bianet muhabiri Nilay Vardar, bugüne kadar güncel kentsel meselelerle ilgili sayısız habere imza attı. Kapadokya'daki otel işgalini, belediyelerin engelsiz kent söylemlerinin arkasındaki yanlış ve göstermelik uygulamaları, Romanlar'ın kentsel dönüşüm sürecinde yaşadıkları sıkıntıları ve daha nicelerini Vardar'ın yazılarından öğrendik.
Kente odaklanan az sayıda gazeteciden biri olan Nilay Vardar ile keyifli sohbetimizde sıra...
Biraz kendinden bahseder misin? Kent haberlerine nasıl başladın?
Galatasaray Üniversitesi Gazetecilik Bölümü mezunuyum. İki buçuk yıldır da bianet'te çalışıyorum. Kent haberlerine insan hikayeleriyle başladım. Yıkım var diye Küçükbakkalköy ve Ayvansaray mahallelerine gitmiştim. Küçükbakkalköy'de Romanların barakaları yıkılmış ve sokakta kalmışlardı. Solunum cihazıyla dışarıda kalan bir hasta vardı. Bir hafta sonra da Ayvansaray'a gittim. Tek başına yaşayan yaşlı kadınlar korku dolu gözlerle bana bakıyorlardı. Sokaktaki insanlar bana "Evlerimiz yıkılacak mı?" diye soruyordu. Halbuki ben onlara bu soruyu sormak için gitmiştim. Şirket sahipleri sürekli mahalleliyle görüşmeye geliyor, pazarlıklar sürüyordu. İnsanlar doğup büyüdükleri mahallelerini terk etmek istemiyorlardı. Ama büyük bir baskı vardı; ya evleri satılacak ya da kamulaştırılacaktı. Bu ilk iki mahallemdi, zaten şu anda Ayvansaray yerle bir oldu. Yerine o mahalleyle alakası olmayan her yerde görebileceğimiz karaktersiz lüks siteler yükselecek. Küçükbakkalköy'den kovulan Romanlar farklı yerlere savruldular. Bir kısmı Ataşehir'deki Emekevler Mahallesi'ne gitmişti. Bir hafta önce de orası yıkıldı. Bu böyle devam edecek.
Merkezden çeperlere doğru bu insanları püskürtecekler. Ancak bu püskürtmenin sonu nereye varacak bilemiyorum. Yani kısacası ben insan hakları temelinden kent haberlerine bakmaya başladım. Ama bu sayede aslında hiç bakmadığım kente bakmaya, onu keşfetmeye başladım. Mesela mahallemdeki caminin o kadar eski olduğunu hiç fark etmemişim.
Kentsel dönüşüm dışında hangi konular üzerine çalışıyorsun?
Engelliler üzerine çalışıyorum. Tabii bunun en önemli ayağı da mimari engeller. Kapadokya'daki dönüşüm üzerine bir yazı dizisi hazırladım. En son da olimpiyatlar üzerine bir söyleşi yaptım.
Kentsel dönüşüm mevzusunda özellikle Roman mahalleleri üzerine sıkça haber yapıyorsun. Biraz bize orada karşılaştığın hikayelerden bahseder misin?
Bence dönüşümün en mağdur kesimi Romanlar. Çünkü örgütlenemiyorlar ve eğitim seviyesi çok düşük. Dolayısıyla o kadar kolay oluyor ki Romanları evlerinden çıkarmak. 5.000- 10.000 TL'ye evlerini satıyorlar. Mesela okuması yazması olmayan bir kadının sözleşme imzaladığını biliyorum. Şu anda yıkılan Romanların yaşadığı Sarıgöl'de Sulukule'deki dönüşümden gelen iki aile vardı, şimdi buradan da sürülüyorlar. Ne kadar devam edecek bu? Sulukule, İstanbul'da sembolleşen örnek ama Türkiye'nin her yerinde böyle. Bursa'da da aynı şeyi gördüm. Her yerde Romanları dağıtıyorlar. Bunun da şöyle bir sonucu oluyor; belli koşullar sağlanmadan bu mahalleler boşaltılınca bütün Romanlar farklı mahallelere dağılıyorlar. Diğer mahallelerde yaşayan insanlar da daha önce hiç karşılaşmamış Romanlarla. Yeni bir karşılaşma süreci başlıyor. Koşulları da düzelmediği hatta daha da kötüye gittiği için mahalle içinde çatışmalar ortaya çıkıyor. En son Bursa'da yaşanan olaylarda 1.000 kişilik bir grup Romanların evlerini taşladı, at arabalarını yaktılar. Tam bir linç manzarası. Ertesi gün belediye geliyor, 5 Romanın evini komik bir gerekçe göstererek yıkıyor. Yani mahallede uzlaşma sağlanmayınca çeşitli bahanelerle Romanları başka yerlere gönderiyorlar. İnsanlar başka yerlere dağıldıkça hem kendi içlerindeki dayanışma sistemleri parçalanıyor hem de bu tip karşılaşmalar toplumsal çatışmaya da neden oluyor.
