İnsan Hakları Sözleşmeleri ve Anayasa'da belirlenen temel haklarımıza yönelik saldırılar topyekûn sürüyor: Tutuklamanın ve iletişimin tespitinin kolaylaştırılarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, avukatların dosyaya ulaşımı engellenerek savunma hakkının özünü ortadan kaldıran “Yargı Paketi”nin arkasından gelen iç güvenlik yasa tasarısına, sadece polisin yetkilerini artıran bir düzenleme olarak bakmak eksik kalır; söz konusu tasarının yasalaşması halinde, asgari içeriği (güçler ayrılığı–temel haklar–hukuki güvenlik ilkesi) yok edilen anayasal düzenin ortadan kaldırıldığını söylemek abartılı bir yorum olmayacaktır. Sadece, suç ve ceza alanındaki yargısal faaliyetin, vali/kaymakam-kolluktan oluşan idari birimlere devrini öngören İl İdare Kanunu'ndaki değişiklik dahi rejimin iyiden iyiye bir polis devleti olacağını gösteriyor.
Tasarının yasalaşması halinde mevcut durumda iyice zedelenmiş olan güçler ayrılığı ilkesi neredeyse ortadan kalkacak, polisin ve idarenin, her an, yaşamın her alanına kontrolsüz biçimde nüfuz etme yetkisiyle donatıldığı yeni bir aşamaya geçilmiş olacak.
Tüm totaliter rejimler gibi, bu “yeni” rejimin de hedefi, tek lider, tek parti, tek ideolojiye dayanarak her türlü farklılığı baskı altına almak, kendi ideolojik “cennetini” yaratma adına hayatlarımızı cehenneme çevirmek, her eleştiri ve itirazı fiziksel/psikolojik terör yöntemleriyle bastırmaktır. Bunun için, hukuk dışı diye nitelendirdiğimiz her türlü kolluk faaliyeti, yasal düzenleme kılıfı ile karşımıza çıkarılmaktadır. Güvenlik paketinin özü, iktidara yönelik her türlü eleştiri, gösteri, basın açıklamasının yasaklanması, yasağa uymayanların önce polisçe derdest edilip alıkonarak bu sürede işkence ve kötü muameleyle tekdir edilip sonra kodesi boylamasıdır. Yapılmak istenen yasal değişikliklere bakıldığında bu durum net biçimde görülmektedir. Tasarıyla hedeflenen, suç ve ceza kovuşturma yetkisinin yargısal bir faaliyet olmaktan çıkarılarak tamamıyla kolluk faaliyetine dönüştürülmesi, böylece Ceza Muhakemesi Kanununda belirlenen güvencelere riayet edilmeden keyfi kolluk faaliyetini hakim kılmak ve yargı denetimini ortadan kaldırmaktır. Bu nedenle söz konusu değişiklikler CMK yerine PVSK vb yasalar üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılıyor.
Tasarıyla getirilmek istenen, hakim, savcı kararı olmaksızın hatta yazılı emir bile gerekmeden arama yapma ve keyfi biçimde kayıt dışı alıkoyma yetkisinin, şiddet ve kötü muamele konusunda son derece kötü sicili olan polis şiddetini artıracağı ve tamamen denetimsiz kılacağı açıktır. Gözaltı sırasında polis aracına götürülürken ve polis aracında geçen sürede dayak, cinsel taciz ve küfre maruz kalma sıradan bir vaka iken hiçbir kayda girmeden yapılan arama ve 24 saat alıkoyma yetkisi, bu süre içerisinde, özellikle kadınlar, cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliği farklı olanlar ve çocukların uğrayacağı taciz ve kötü muamelenin artmasına ve denetlenememesine neden olacaktır.
Tasarıda neler var?
Polise keyfi arama yetkisi tanınıyor
PVSK 4. Maddesi'nde yapılması planlanan son değişiklik[2] 2007 yılında yapılan değişiklikle birlikte “Arama” ve “yakalamaya” dair Anayasa ve CMK’da yer alan tüm güvenceleri ortadan kaldırmış olacak.
Üzerinde değişiklik yapılan PVSK’nın 4. Maddesi, CMK’nın yürürlüğe girmesinin üzerinden iki yıl geçmeden Haziran 2007 tarihinde değiştirilen hükümlerden biridir. Bu yasal değişiklik ile CMK’da yakalama ve tutuklama konusunda getirilen sınırlamaları anlamsız kılacak biçimde, polise, “tecrübesi ve içinde bulunulan durumdan edindiği izlenim” ölçütü ile sınırlı olarak kişi ve araçları “Durdurma yetkisi” verilmişti.
