Otuzdan fazla Türk diplomatını katleden bu Ermeni örgütünün her eyleminden sonra basın hemen Türkiye Ermenileri'ne koşuyor, "ne düşündüklerini" soruyor, "siz burada gayet iyi yaşıyorsunuz değil mi" şeklindeki, yanıtı içinde gizli soruyu tekrarlıyor, bu eylemlerle hiçbir ilgisi görülmemiş Türkiye Ermenileri'ni yerin dibine sokuyordu.
O dönemde "ne sıkıntınız var" diye sormak kimsenin aklına gelmiyordu. Biz bu ülkedeki hoşgörüden o kadar emindik ki, bir sıkıntıları da olamazdı zaten...Azınlıklara gösterdiğimiz hoşgörü, en büyük övüncümüzdü. Onları hoş görüyorduk, yani katlanıyorduk onlara.
Ermeni okullarındaki Ermeni çocuklarının kendilerini "hain" olarak hissetmelerini kolaylaştıracak müfredatın yanı sıra, bir de bu çocukların "sözde Ermeni soykırım iddialarına karşı" kompozisyonlar yazmaları isteniyordu. Artık "Ermeni," küfür olarak kullanılıyordu bu topraklarda. Bir bakan bile Apo'ya "Ermeni dölü" dememiş miydi? Bugün, ASALA eylemlerinden utandığı için, 1982'de Taksim meydanında kendini yakan Artin Penik'i hatırlayan var mı?
İşte Hrant Dink, cemaati için o karanlık dönemden çıkışın da müjdecisi olan Agos gazetesini 1996 yılında çıkarmaya başlayarak, yeni bir dönem başlattı. ASALA eylemleri nedeniyle yerin dibine giren, görünmez olan, her türlü vatandaşlık hakkından gönüllüce feragat etmeyi kanıksamış, içine kapanmış bir cemaatin varlığını hatırlattı Türkiye'ye.
Yıllardır gizlenen cemaatinin kabuğunu kırmasını sağladı, korkmamayı öğretti ona. Cemaatin dışındakilere ise, bu ülkede birçok ezilenin yanı sıra yalnızca azınlık kimliklerinden dolayı ezilenler olduğunu...Bu ülkede hâlâ Ermenilerin yaşadığını hatırlattı...Hiç alışık değildik bir Ermeni'nin bu kadar konuşmasına. Aslında bu bile bazı kimselerin gözünde, susturulması için yeterli bir neden olabilirdi.
Haftalık olarak yayınladığı gazetesi Agos, göç etmiş, tehcirden sonra dünyanın dört bir yanına savrulmuş, Müslüman olmuş, birbirlerini kaybetmiş Ermenilerin "kayıp bürosu" işlevini gördü.Yalnız Ermeni değil, Türkiye'deki tüm azınlıkların gazetesi ve ortak platformu oldu.
Agos ve Hrant Dink öğretti bizlere, 1915'in bu toprakların tarihi, mülk sahipleri, milli kimlik tutkalı açısından önemini. Türkiye'de Müslüman olmuş, Müslüman/Türk adları almış insanların ölüm ilanlarını görünce anladı birçok kişi o gazetede, bu işin ne kadar geniş ve çetrefilli olduğunu.
Yıllardır tarih ile uğraştığı iddiasında olan birçok kişi bile bunları yeni öğrenip, şaşırırken; ilkokuldaki abuk sabuk "tarih kitabı"ndan sonra, "Hayber Kalesi" hikayelerinden başka bir şey işitmemiş sokaktaki insanın şaşırmasına, öfkelenmesine, yıllardır doğru diye ezberlediklerinin sorgulanmasına hınçlanmasından daha doğal ne var aslında?
Ancak çok sivri dilliydi, Hrant. Hem Ermeni diasporası ile hem de Ermeni Patrikhanesi ile bozuştu. 1915'te yaşananlar için o da diaspora gibi "soykırım" diyordu ama, diasporanın soykırıma kafayı takmasına da o kafayı takmıştı.
Diasporanın uzlaşmazlığı, katılığı, masaya oturmanın tek şartı olarak soykırımın kabulünü dayatmasına karşı çıkıyordu. Patrikhane ile sorunu ise, daha "sivil" gerekçelere dayanıyordu. Kendi kendini yönetmeye ehil okul ve vakıf gibi cemaat kurumlarının üzerindeki "Patrik gölgesi"ne karşı çıkıyordu.
Türkiye'de mahkum olduğu ünlü yazısında, sürekli Türkleri ve Türkiye'yi bir takıntı haline getirerek "kendi kanını zehirlediği" benzetmesi yaptığı diasporaya, bundan kurtulması gerektiğini, bunun da yolunun Ermenistan'la ilgilenmek olduğunu yazmıştı.
