Yıl 2003. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim - Sen) 28- 29 Haziran tarihleri arasında, Anadilde Eğitim Sempozyumlarının birincisini yaptı. Eğitimciler, dilbilimciler iki gün boyunca anadilinde eğitim hakkını tartıştı.
"Anadilde Eğitimin Düşünsel (Yetenek ve Kapasite) Gelişimindeki Etkileri" başlıklı panelin konuşmacıları, Hamburg Üniversitesi'nden Michael Bernreuter, Eğitim- Sen üyesi Ebubekir Çelebi, Kürt Enstitüsü'nden Şefik Beyaz ve Agos Gazetesi Yayın Yönetmeni Hrant Dink'ti... Panelden tam yedi yıl sonra, anadilinde eğitim hakkı yine tartışılırken, Hrant Dink'in konuşmasını, yayınlıyoruz...
Dünün ve bugünün manzarası tıpa tıp aynı
Önce kısaca kendimi tanıtayım; Türkiye'li bir Ermeni'yim, eğitimci değilim, evet yüksekokul okudum, eğitim formasyonu da aldım ama hiç öğretmenlik yapmadım.
Dolayısıyla, anadilde eğitimin düşünsel yetenek ve kapasite gelişimi etkileri konusunda kişisel kanaatimi söyleyeceğim.
Bu topraklarda, bugün, halkın anadilinde eğitim tartışması yapılırken, bundan 150 yıl önce başlamış benzer bir tartışmanın yaşanmışlığı ve bugüne kadar bunun uzanışının canlı bir tanığı olarak, içinden gelen biri olarak Türkiye'deki Ermeni toplumunun ya da bir zamanlar bu topraklardaki Ermeni halkının, sadece bir azınlık olarak kalan bir halkın, bu konuda yaşadığı bir deneyimi aktarmak istiyorum.
Çünkü, bugün yaşananlar, o gün yaşananlara çok benziyor.
Türkiye'deki eğitim tarihi araştırmaları içerisinde, bu ülkede yaşamış Ermeni halkının eğitim tarihi ve yaşadığı sürecin araştırılmasında özel bir fayda görüyorum. Çok önemli deneyimler kazandıracaktır.
Cumhuriyet döneminde yaşanmış bir Köy Enstitüsü deneyiminden 50 yıl önce Anadolu'nun birçok bölgesinde bunun nasıl yaşandığını, ne gibi sonuçlar doğurduğunu ve kendi anadilinde eğitim yapmak hakkının bundan 120, 130 yıl önce hangi tartışmalara yol açarak elde edilip denendiğini ve sonucunun ne olduğunu belki geniş kitlelere de ulaştırmak mümkün olabilir.
Neydi o günün tartışmaları? Anımsayalım; Osmanlı zayıflamıştı, Türkiye'den bir bir milletler kopuyor, kendi bağımsızlıklarını elde ediyorlardı. Bunların büyük bölümü toprak bağımsızlığını da elde ediyordu, ayrı birer devlet oluyorlardı, Osmanlı giderek küçülüyordu. Bu arada yukarıdan Rusların, batıdan İngilizlerin, Fransızların, Osmanlı üzerindeki müdahalelerini görülüyordu. Bu müdahalelerin temel argümanları şuydu: "Ülkenizde yaşayan farklılıkları, onların hakkını teslim ediniz." Bakarsanız Berlin Antlaşması'na bunu görürsünüz.
Bakarsanız daha sonra Osmanlı'nın yaptığı reformlara ya da yapacağım dediği reformlara, çıkardığı kanunlara ve uygulamadığı kanunlara ve kanunlar var ama uygulatamıyorum deyişine, bütün fotoğraf, o günkü manzarayla bu günkü manzara tıpatıp aynen yaşanmıştır.
Ne oldu o dönemde? İsterseniz kısa bir deneyim vereyim; bu dönemde Osmanlı'dan bağımsızlığını elde edemeyen bir tek Ermeni halkı kalmıştı. Ermeniler nezdinde daha ziyade batılıların reform talepleri eğitim alanında, kendi kültürel özerklikleri alanında, onlara değişik ve yeni hakların verilmesiydi.