“Durdurma”, ceza yargılama sisteminde daha önce bulunmayan ve özgürlüğün sadece yasaya uygun tutuklama ve yakalama kararlarıyla sınırlanabileceğini belirten anayasayı polis aracılığıyla aşmanın bir aracı olarak 2007 yılında getirilen yeni bir yetkiydi. Bir ceza muhakemesi tedbiri değil, önleyici bir kolluk tedbiri olan “durdurma”nın, doğal olarak aramayı da kapsayacağı, bu biçimde yapılan aramanın ise Ceza Muhakemesi Kanununda getirilen her türlü güvenceyi ortadan kaldıracağı eleştirileri pratikte doğrulandı; gözüne kestirdiğini durduran polis, buna ek olarak arama da yapmak istedi. Şimdi bu hukuksuz durum yasal kılıfa büründürülüyor. Amirin sözlü emriyle polisin arama yapabilmesi olanağı ile birlikte, “Usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz” kuralını getiren Anayasa’nın 20. Maddesi rafa kaldırılacaktır.
Bu değişiklik, CMK 119. Madde ve devamında arama için öngörülen güvenceleri de ortadan kaldıracaktır. CMK’ya göre arama kararında, aramanın nedenini oluşturan fiil, aranılacak kişi, aramanın yapılacağı konut veya diğer yerin adresi ya da eşya, karar veya emrin geçerli olacağı zaman süresi açıkça gösterilir. Arama tutanağına işlemi yapanların açık kimlikleri yazılır; kapalı yerlerde arama yapabilmek için Cumhuriyet savcısı hazır değilse iki tanık bulundurulur. Kişinin avukatının aramada hazır bulunmasına engel olunamaz.
PVSK 4. Maddesi ile getirilen arama yetkisinde CMK’da yer alan güvence niteliğindeki bu kurallara riayet edilmeden kişiler aranabilecek.
Polise alıkoyma yetkisi
PVSK 13. Maddesi'nde yapılması planlanan değişiklik polise “alıkoyma” yetkisi getiriyor.
CMK 90. Madde'ye paralel olarak düzenlenen PVSK 13. Maddesi polisin yakalama yetkisinin kullanımını düzenlemektedir. Bu maddeye eklenen değişiklikle yakalama nedenleri arasına CMK da ve önceki yasada yer almayan “Kendisinin veya başkalarının can güvenliğini tehlikeye düşürenleri” fıkrası eklenmiştir. Oysa maddenin 1. Fıkrası’nda “Suçüstü hâlinde veya gecikmesinde sakınca bulunan diğer hâllerde suç işlendiğine veya suça teşebbüs edildiğine dair haklarında kuvvetli iz, eser, emare veya delil bulunan şüphelileri,” yakalama yetkisi zaten vardır. Eklenen düzenlemeyle güdülen amaç: Gösteri hakkını kullananlar ve/veya polise her hangi bir nedenle itiraz hallerinde kişilerin yakalanması ve alıkonulmasını sağlamaktır.
Yapılması planlanan değişiklikle polisin yakalama yetkisinin yanına, ceza muhakemesinde hiçbir biçimde olmayan ve olmaması gereken yeni bir yetki, alıkoyma yetkisi eklenmiştir. Maddede yer alan “yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar” düzenlemesinin önüne “Eylemin veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır” ibaresi eklenmektedir.
Oysa CMK 90. Maddesinde zaten Kolluk görevlilerinin tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde; Cumhuriyet savcısına veya âmirlerine derhâl başvurma olanağı bulunmadığı takdirde, yakalama yetkisine sahip oldukları düzenlemesi mevcuttur.
Buna rağmen böyle bir yetkinin verilmesindeki tek amacın, yargı makamlarının denetimini tamamen dışarıda bırakacak, kayda girmeyecek gözaltı ve alıkoyma uygulamasını yapabilmek olduğu açıktır. Böylece denetimden muaf gözaltı işlemleri, hiç kimseye bildirilmeyen yakalama ve alıkoymalar yapılabilecek, belli standartlara ve gözetime açık nezarethane dışında her hangi bir yerde tutulabilme mümkün kılınarak CMK 92. Maddesinde gözaltına alınan kişilere yönelik güvence niteliğindeki denetim[3] ortadan kalkacaktır.