Ne "Türklüğe hakaret" olmadığını söyleyen bilirkişi raporu fayda etti ne de Yargıtay Başsavcısı'nın lehine yaptığı itiraz: Mahkum oldu. Türklüğe hakaret etmediğini, hem hakaret edip hem de Türklerle birlikte yaşamasının "şerefsizlik" olacağını vurguladı. Hukuki sürecin sonunda hakaret ettiği sonucuna varılırsa "çekip gideceğini" açıklamıştı, bu nedenle AİHM'ye başvurmak üzereydi. Böylece, hem Türk hem de Ermeni milliyetçilerinin gözünde "hain" olmayı başarabildi.
19 Ocak 2007'de ensesine sıkılan üç kurşunla öldürüldü. 17 yaşında ve ilköğretim mezunu bir genç olan katil zanlısı, "yazıları kanıma dokunuyordu" diyordu. Acaba Hrant'ın bir tek yazısını okumuş muydu? İçinde bulunduğu çevrelerin malum gazetelerinde aktarılanları, cımbızlanan ve bağlamından koparılan, çarpıtılan şeyleri okumuş olma ihtimali o kadar yüksekti ki...
Siyasetçiler ise cinayetin başından itibaren akıllara seza bir mantık sergilediler. Bir köşe yazarının belirttiği gibi, Hrant Dink adeta ölerek Türkiye'nin imajını zedelemiş, müstakbel soykırım tasarılarının geçişini kolaylaştırmış, devleti mağdur etmişti!
Zaten bu tasarılar ve imaj meselesinin bu kadar dillendirilmesi, "Ermeni sorunu"nun bu ülkenin diasporaya da başka ülkelerle çözmesi gereken bir sorun haline getirilmiş olmasındandır. Siz kendi Ermenilerinize eşit vatandaş muamelesi yaparsanız, 1915'te bu insanların dedelerinin ninelerinin başlarına gelenler özgürce ve ciddiyetle ama, araştırılabilir ve tartışılabilirse, adı nasıl konulursa konulsun bu ülkenin Ermenileri kendilerine karşı bir ayrımcılık yapıldığı konusunda artık bir şüphe taşımaz olurlarsa, kimin umurunda olur, soykırım tasarıları, diasporanın istekleri, vb. Türkiye'deki Ermenilerin karşı karşıya kaldıkları ayrımcılık, soykırım tartışmasıyla boğulmaktadır.
Dini, etnik, siyasi, hatta tuttuğu takımdan dolayı bile birbirinden nefret eden insanların yaşadığı, kronolojik olarak bu topraklarda geçmişleri epey eski olanların da "misafir" sayıldıkları bir ülkeye dönüştük. Peki ama bu iklimin sorumlusu kim? Sorunlarını bir süredir daha yüksek sesle dile getirmeye başlayan azınlıklar olmasın? Sorunlarını AİHM'ye taşıyıp, "devletimizi yabancılara şikayet edenler" hani...
Peki ama Hrant'ın hakkında savcılara suç duyurusunda bulunan, mahkeme önünde "misyoner çocuğu" diye pankart açıp bozuk para atanlar, yüzüne tüküren ve omzuna yumruk atanlar kimlerdi? Bugün timsah gözyaşları döken, "farklı düşünebilirdi ama insanlar öldürülmemelidir" diyenler daha dün gazetelerine "susturun bu adamı" diye manşet atmıyorlar mıydı? İki yıl önce Agos'un önüne gelip, bağırıp çağıran; İl Başkanı, "Hrant Dink artık hedefimizdir" diyen gençlik örgütü hangisiydi? Adında "yeni bir dönemi" simgelediğini söyleyen gazete Hrant Dink'i kaç kez manşet yapmıştı? Kaç kez ona küfür ve hakaret etmişti? Bu gazetenin köşe yazarları ona ve onun gibi düşünenlere "Taşnakçı" demiyorlar mıydı? Bir tanesi artık Orhan Pamuk'a "Ohannes" şeklinde hitap etmiyor muydu?
İşte bu iklimi yaratanlar, bu ülkede fikirlere kurşunla yanıt verme geleneğini de pekiştiriyorlar. Bu sayede, Hrant Dink cinayetinin ertesi günü, Kadıköy Ermeni kilisesinin duvarına "nice Hrantlara...Bir Hrant öldü...Geber pis Ermeni" yazılabildi.
O yıllarca uğraşmıştı bu ülkenin azınlıklarının içindeki korkuyu yok edebilmek, sorunları konuşulabilir hale getirebilmek için. Şimdi onları tekrar korkmamaları, içlerine kapanmamaları için nasıl ikna edebiliriz ki?
Sahi, "bana, 'milliyetçiler suç işliyor' dedirtemezsiniz" diyen, şapkasıyla ünlü şahsı hatırlıyor musunuz? (EM/TK/EÜ)
* Elçin Macar'ın bu yazısı, Batı Trakya'da iki dilli olarak yayımlanan Azınlıkça dergisi için yazıldı.