Olimpiyat meselesi de kentsel dönüşüm üzerinden tartışıldı. Oradaki eleştiri neydi sence?
Cihan Baysal söylemişti bunu bana. Ayazma'ya Olimpiyat Stadı geldikten sonra maçlar yapılmaya başladığında belediye anons yaparmış; "Sokaklarda dolaşmayın, ışıklarınızı kapatın" diye. Çünkü o mahallenin görünmesi istenmez. Kentin varoş, fakir mahallesi stada gelen elit kesimi rahatsız etsin istenmezdi. Olimpiyatlar da böyle. Daha önce olimpiyat düzenlenen şehirlerde de durum aynı. Mesela Pekin'de olimpiyat tesislerinin çevresindeki yoksul mahalleler boşaltıldı, yok edemedikleri mahallelerin etrafını ise kocaman billboardlarla çevrelediler. Olimpiyat sürecinde tesisler hep yoksul mahallelerin yerine yapılıyor. Neden? Çünkü buralar hem masrafsız, hem de toplumun gözünde krimininalize edilerek yıkımları meşrulaştırılabiliyor. Olimpiyat zaten milliyetçiliğin kabardığı, her yolun mubah olarak görüldüğü bir süreç. Mesela Çin'e insan hakları ihlallerinin azaltılması için olimpiyatlar verilmişti ama binlerce insan bu süreçte evleri yıkılarak mağdur oldu. Uluslararası Konut Hakkı Örgütü'nün raporuna göre 4 milyon insan olimpiyat bahanesiyle evlerinden tahliye edilmiş. Bunun 1,5 milyonu Çin nüfusu. Ee peki, barınma hakkı insan haklarına girmiyor mu? Kısacası İstanbul olimpiyatları alsaydı, deprem ile meşruluk kazandırılmaya çalışılan dönüşüme olimpiyat heyecanı destek atacaktı.
Geçtiğimiz haftalarda Başbakan'ın, Bodrum sahillerinin oteller tarafından işgal edilmesi üzerine bir serzenişi olmuştu. Sadece Ege, Akdeniz kıyılarından bahsedildi ancak aslında Anadolu'da da durum farklı değil. Mesela sen Kapadokya'yla yakından ilgilendin. Oradaki durumu biraz anlatır mısın?
Kapadokya peribacalarıyla ünlenmiş, UNESCO'nun dünya mirası listesinde yer alan bir bölge. Hem kültürel hem doğal miras listesinde yer alan 27 yerden biri. Bu kadar özel bir yer. Burada özellikle son 5 yıldır hem butik hem de büyük otellerde inanılmaz artış var. Bu yatırımcılar artık yerel değil, başka yerlerden gelen büyük sermayelerden bahsediyoruz. Nasıl oteller bunlar? "Peribacalarında uyumak" diye bir fantezi çıktı ortaya. Bu peribacasına zarar vermediğin müddetçe makul bir şey. Ama iş çığırından çıkmış durumda. Her taraf otel olmuş. Hem silueti, hem de doğal taşları bozan bir yapılaşmadan bahsediyoruz. Bu bir şekilde devam etmiş. En son iki tane otel; Arinna Lodge ve CRR Hotels yükselmeye başlayınca halk ayaklanmaya başlıyor. İnşaatları durduruyorlar. Bu bir patlama noktasıydı. Sonra Mimarlar Odası Ankara Şubesi devreye girdi, davalar açıldı, bilirkişi incelemesi yapıldı. Şu anda beklemedeyiz. Bu iki otelden çıkacak karar halkı çok heyecanlandırıyor çünkü emsal teşkil edecek ve bundan sonraki yapılaşmanın da önüne geçmiş olacak. Fakat olumlu karar çıkmazsa da Kapadokya'yı kaybetmiş olacağız. Mimarlar Odası'nın şube temsilcisi görevden alındı, çünkü o otellerin lehine bir taraf aldı. Bu tarz Anadolu şehirlerindeki sorun, ilişkilerin çok girift olmasından kaynaklanıyor. STK çalışanları aynı zamanda otel sahibi, turizmle geçinen insanlar. Seslerini çıkardıkları an kurulla karşı karşıya geliyorlar. Mimarlar kurulla anlaşmak zorunda çünkü projelerini kuruldan geçiriyorlar.
Turizm adına yapılan, turizmi yok edecek. Kısa vadeli düşünülüyor. Peribacalarının korunması meselesi de çok sıkıntılı. Doğru düzgün envanteri bile çıkarılmamış. Çok incelmiş peribacaları var. Bunların korunması, restore edilmesi gerekiyor. Titreşim, su, nem, bunlar peribacalarını etkiliyor. Ama peribacalarının yanında diskotek yapılıyor. Yerel yönetimler "ne olacak, peribacası yeniden oluşur" diye düşünüyor. Bir peribacasının oluşması binlerce yıl alıyor, dünyada örneği yok. Tüm arkadaşlarıma söylüyorum, bir an önce gidin Kapadokya'yı görün, yoksa görecek bir Kapadokya kalmayacak.