Baskı altında, avukatsız ifadenin yolu açılıyor
Madde 15 – Polis; yaptığı tahkikat esnasında ifadelerine müracaat lazım gelen kimseleri çağırır ve kendilerine lüzumu olan şeyleri sorar.
Maddeye şu ibare eklenmiştir:
“Polis; müşteki, mağdur veya tanık ifadelerini, ikamet ettikleri yerlerde veya işyerlerinde de alabilir. Bu fıkranın kapsamı ile uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar İçişleri Bakanlığınca belirlenir”.
Ceza yargılaması hukukunda ifade alma yetkisi savcı ve hakimindir. Hazırlık soruşturmasında savcının talebi ile kolluk şikâyetçinin veya şüphelinin ifadesini alabilir; kolluğun ifade alma yetkisi istisnaidir. Yapılmak istenen değişiklikle, polisin ifade alması yaygın bir yetkiye dönüştürülmekte; resmi kurumlar dışında, denetimden uzak, avukatsız ifade alabilmenin olanakları yaratılmaktadır.
Getirilmek istenen düzenleme, resmi polis merkezlerinde alınan ifadelerin dahi çok ciddi hukuksuzluklar içerdiği, şaibeli ve gerçeğe aykırı, tek taraflı hazırlanmış beyanların zorla kişilere imzalatıldığı, karakolda dayak ve işkence görüntülerinin sıkça yaşandığı bir deneyimle birlikte ele alındığında, amacın CMK 147. Maddesinde belirlenen güvencelere aykırı ifadenin yolunu açmak olduğu anlaşılmaktadır.
CMK 147. Maddesi'ne göre, şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde kendisine yüklenen suçun anlatılması, müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafinin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği, müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirileceği konusunda açıkça bilgilendirilmesi şartı vardır.
Teknik kaydın olmadığı kişisel mekânlarda alınan bu ifadelerde CMK 148. Maddesinde sayılan İfade alma ve sorguda yasak usullerin[4] uygulanması, özellikle yorma, aldatma, cebir, tehdit, kötü muamele, işkence uygulanma olasılığı artacaktır.
Polisin eve ifadeye gelmesi, polisin sicilindeki şiddet ve taciz uygulamaları ile birlikte düşünüldüğünde kadınlar, cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliği farklı olan bireyler üzerinde yeni ihlallere yol açabilecektir. Keyfi biçimde kişisel yaşam alanına girebilen polisin yapmış olduğu ihlaller belgelenip dava da edilemeyecektir.
Kimyasal madde kullanımına yasal dayanak
PVSK 16. maddesinde yer alan “zor kullanma yetkisi” kapsamında polisin başvurabileceği maddi güçler arasına “boyalı su” eklenmekte; toplumsal gösterilerde TOMA’lar tarafından sıkılan basınçlı suların içerisinde yer alan boya gibi kimyasal madde kullanımına yasal dayanak oluşturulmaya çalışılmaktadır.
İnsan sağlığına vereceği zararların boyutu dikkate alındığında kimyasal içerikli boya maddesinin yasal olarak kullanılmasına onay verilmesi kabul edilemez.
Yargısız infaz yetkisi genişletiliyor
Molotof, bilye, sapan silah sayılarak bu gibi araçların kullanıldığı gösterilere katılanlara yönelik olarak polise silah kullanma yetkisi, yani öldürebilme yetkisi tanınıyor.
Söz konusu maddeye eklenen yeni düzenlemeye göre;
d) Kendisine ve başkalarına, işyerlerine, konutlara, kamu binalarına, okullara, yurtlara, ibadethanelere, araçlara ve kişilerin tek tek veya toplu halde bulunduğu açık ve kapalı alanlara molotof, patlayıcı, yanıcı, yakıcı, boğucu, yaralayıcı ve benzeri silahlarla saldıran veya saldırıya teşebbüs edenlere karşı, saldırıyı etkisiz kılmak amacıyla ve etkisiz kılacak ölçüde” silah kullanmaya yetkilidir.
