Zonguldak'ta kömür işletmelerinden yerleşik çalışan işçi ailelerinin, bizim aile gibi en fazla beş çocukları olurdu.
Memduha teyzenin ailesi ise kızından ve kocasından ibaretti. Uzak tefek, beyaz tenli, saçının permasını kendisi yapan bir kadındı. Nuri amcaysa iri kıyım, pala bıyıklı, dazlak kafalı kok fabrikasında çalışan yerleşik bir Zonguldak köylüsü.
Memduha teyzenin iki özelliği vardı:
Biri o zamanlar henüz gelişmeyen iç çamaşırı konfeksiyonuna inat, sütyenlerini kendisi dikerdi. Memeleri dimdik gösteren o sütyenlerin üzerine, teknoloji ve konfeksiyon, stilistlik bu kadar gelişti ama, bir yeni sütyen örneği daha görmedim.
Kimbilir, belki çocuk aklımın abartmasıdır.
Memduha teyzenin ikinci özelliğiyse, üç bitişik aileli kömür işletmesi lojmanının ortak çeşmesinde sürekli yıkadığı bakır ibrikleriydi. Gün başladı mı Memduha teyzeyi musluk başında, bir türlü kirlerinden arındıramadığı ibriklerini kırklarken bulmak şaşırtıcı olmazdı.
Ovalaya ovalaya tüm ibrikleri kerelerce yıkardı. Mahalleye gelen kalaycılara hiç iş bırakmazdı. Sonradan öğrendim ki bu bir temizlik hastalığıydı.
Akşam olmaya başladı mı, Memduha teyzeyi alırdı bir telaş. Nuri amca, mesaisi bitip eve gelecek ya, binbir çeşit yemekler, mezelerdi onun akşam üstüsünü meşgul eden.
Nuri amca, mesaisi bitip de eve geldiğinde kok fabrikasına bakan, iki odalı evinin çıkma tahta balkonuna çilingir sofrasını kurar, Mehduha teyzenin mezeleri eşliğinde demlenmeye başlardı.
O demlenme de Nuri amcaya eşlik eden, hemen yanında çalan pikabından yükselen müzik olurdu.
Çilingir sofrası, rakı ve pikaptan yükselen müzik...Değmeyin Nuri amcamın keyfine.
Tüm Asma mahallesinin, kok fabrikasının gece vardiyasında çalışanların, Nuri amcanın pikabından bir biri ardına yükselen müziği dinlediğini bilirdik.
Birbiri ardına diyorum zira, pikap ben diyeyim 10, siz deyin 15 plak alırdı. Nuri amca hiç yerinden kalkmadan, demlenme süresinde bu plakları dinlerdi.
Dün gibi hatırlıyorum, her akşam yineleyen bu serenattan yükselen bir şarkının sözlerini:
"Gazla şoförüm gazla, / seviyorum çok fazla, / 80 90 yolunda,/ Gidiyorum tam gazla..."
Birde, demlenmenin sonlarına doğru çalan,
"Kara gözlüm,/ efkarlanma dön gayri, / İbibikler öter ötmez ordayım", türküsünü.
Biraz belleğimi zorlasam, kim bilir ne şarkılar daha çıkar ama, anlatacağım konu daha fazla dağılmasın diye sadede geliyorum.
Nuri amca yükünü aldıktan sonra eve girer, Memduha teyze sofrayı toplardı.
Kenarları fırfırlı basma çiçekli perdeler kapandıktan sonra, evin içinde yaşanan başka bir fasıl başlardı.
Hemen hemen her gece.
Bitmek tükenmek bilmeyen bu fasıl, Memduha teyzenin dayak yeme seansıydı.
Duvarlar ince ve geçirgen olduğundan, Nuri amca yoruluncaya ya da sızıncaya kadar süren bu dayağı, Memduha teyzenin ve Sıdıka'nın ağlamasını dinlerdik.
Ya da annem ve komşular dayanamaz, kapılarına dayanırdı. Kapı duvar olup açılmazdı böyle durumlarda. Açılmaz ama, içerden Nuri amcanın, defolup gitmemizi söyleyen böğürmelerini işitirdik.
Bazı kez Nuri amca, çilingir sofrasındayken misafirliğe gider, bir an önce sızıp da Memduha teyzeyi dövmemesi için komşuculuk oynardık. O saatlerde, alkolün etkisiyle inanılmaz keyifli şeyler anlatırdı.