Engelli erişimi üzerine nasıl çalışmalar yürütüyorsun?
Erasmus programıyla Fransa'ya gittiğimde "bu şehirde ne kadar çok engelli var" demiştim. Şehrin her yerinde tekerlekli sandalyeleriyle dolaşabilen insanlar görüyordum. Halbuki bizim ülkemizde de 8,5 milyon engelli var. Ama biz görmüyoruz, çünkü onlar evlerinden çıkamıyorlar. Daha kapıdan çıkar çıkmaz, apartman merdiveninin rampası yok. Kaldırımlar yok, varsa yüksek, kaldırımlarda arabalar park ediyor, esnaf mallarını yığıyor. Kaldırımdan karşıya geçmek için rampa yok, ışıklara görme engelli butonunu yeni getirdiler ama yaygın değil. Görme engelliler için yüzeyler yok, olanların büyük bir kısmı yanlış. Yüzeylerin devamlılığı yok, önüne elektrik direği geliyor. Korkunç bir durum var. 2005 yılında engelli yasası çıktı, 7 yıl içinde tüm kamusal alanların engellilere göre düzenlenmesi, erişebilir olması gerekiyordu. Aksi takdirde ceza verilecekti. Şu anda yasayı 3 yıl daha uzattılar.
İlk olarak 3 tane tekerlekli sandalyeli engelliyle Kadıköy'e çıktık. Arnavut kaldırımları çok severiz, sempatik gelir ama engelli için korkunç bir şey. Görme engelli yüzeyleri kafelerin içine giriyor. Başka bir gün İstiklal'e gittik, daha korkunçtu. Hiçbir restorana giremiyorlar, hepsinin girişi bir iki basamak yukarıda ve rampası yok. Bunun sorumluları; şehir plancıları, mimarlar, mühendisler, yerel yönetimler. Mesela engelli memurlar da atanamıyor çünkü fiziksel şartlar uygun değil. Çalışamıyorlar, sosyalleşemiyorlar, dışarıya çıkamıyorlar. Bu çok büyük bir toplumsal sorun.
Yurtdışında mimarlık öğrencilerini bir hafta görme bir hafta işitme bir hafta da fiziksel engellli olarak şehirde gezdiriyorlar ki ileride yapacakları projelerde bu hassasiyeti gözönünde bulundursunlar. Sanırım Türkiye'de de böyle şeyler gerek.
Gezi Parkı'ndan sonra kentsel muhalefet oldukça ciddi bir dönüşüm geçirdi diyebiliriz. Semt forumlarının oluşturulması, sokakların mahalleli tarafından rengarenk boyanması... İnsanların kentsel meseleler üzerine bu kadar hızlı tepki verebilmesini nasıl değerlendiriyorsun?
Taksim Yayalaştırma Projesi ile ilgili Taksim Platformu iki yıl önce ilk toplantısını yapmıştı. Ve gerçekten toplantıya basının hiç ilgisi yoktu. Bir şekilde seslerini duyuramıyorlardı. Eylem yapılıyor, 50 kişi geliyor, büyük hayal kırıklığı. Ağaçların söküldüğü gece ben çok umutsuzdum çünkü tüm bu gelişimi biliyordum. Gerçekten çok şaşırtıcı oldu. Bir mimarın dediği gibi belki de dünyada ilk kez mimari bir tepki üzerinden bu kadar büyük bir ayaklanma oldu.
Yerel seçimler yaklaşıyor. Sence İBB adaylarının vaadlerinde Gezi Parkı'nın ve sonraki sürecin etkisi olur mu?
Kent meseleleri muhakkak etkili olacaktır, kafası buna çalışmayan kaybeder yerel seçimlerde. Gezi'den sonra bu konuların ne kadar önemli olduğunu anlamaları gerekiyor. Bunu programlarına koymaları lazım. Nasıl bir dönüşüm yapacaksın? Şeffaf mısın? Çünkü insanlarda büyük bir tepki var. Hükümetin büyük dönüşüm hayali bana göre başarısız oldu. İnsanlar çok korkuyor ve evlerini dönüştürmüyorlar. Kentsel dönüşüm kelimesini dahi kullanmıyorlar, "deprem dönüşümü" diyorlar. Çünkü güven kalmadı. Afet yasası çok güçlü bir yasa olduğu için insanlar haklarını bile arayamıyorlar, elleri kolları bağlı. Yerel yönetimlerce bu dönüşüm meselelerinin iyi düşünülmesi gerekiyor. STK'ların, vatandaşların da bunu yerel yönetimlerden talep etmesi gerekiyor. (BB/AS)
* Söyleşi ilk olarak 11 Ekim'de arkitera.com'da yayınlandı.