Yapılan değişiklikle polisin silah kullanma yetkisi mevcut anayasal sisteme aykırı biçimde genişletilmiştir. Oysa Anayasanın 17. Maddesinde silah kullanma hali sınırlı olarak sayılmaktadır. Buna göre kolluk sadece, meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda silah kullanabilir. Bu sayılanlar dışında her hangi bir nedenle kolluğa silah kullanma yetkisi verilemez. O nedenle Anayasanın 17. Maddesi'ne ve AİHS’e aykırı biçimde genişletilen ve toplumsal gösterilerde göstericileri öldürme yetkisi tanıyan bu değişiklik kabul edilemez.
2007 yılında PVSK’da yapılan değişiklikle polisin zor ve silah kullanma yetkisinin artırılmasından sonra TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin belirlemelerine göre, polis kurşunuyla öldürülenlerin sayısının 175 kişi olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Gözaltı süreleri uzatılıyor
PVSK ek maddelerde ve Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ek maddelerinde değişiklik yapılarak gözaltı süreleri uzatılıyor; belli kararların denetimi sadece Ankara Ağır Ceza Mahkemesi hakimine devredilerek tabii yargıç ilkesi ortadan kaldırılıyor. Böylece görünürde HSYK ama gerçekte hükümetçe belirlenen yargıcın, hükümetin istediği biçimde karar vermesi sağlanacaktır.
İstihbari dinleme adı altında polise yasadışı dinleme yetkisi
PVSK Ek 7.maddesine eklemeler yapılarak MİT yasasında istihbarat toplama ile ilgili bazı yetkiler polis istihbarat birimlerine ve 2803 sayılı Jandarma Kanununun ek 5.maddesinde de düzenlenerek jandarma istihbarata yasadışı dinleme olanağı tanınıyor. Böylelikle yıllardır fiilen yapılan yasadışı dinlemeler yasal hale gelecek. İstihbari nitelikteki dinlemeler için “makul şüphe” dahi aranmayacak, yargı denetimi söz konusu olmayacak.
Toplantı ve gösteri hakkı fiilen yasaklanıyor
2911 Sayılı Toplantı Ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 23 ve 33. Maddelerinde yapılmak istenen değişiklikle, Bilye ve Sapan’a “ateşli silah” muamelesi yapılarak sapanla gösteriye katılanlara ve/veya gazdan korunmak için de olsa yüzünü kapatanlara erteleme sınırının üzerinde olacak biçimde 2,5 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası getirilmektedir.[5] Oysa mevcut durumda bu eylemlere verilecek cezanın alt sınırı 6 aydan başlamaktaydı. Cezanın alt sınırının 2.5 yıl olarak belirlenmesi, gösteri yürüyüşüne katılan ve gazdan kaçmak için dahi olsa yüzünün bir kısmını kapatmaya çalışan herkesin hapishaneye gönderilmesi ile sonuçlanacaktır.
33. maddeye yapılan ekleme ile b bendinde yeni bir suç yaratılmaktadır. Buna göre 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesinde yer alan “yasadışı örgütlere ait amblem, işaret taşıyan giysilerle toplantı ve gösteriye katılmak” fiili 2911 sayılı kanunun kapsamına alınarak hiçbir şekilde şiddet kullanmayan ve 3713 sayılı kanunun 7. maddesinden yargılanamayacak kişiler bakımından da 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası getiriliyor.
Ayrıca 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunun 7.maddesinin 2.fıkrasında yer alan “terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yüzlerini kısmen de olsa gizleyenler için öngörülen 1 yıldan 5 yıla kadar olan ceza süresi, 3 yıldan 5 yıla çıkarılmaktadır. Cebir ve şiddet kullananlar bakımından cezanın alt sınırının 4 yıldan az olamayacağı kuralı da getirilmektedir. Böylece Deniz Gezmiş, Mahir Çayan anmasına katılarak slogan atan kişilere 3 yıldan az ceza verilmeyerek bu kişiler için erteleme, hükmün açıklanmasının geri bırakılması vb yaptırımlar söz konusu olamayacak, bu kişiler doğrudan hapishaneye gönderilecekler. Mevcut durumda bile ifade özgürlüğünün ihlali niteliğinde olan bu cezaların artırılması ile özgürlüklere müdahale iyice ölçüsüzleşecektir.
