracatı için yapılması gereken ithalat tutarı, 1996 yılında 56 dolar iken 2006 yılında 68 doları buldu. TL değer kazandıkça dövizle ihraç edilen malların da, ithal malların da TL cinsinden fiyatı düşüyor. Aşırı değerli TL'nin baskısı ile ihracata dönük sanayi, kârını korumak ve ihracatı sürdürmek için yerli girdiyi düşürüp ithal girdi kullanma yolunu seçiyor. Özellikle kayıtlı istihdama sahip büyük işyerleri üretimde, yerli işgücünün yerine ithal makine, yerli ara malı yerine ithal ara malı kullanarak, maliyetlerini rekabetçi bir seviyeye çıkarmayı deniyor. Ancak bu sayede, ihracat artmaya devam ediyor.
* Sanayinin rekabet gücünü bu şekilde korumaya zorlayan ortamın ekonomiye önemli maliyetleri ise hızla artan ithalat, yerinde sayan reel ücretler ve artmayan istihdam olarak beliriyor. Nitekim, ihracat için yapılan üretimde ithalatın payının yüzde 68'e kadar çıktığı ve ithalat faturasının hızla kabardığı gözlemleniyor.
* Öte yandan, birim üretim daha az istihdam ile artırılırken reel ücretlerin gerilediği gözlemleniyor..
* İmalat sanayiinde kişi başına üretimin 2000-2005 döneminde yüzde 35 artmasına karşılık ücretlilerin reel gelirleri yüzde 23 gerileme göstermiş bulunuyor.
ÜRETİM ARTIŞI ve REEL ÜCRET DÜŞÜŞÜ
|
* Verimlilikte sağlanan artışa karşılık, kişi başına katma değeri yükselten ücretlilerin reel gelirlerinin gerilemiş olmasından, ihracatçı rekabet gücü umuyor. Yanı sıra, üretimdeki istihdamın yerini, çoğu Çin, Hindistan kökenli ithal girdiler alıyor. Bu ''ikame'' olgusu, imalat sanayinin tümünde emek verimliliğini artırmış görünüyor. Ancak bu görünürdeki "verim artışı", teknik ilerleme, teknolojik atılım yoluyla sağlanan dinamik, kalıcı bir verim artışı değildir. Türk ihracatçılara ucuz girdi sağlayan Asyalıların emeği, Türkiye'deki işçilerin emeğinin yerini alıyor. Yani istihdamı baskı altında tutarak, belli konjonktürlerde işsizlik yaratarak sağlanan çarpık, fırsatçı bir verim artışı egemenlik kazanıyor.
* 100 birimlik mal ihracatı için yapılması gereken ithalat tutarı ortalamada yüzde 68'i bulurken, bu oran sektörlere göre değişiklik gösteriyor. 2006 sonuçlarına göre, bu oran elektronikte yüzde 78'i aşarken, demir-çelikte yüzde 75.3, demir dışı metallerde yüzde 75,5, elektrikli makinelerde yüzde 71, otomotivde yüzde 70 olarak gerçekleşti. Türkiye'nin uluslar arası rekabette göreli avantajlı sayıldığı dokuma ve giyimde bile bu oranın yüzde 56'yı bulduğu, yerli ipliğin, dokumanın yerine ithalatın artan ölçüde tercih edildiği gözleniyor. Bu durum ise birçok dokuma ve iplikçinin giderek sektörü terk edip inşaat, turizm gibi alanlara kaymasına yol açıyor.
AB'ye yarıyor
İhracatı, ithalata artan ölçüde bağımlı kılan bu "yapı"dan en çok yararlananın Avrupa Birliği (AB) olması ise, madalyonun öteki yüzündeki önemli bir olgudur. Türkiye ihracatının yüzde 60'a yakınının AB'ye yapılması, ithalata bağımlı ihracatın pazarının da ağırlıkla AB olduğu gerçeğini ortaya koyarken, AB ile 10 yıldır uygulama alanında olan Gümrük Birliği'nin (GB), bu bağımlı ihracat yapısını pekiştirici bir niteliğe sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. Onuncu yılını dolduran Gümrük Birliği, özellikle son 5 yıldır Türkiye'nin aleyhine işlemektedir.
2000-2005 Türkiye'de ithalatının yüzde 72'si ara-mallarından ve yüzde 81'i sanayi ürünlerinden oluştu ve ihraç ürünleri, giderek artan oranlarda ithal girdiler yoluyla dış dünyaya katma değer aktardılar. Başta KİT'ler olmak üzere, geçmişte imalat sanayiine girdi sağlayan üretim kolları adım adım tasfiyeye uğratıldı; ihracat artışı, kullandığı dış girdilerle aslında dış dünyanın büyümesine katkı yaparak Türkiye imalat sanayiinin büyüme hızını aşağıya çekti. Bu çarpık yönelişte, hiç kuşkusuz ki, IMF'nin ısrarla istediği aşırı değerlenmiş döviz kuru politikası önemli bir rol oynuyor. Enflasyon hedefini gerçekleştirmenin ana aracı olarak kullanılan aşırı değerli kurun, Türkiye'nin üretim eşiğini nasıl erittiği, giderek daha fazla ithalata yönlendirip içerideki üretici firmaları ve onların istihdam ettiği nüfusu işsizliğe terk ettiği görmezlikten gelinmektedir.
Sonuç
Görünüm özetle şöyledir: Sanayiciler, birçok girdiyi ucuz emek bölgesi Asya'dan ithal edip içeride ucuz emekle son ürün haline getirip çoğunu AB'ye satmaktadır. AB'ye karşı ihracatçı görünmektedir ama aslında Asya'nın ithalatçısı durumundadır. Bunu yaparken kendi ara malı sanayicisini, onların yanında çalışan işçileri işsiz bırakmıştır.
Böylece GB, Türkiye'yi daha "ihracatçılaşmış" gösterirken o ihracatın üstünü kazıyıp baktığınızda "ithalata bağımlı bir ihracatçı" tablosu ortaya çıkmaktadır. Hem öyle bağımlılık ki, 2006 yılında ortalama ihraç ettiği her 100 birimlik ihraç ürününde yüzde 68 ithal girdi kullanan bir ihracatçı profili çizmektedir Türkiye.
Aşırı değerlenmiş döviz kurunun kamçıladığı ithalata bağımlı ihracat artışı karşısında , ithal girdilerle rekabette zorlanan bazı sanayiciler ise, " ucuz dövize son verin'' diye pek de inandırıcı olmayan bir şekilde ağlaşırken, esasta emek maliyetlerini daha da aşağıya çekmeye çabalamışlardır. İmalat sanayiinde 2005'te işçi başına reel ücretler, 2000'in hâlâ yüzde 23 altında idi. 2002-2005 yıllarında çalışma saatleri arttığı için saatlik ücretler daha da fazla aşınmıştır.
Özetle, Türkiye, ithalata bağımlı bir sanayi ihracatçısı kimliğinden kurtulmalı, bu sağlıksız politikanın yerine konacak bir iktisat politikası ile bir kopuşu yaşamalıdır ve öncelikle, Türkiye'de ücret maliyetlerini, Asya ihracatçıları düzeyine indirme saplantısına yönelen, "dibe doğru yarışan" taklitçi bir zihniyetten uzaklaşmalıdır. (MS/TK)
|