İki bin okuldan geriye 18'i kaldı...
Verildi bunlar kanunda, muazzam işler yapıldı, bütün Anadolu'da iki bini aşkın, köylerde üç ve dört dilde - İngilizce, Fransızca, Ermenice ve Osmanlıca dört dilde - eğitim yapan ilköğretim okulları açıldı. Bunlar köylere kadar gitti. Bunların izlerine Türkiye'de çıkmış Türkçe yayınlarda rastlayabilirsiniz. Örneğin Ahmet Cemal'in o zamanki gazete yazılarından Türkçe'de basılmış örnekler var. Muazzam okullar açıldı, kendi anadilinde eğitimler yapıldı.
Hatta o zaman bir rapor var, o raporu bizim Ermeni okullarının bugün yaşadığı sorunları karşılaştırmak için aktarmak istiyorum. O zaman köylerden İstanbul'daki eğitim merkezine rapor yollayan bir müfettiş diyor ki; "Buralarda misyoner okulları vardı, yabancı dilde İngilizce ve Fransızca okulları, veliler çocuklarını bu okullara gönderiyorlardı daha ziyade, şükür biz şimdi yeni açtığımız okullarda bu çocuklarımızı geri kendi okullarımıza kazanabildik. Çünkü onların verdiği eğitimin hemen hemen aynısını artık biz de veriyoruz." Bu şekilde bir rapor vardı. Sonrası bir acı tarih, ona girmiyorum.
Türkiye'deki o halk kendi anadilinde eğitim yaparak nerelere gelecekti belli olmaz; bir sürecin kesintisine uğradı. Cumhuriyet tarihine sadece 300 bin Ermeni intikal etti. İki bin okuldan Cumhuriyet tarihine intikal eden okul sayısı 52. 170 bini Anadolu'da, 130 bini de İstanbul'da olmak üzere 300 bin nüfus kaldı. Bu 52 okulun da büyük bölümü, 40'tan fazlası, İstanbul'da, diğerleri Anadolu'nun birkaç bölümündeydi.
Atatürk'ün döneminde Anadolu'daki bu okullar bir miktar açık kalabildiler, ama daha sonra onlar da kapandı. İstanbul'daki okullar da giderek azaldı; bugün - sadece İstanbul'da olmak üzere- 18 okula düştü. Bunların beşi lise diğerleri ilköğretim okulu.
Buraya kadar şu deneyimi anlatmak için geliyorum; anadil evet çok çok önemli. Ama "Anadilinde eğitimi uygulamak her şeye yetiyor mu?" sorusunu ortaya atmak istiyorum. Sizin kendi kendinizi devam ettirmenize yetiyor mu?
Çarpıcı bir örnek vermek istiyorum, belki (buradaki akademisyenlere) de ilginç gelebilir; bizim 18 okulumuzda yaklaşık sekiz bin öğrenci kapasitemiz var, yani alıp okutabiliriz bunları ama bizim okullarımıza devam eden Ermeni öğrenci sayısı ancak üç bin 500. Diğerleri özel okullara, kolejlere, yabancı dilde eğitim yapan okullara, özellikle velileri tarafından yönlendiriliyorlar ve oraları tercih ediyorlar.
Biz kendi anadilimizde eğitim yapıyoruz. Örneğin Ermenice'yi ana sınıfımızdan itibaren öğreniyoruz, okullarımızda haftada dört saat Ermenice dil dersimiz var. Ama bunun dışında hayat bilgisi, spor, resim, din gibi derslerimizi de eğer arzu edersek Ermenice yapabiliyoruz.
Devlet, Milli Eğitim bürokrasisinden, başka diğer derslerde Ermenice eğitim yapmamamız için bir, iki baskı gördük; bir, iki engelleme gördük. Hatta bunların sonuncusu, Kürtçe eğitim konusunun ilk kez ciddi olarak Türkiye'de tartışılmaya başladığı yedi, sekiz yıl öncesine gider.