Büyüklerimiz yoksa da, biz çocuklar Sıdıka'yla oturmak isterdik. Ama kimsenin aklına, polisi aramak gelmezdi, bu her gece yinelenen, "Gazla şoförüm gazla" şarkısı eşliğindeki "Nuri vurma" haykırışları karşısında.
O kadar sıradan ve doğaldı ki.
Tek kızılan, "O kadar dövülür mü?" sözüyle dile gelen dayağın yoğunluğuydu.
Düşünün, annem bile kızardı ki.
Üzerine yıldızlar yağsın, birkaç ay önce yitirdiğim annem de bir dayak ustasıydı. Özel sopaları vardı çocuğuna takar gibi, isimler taktığı. Kızılcık ağacından yapılmış bir sopasının adı "inadiye" idi.
Sözde inat eden biz çocuklara karşı bir tehdit unsuruydu.
İşe yaradı mı? Biz bugün, daha uslu, ailesine, geleneklerine bağlı, vatanına, milletine hizmette kusuru olmayan çocuklar olarak mı yetiştik. Kendime bakıyorum ve "hayır" diyorum.
Tam tersi biraz asi, biraz kendine güvensiz, çoğu kez şüpheci, bazen de yalan söyleyen çocuklar, ergenler olduk.
Dayak hiç de cennetten çıkmadığı gibi, cennetin de annelerin ayağının altında olmadığını bu dayaklardan öğrendik.
Babam kaba kuvveti seven biri değildi. Annem idi dayakçı olan. Öyle görmüş, çocuk yetiştirmenin vazgeçilmez aracı dayağı bilmişti.
"Aile İçi Şiddet Konferansı"nı izlerken, kendi aileme, çocukluğuma doğru gittim ister istemez. Ve bunları anımsadım.
Bizim ailede şiddet uzmanının anne olması, çevremdeki ailelerde erkeklerin kadınları dövmesi karşısında bir terslikti. Hep babamın annem karşısında zayıf olduğunu, babamın neden annemi dövmediğini merak ederdim ki, aslında annemin babamdan çekindiğini anladım.
Nasıl mı?
Dayak izlerimizi görmesin diye, babam gelmeden bizi yatağa yollamasından. Babam gördüğünde kızardı kızmasına ama, kardeşimle benim yediğim dayağın ağırlığını düşünemezdi. Üvey anne elinde büyüdüğü için, öz annenin çocuklarını o kadar döveceğini aklına getirmezdi.
Annem ölmeden, bir kızgınlık anımda, içimden geçenleri söylediğimde, neredeyse 20 yıldır ailemden uzakta, İstanbul'da tek başına yaşıyordum.
Bu sürede bizler büyümüş, annem olgunlaşmış, olgunlaştığı kadar da dayak yiyecek yaşı geçtiğimizden inadiyesini bırakmak zorunda kalmıştı.
Bana, "çocukluğundan anımsadığın hiç mi iyi şeyler yok?" diye sordu.
Vardı tabii ki. Romatizma olma pahasına işlediği kanaviçeleriyle aldığı altın bileziklerini satıp, bir kurban bayramında bize yeni ayakkabı ve mantolar alması vardı.
Yemeyip yedirmesi, giymeyip giydirmesi vardı.
Konferans bittiğinde, ölümünün üzerinden iki ay geçtikten sonra annemle barıştığımı anladım. Onu sevmesine seviyordum ama, yaralarımı da bir türlü iyileştiremediğimden; bende bıraktığı psikolojik etkilerin izlerinden ötürü affedemiyordum.
Artık affettim.
Dilerim yaşıyorsa Sıdaka da, annesinin yediği dayaklardan ötürü babasını affetmiştir.
Bildiğim Nuri amcanın da -babam gibi-, tek çocuğu olan kızına tek bir fiske vurmadığıdır.
Ne diyeyim,
"Kara gözlüm efkarlanma gül gayrı,/ İbibikler öter ötmez ordayım, / Mektubunda diyorsun ki gel gayri..."
Annem... Gelemedim yıllarca. Ayağım varmadı Zonguldak'a giden otobüslere binmeye.
Asıl sen efkarlanma.
Akşam bir rüya gördüm. Bak, anlatacak yorumlatacak kimse yok.
Tek başınayım ve seni özlüyorum.
İbibikler öter ötmez ordayım. (AD/EÖ)