Önleyici gözaltı yetkisi
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 91.maddesine 4. fıkra eklenerek[6] kolluk amirlerinin yazılı veya sözlü talimatı ile polise önleyici gözaltı yetkisi tanınıyor. Maddede sayılan suçlar söz konusu olduğunda 24 saat, şiddet olaylarının yaşandığı toplu eylemlerde ise 48 saat süreyle gözaltında tutma yetkisi getiriliyor. Bu sürelerin sonunda ancak savcıya haber veriliyor ve savcı “sal gitsin” derse kişiler serbest bırakılıyor; aksi halde hakim önüne çıkarılabiliyor.
Önleyici gözaltı yetkisi veren bu düzenlemenin kapsamına “fuhuş” ve “yasa dışı toplantı ve gösteri yürüyüşü” de dahil edilmiş. Polisin, hükümetin uygun görmediği her türlü toplantı, basın açıklaması ve yürüyüşü yasadışı saydığı ve müdahale ettiği mevcut hukuk düzeninde, polise önceden gözaltına alma yetkisi verilerek bu hakkın kullanımı engelleniyor. Böylece polis, sendikacıları, öğrencileri, kadınları, gençleri, “basın açıklaması yapacaksınız, toplanacaksınız” diyerek bir gün öncesinden toplayarak gözaltına alacak ve ifade özgürlüğünün kullanımını engelleyecektir.
Yine özellikle cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliği farklı olan ve sürekli polis şiddetine maruz kalan kişilerin bu maddedeki yetkiye dayanılarak kayıt dışı biçimde kolluğun keyfi takdiriyle gözaltına alınması söz konusu olacaktır.
Göstericiye “mecburi” tutuklama
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100.maddesinin 3.fıkrasına Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 33.maddesi ile Terörle Mücadele Kanunu’nun 7.maddesinin 3.fıkrası eklenerek toplantı ve gösterilere katılanlar bakımından tutuklama zorunluluğu getirilmektedir.[7] CMK 100. maddenin mevcut hali kişi özgürlüğü ve güvenliği aleyhine kullanıldığı için eleştirilmekte ve Anayasa Mahkemesi ve AİHM tarafından bu konuda verilmiş çok sayıda ihlal kararı varken maddenin 3. fıkrasının kaldırılması gerektiği halde daha da ağırlaştırılması yargısız infaza dönüşecektir. Gösteriye katılan herkes tutuklanabilecek, tutukluluk meşrulaşsın diye yargılama sonunda cezalandırılacaktır. Kişi özgürlüğü ve güvenliğini yok eden böyle bir düzenleme Anayasa ve AİHS’e aykırıdır.
Yargı yetkisi idare ve kolluğa devrediliyor
Hükümetin yargısal faaliyeti tam anlamıyla bir kolluk faaliyetine dönüştürme mantığını en iyi yansıtan değişiklik önerisi İl İdaresi Kanununun 11.maddesine G, H ve I bentleri eklenmek istenen düzenleme. Bu düzenlemeyle vali ve kaymakamların adli kolluk amiri sıfatını kazanması ve savcılık kurumunun yerini alması sağlanmaktadır. Böylece doğrudan doğruya siyasi otoriteye bağlı vali ve kaymakamlar, suç soruşturmaların başına geçerek hazırlık soruşturmasını yürütecek ve kamu adına savcılık makamına tanınmış yetkileri kullanacaklardır. Valiler, kamu düzenini bozulduğuna karar vererek her türlü hakkın kullanımını yasaklayabilecek, bu yasaklara aykırı hareket eden herkes cezalandırılacaktır. Bütün valiler, “Olağanüstü hal valisi” gibi hareket edebilecek, dahası olağanüstü halde dahi verilmeyen, suçun aydınlatılması gibi yargısal faaliyeti yürütebileceklerdir. Böylesine olağanüstü yetkilerle donatılmış bir polis rejiminde artık anayasadan bahsetmek abesle iştigal olacaktır. (OA/AS)
[1] Bu metin Kadın Koalisyonu’nun “Yasa İzleme Grubu” çalışmaları çerçevesinde hazırlanmıştır. Kadın koalisyonu olarak yasanın hazırlanış sürecine yönelik çoğulculuğu dışlayan, cinsiyetçi yaklaşım eleştirimizin basit bir usul meselesi olmadığı, tasarının içeriğine bakıldığında da anlaşılıyor.