Milli Eğitim Talim ve Terbiye - ne kadar çirkin iki kelime ama kullanılıyor halen - bu derslerde Ermenice kullanmamızı bize yasakladı. Bunun bir tek nedeni vardı; o zaman Kürtçe eğitim meselesi başlamıştı, ola ki eğer bir gün Kürt halkına da kendi okulunda ders yapma hakkı verebilirsek biz bir örnek oluruz diyeydi. İşte Ermeni okullarında sadece üç, dört saat dil dersi veririz, bu kadarla yeterli kalır diyeydi. Biz o zaman mücadelemizi yaptık ve o hakkımızı bu güne kadar devam ettiriyoruz. Ama kullanamıyoruz, kullanmıyoruz. Sorun burada.
Bir halk dilini kullanamayınca biter
Bizim öğretmenlerimiz hayat bilgisini şimdi çocuklarına Türkçe ders kitaplarından veriyorlar, Türkçe veriyorlar. Dil hakkımız var, öğrenme okutma hakkımız var ama çocuklarımız Ermenice'yi şöyle böyle öğrenebiliyorlar. Bazen bu nedir bilemiyorum, bunu akademisyenler tahlil edecekler ben tahlil edemiyorum; örneğin Ermenice'yi kullanmaktan çekiniyorlar. Garip bir şey, gerek görmüyorlar.
Ben kendi çocuğumla Ermenice konuşmaya çalışıyorum, Türkçe'ye çeviriyor hemen. İlginç bir şey. Nedir bunun sebebi? Belki biraz sizin canınızı sıkacak bir cümlemi söyleyeceğim ama bunun sebebi şu olabilir; bir halkı yok etmek isterseniz iki şekilde yok edebilirsiniz. Ya kellelerini kesersiniz bitirirsiniz o işi, ya da ona dilini kullandırtmazsınız. Onu bitirirsiniz o zaman.
Böyle bir tanımlama var mı? Ben bilmiyorum ama dil eğitimcileri böyle bir tanımlama yaptı mı? Benim bir tanımlamam var; dil nedir? Benim için dil; uygarlaşmanın insanoğlunun uygarlaşmasının cinsel organıdır. Döllenme organıdır. Eğer onu hadım ederseniz, o insanın uygarlığını hadım edersiniz, bitirirsiniz. Bu kadar net ve acıdır.
Dil tebliğlerinde de benzer konuşmalara tanık oluyorum, "Türkçe yerel dilimiz, İngilizce'ye karşı küreselleşmenin diline karşı, ona karşı koyalım, kendi dilimizi koruyalım" diyorlar. Bunlar çok doğal ve gerekli yaklaşımlar gibi gözüküyor. Hakikaten de öyle ama bunun bir altına indiremiyorlar. Bir altına inince o zaman öbürü de anadilini korumalı, Kürt de anadilini korumalı, ona kadar uzanamıyorlar ve şunu söylüyorlar o zaman; "Yazık bize ki, biz bu insanlara Türkçe'yi öğretemedik."
Anadil karın gurultusudur engelleyemezsiniz
Oysa yapılması gereken bir şey var; eğer anadili insanlığın uygarlaşmasının ve devamlılığının yegane organı olarak düşünürseniz, ben - kaba bir tanım olabilir- buna "cinsel organ" diyorum ama iyi anlaşılsın diye diyorum. Eğer bunu kabul ederseniz, onu hadım etmezseniz, o zaman sizin yaşadığınız bölgedeki yerel diller organizasyonunuz, birliğiniz, bütünlüğünüz o zaman zenginleşir ve o zaman o küreselleşmeci ya da emperyalist dile karşı gerekiyorsa, -"gerekiyorsa"yı u da tırnak içinde kullanıyorum - böyle bir mücadeleye karşı koyarsınız.
Siz öbür dili, beraber yaşadığınız insanın dilini yok sayarsanız, kendi dilinizi de azaltırsınız, eritirsiniz, bitirirsiniz. Onun için ben konuşmalarımda Kürtçe'yi savunurken, Kürtlerin anadili olsun diye savunmuyorum beni bağışlasınlar. Onu savunmak Kürtlerin kendi sorunu ve hakları.
