Hukuk devletlerinde bu dört unsur birbirinden bir yandan bağımsızken diğer yandan da ahenkli bir çalışma yürütürler. Bağımsız çalışma ile ahenkli çalışma arasındaki kıldan ince kılıçtan keskin bir sınır vardır. O da, tahakkümdür.
İşte hukuk devletlerinde anayasalara bu dört unsurun birbirlerini tahakkümleri altına alamaması için kurallar konur. Anayasal kurallar, yasal kurallarla bu amaç için takviye edilir.
Hukuk kuralları, bazı ülkelerde ve bazı zamanlarda bu tahakkümün engellenebilmesine yetmeyebilir. Özellikle "Devlet başa kuzgun leşe" özdeyişinin hakim olduğu toplumların devletlerinde, yargıya devletin fonksiyonlarını yerine getirmesini engelleyici bir özne olarak bakılır.
Bunun sonucunda yargıcı baskı altında tutan hukuki ve fiili engeller ortaya çıkmaya başlar.
Yargı güçsüzleştirilmek istenir. Bunun için de önce yargının gereksinmelerine yetmeyecek bir bütçe hazırlanır.
Değişik yollarla yargı yürütmenin yetki ağlarına doğru sokulur.
Nihayet yargıç bir devlet memuru haline getirilir. Onun alt kültürü buna göre şekillendirilir.
Genç yargıç ve fasit daire
İşte yeni adli yılımız yukarıdaki olumsuzluklarla yeniden açılıyor.
Her adli yıl açılışında olduğu gibi yargının ve devletin en yetkilileri yine kendilerini kendilerine şikayet edecekler, Cumhuriyetin kuruluşundan beri yinelenen aynı sorunlarından bahsedecekler.
Her adli yıl açılış konuşmalarını okuyanlar yukarda anlatılanları hayretle görürler. Sanki birileri tarafından bir fasit daire çizilmiştir. Her adli yıl açılışında bu fasit daireden şikayet edilir ve ertesi gün bu söylenenler hemen unutulur.
Ondan sonraki bütçe tartışmalarında yine yüzden, "yüzde sıfır virgüllük" yargı, yarım yamalak işletilmeye çalışılır. Eleştiriler sağır kulaklara çarpar, semanın derinliklerine doğru yol alır.
Bir yandan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), Adalet Bakanı ve Müsteşarıyla idareye bağlanırken, yargıç denetimleri doğrudan Adalet Bakanlığı tarafından yapılır.
İstenen yargıç görevden alınıp, oradan oraya sürüklenirken insanların kaderlerine hükmeden yargıç, kendi hakkını koruyamayacak bir hale getirilir. Güya bağımsız HSYK'nın kapıları ona kapatılırken, kendi hakkı ile ilgili verilen kararlara karşı yargı yoluna dahi gitme hakkı ondan alınmıştır.
Memurlaştırılmış yargıç tipinin yaratılması Adli Yargı sistemiyle oluşturulmuştur. Hukuk Fakültesinden mezun olmuş ortalama 23 yaşında bir genç meslek olarak yargıçlığı veya savcılığı seçtiğinde ilk önce Doğu veya Güneydoğu'daki bir yargı bölgesindeki bir yargı birimine atanır. Çevresinde bulunanlar bellidir. Oranın vali veya kaymakamı, alay komutanı, kıdemli meslektaşı onun kişiliğinin ne şekilde oluşacağını tayin ederler. Onlar gibi o da bir fanusun içine sokulur. Bu fanus devlettir.
Bu genç, bir müddet sonra kendisini hukukun değil, devletin yargıcı olarak görmeye, algılamaya başlar. Yaşı ilerledikçe Türkiye'nin batısına doğru yol alır.
Belki de bir gün aynı sayın Eraslan Özkaya gibi Yargıtay Birinci Başkanı olacaktır.
O artık devletle yoğrulmuştur. Sorduğunuz zaman "önce devletin ali menfaatleri" gelir diyecektir.
Bu menfaatleri korumakla yükümlü olduğuna inandığı Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) kendisiyle görülmekte olan bir davayı konuşmaya geldiğinde bundan sakınmayacaktır. Elinden geleni yapacaktır. Hatta davanın görülmekte olduğu daireye de MİT'in el atmaması için "naçar" kendini siper edecek, bir mafya şefine devletin en ilgili kurumları tarafından verilmiş olan "devlet sırlarını" öğrenecek ama aşikar etmeyecektir.
Susurluk, Çakıcı, Korkut Eken...
Susurluk Kod adlı suç ilişkilerinde de yargı böyle işledi. Katliam zanlı ve hükümlülerine, uyuşturucu kaçakçılarına aynı Çakıcı gibi devlet görevleri verilmişti. Ceplerine paralar ve zamanın İçişleri Bakanlarının, Adalet Bakanlarının aracılığı ile yeşil pasaportlar, özel kimlikler konmuştu. Bunlar bir bir ortaya çıkmıştı. Bu tür ilişkiler suç teşkil ediyordu.
Açılan bir iki göstermelik dava dışında gün ışığına çıkartılan bütün ilişkilerde savcılar sessiz kalırken, bir yargıç Korkut Eken'e, "sizi sorguluyorum ama, devlet sırrı olduğuna inandığınız konularda açıklama yapmayın" diyebiliyordu. Çünkü o hukukun değil devletin yargıcıydı. Zaten mahkemenin de adı Devlet Güvenlik Mahkemesiydi...
Kaban, Adli Yılı açacak
Sayın Mater Kaban, diyeceği hiç bir şeyi kalmadığı için konuşamayacak durumda olan Sayın Eraslan Özkaya adına adli yılı açacak. Bu yazı yazıldığında konuşmanın mahiyeti tarafımdan doğal olarak bilinmiyor. Ama ümit ederim ki bir ilk yapılsın ve herkesin şikayetçi olduğu artık ayan beyan belli olan bu yargı sistemi gerçekten tartışılsın. Yargının devletin değil, yalnızca hukukun sesi olduğu en sağır kulakların dahi duyabileceği şekilde yankılansın. Devletin ancak adil bir toplumda güçlü olacağı, aksi takdirde yalnızca güçlünün güç aygıtı olarak algılanacağı gerçeği vurgulansın.
Aksi takdirde yıkılanın altında herkes kalacak... (EC/EÖ)