[2] Ancak el ile dıştan kontrol hariç kişinin üstü ve eşyası ile aracının dışarıdan bakıldığından içerisi görünmeyen bölümlerinin aranması; İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslar dahilinde mülki amirin görevlendireceği kolluk amirin yazılı, acele hallerde sonradan yazıyla teyit edilmek üzere sözlü emriyle yapılabilir. Kolluk amirinin kararı yirmi dört saat içinde görevli hakimin onayına sunulur.
[3] Gözaltı İşlemlerinin Denetimi:
Madde 92 - (1) Cumhuriyet başsavcıları veya görevlendirecekleri Cumhuriyet savcıları, adlî görevlerinin gereği olarak, gözaltına alınan kişilerin bulundurulacakları nezarethaneleri, varsa ifade alma odalarını, bu kişilerin durumlarını, gözaltına alınma neden ve sürelerini, gözaltına alınma ile ilgili tüm kayıt ve işlemleri denetler; sonucunu Nezarethaneye Alınanlar Defteri'ne kaydederler.
[4] Madde 148 – (1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.
(2) Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez.
(3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez.
(4) Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.
[5] Madde 33 “ Toplantı ve gösteri yürüyüşlerine;
Ateşli silahlar veya havai fişek, Molotof ve benzeri el yapımı olanlar dahil patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zincir , demir bilye ve sapan gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri maddeler taşıyarak veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair unsurlarla örterek katılanlar iki yıl altı aydan dört yıla kadar yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşınarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyilerek katılanlar ile kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşıyarak veya bu nitelikte sloganlar söyleyerek veya ses cihazları ile yayınlayarak katılanlar altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar
[6]Aşağıdaki fıkra eklenmiş ve geri kalan bütün fıkralar buna göre teselsül ettirilmiştir:
(4) Suçüstü halleriyle sınırlı olmak kaydıyla; kişi hakkında aşağıdaki bentlerde belirtilen suçlarda mülki amirlerce belirlenecek kolluk amirleri tarafından yirmidört saatte kadar, şiddet olaylarının yaygınlaşarak kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasına yol açabilecek toplumsal olaylar sırasında ve toplu olarak işlenen suçlarda kırksekiz saate kadar gözaltına alma kararı verilebilir. Gözaltına alma nedeninin ortadan kalkması halinde veya işlemlerin tamamlanması üzerine derhal ve her halde en geç yukarıda belirtilen sürelerin sonunda Cumhuriyet Savcısına yapılan işlemler hakkında bilgi verilerek talimatı doğrultusunda hareket edilir. Kişi serbest bırakılmazsa yukarıdaki fıkralara göre işlem yapılır. Ancak kişi en geç kırksekiz saat, toplu olarak işlenen suçlarda dört gün içinde hakim önüne çıkarılır. Bu fıkra kapsamında kolluk tarafından gözaltına alınan kişiler hakkında da gözaltına ilişkin hükümler uygulanır.
[7] TUTUKLAMA NEDENLERİ: Madde 100 - (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
1. Soykırım ve insanlığa karşı suçlar (Madde 76, 77, 78),
2. Kasten öldürme (Madde 81, 82, 83),
3. (Ek bent: 06/12/2006 - 5560 S.K.17.md) Silahla işlenmiş kasten yaralama (madde 86, fıkra 3, bent e) ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama (madde 87),
4. İşkence (Madde 94, 95)
5. Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, Madde 102),
6. Çocukların cinsel istismarı (Madde 103),
7. (Ek bent: 06/12/2006 - 5560 S.K.17.md) Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),
8. Uyuşturucu veya uyarıcı Madde imal ve ticareti (Madde 188),
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, Madde 220),
10. Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (Madde 302, 303, 304, 307, 308),
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (Madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
b) 10.7.1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (Madde 12) suçları.
c) 18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununun 22 nci Maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu.
d) 10.7.2003 tarihli ve 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar.
e) 21.7.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü Maddelerinde tanımlanan suçlar.
f) 31.8.1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun 110 uncu Maddesinin dört ve beşinci fıkralarında tanımlanan kasten orman yakma suçları.
g) 2911 sayılı Toplantı ve gösteri Yürüyüşleri Kanununun 33.ncü maddesinde sayılan suçlar.
h) 3713 sayılı TMY 7.nci maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen suçlar.
* Yazı daha önce Birikim Güncel'de online olarak yayınlandı.
* Oya Aydın, Ankara Barosu avukatı.