Anadil bir hak değildir zaten. Çok sevdiğim Profesör Kadir Cangızbay'ın güzel bir tanımlaması var; "anadil" der, "karın gurultusu gibi bir şeydir, engelleyebilir misiniz onu" der. "Karnınızın gurultusunu engelleyebilir misiniz? Bu kadar doğal, bu kadar insani hatta bu kadar canlı varlığa has bir varoluş halidir, bir hak değildir.
Hak varlıktan sonra edinilmiş ikinci katmandır. İnsanoğlunun uygarlaşma sürecinde edinilmiş bir beceridir. Varlık halisi, bizzat varoluşun ta kendisidir. Bunu nasıl engellersiniz?" der. Çok güzel de bir tanımlamadır.
Dolayısıyla, ben oradan kalkarak şunu söylüyorum; ben bir Ermeni'yim ama ben Kürtçe'mi istiyorum. Kürtçe'yi ben kendim için istiyorum, bu toprakta beraber yaşadığım insanın dilini öğrenerek, onunla bütünleşerek ancak ben de kendi dilimi zenginleştiririm. Ancak Türkçe'yi böyle zenginleştirebilirim. Türkçe'yi ancak böyle var edebilirim.
Eğer yok sen ortanca balığı, ben küçük balığı yok edersek, büyük balık gelir seni bir gün yok eder. Buna da katlanmak zorunda kalırsın. Dil de böyledir, canlılar alemi böyleyse, dil de yaşayan bir organdır, böyledir. Bunu böyle kabul etmek gerekir diye düşünüyorum. Bunun için Türkiye'de yapılan yanlışları ortaya koymak gerekiyor.
150 yıllık mücadelemiz boşa gitti...
Bakınız dikkat ederseniz eskiden beri bu topraklarda Ermeniler yaşamış. Türk resmi tezine bakarsanız hiç Ermeni yoktu bir zamanlar, yaşamamıştı, böyle bir konu da yoktu. Sonra baktılar olmuyor, "varlardı ama azlardı, azlardı ama azmışlardı, azmışlardı sonra biz de ne yapalım onları iteledik, biraz götürdük bir yerlere, giderken bir şeyler oldu" dendi.
Peki, onların bıraktığı şeyler ne oldu? Onların bıraktığı şeyler, gidin bakalım şimdi Anadolu'ya. Ben size iki bin okuldan bahsettim. Dört bin kilise ve kilisecikten bahsediyorum ve bir o kadar binadan bahsediyorum, bir o kadar yerel addan bahsediyorum.
Dikkat ediniz ilk ulaştıkları yerlerden biri ne oldu? İsimleri değiştirmek, yer adlarını değiştirmek, dille uğraşmak oldu. Çünkü dil yaşar. Onun için cinsel organdır dil. En güçlü organdır dil. Kendini üreten, kendini yenileyen, kendisini yeniden doğuran organdır dil.
En belalı organdır dil, dayatmacılar için. Ben o nedenle anadil üzerinde yürütülen hakkın 150 sene önce de ve bugün de - hiçbir şey değişmedi arada- insanoğlunun uygarlaşmasının en önemli kavgalarından biri olduğunu düşünüyorum.
Anadilde eğitim hakkının elde edilmesinin en önemli kavgalardan, en önemli mücadelelerden biri olduğunu düşünüyorum. Anadil niçin önemlidir? Konunun başlığına geliyorum; kapasiteyi ve yeteneğimizi geliştirmek açısından, evet bu açıdan çok önemli.
Hepimizin kendine ait bir dili var, hepimizin kendine ait bir kültürü var. Bunun kalitesi, niteliği biraz yüksek olabilir, biraz alçak olabilir, biri gelişmiş olabilir, biri birilerinin dediği gibi "kart kurt" olabilir. Bunların hiçbirinin önemi yok. Bir tek şunun önemi var: Her dilin içerisinde kendine ait bir zenginlik vardır.
İnsanoğlunun uygarlaşma süreci, sadece bir bölgede insanın yarattığı bir mekanizma değildir. Bütün insanlığın yeryüzündeki, tarihten bu güne her alanda geliştirdiği gelişmelerin bu gün bir ortak paydasıdır, bileşkesidir. Dolayısıyla, anadilimizi kullanarak kendi kadim halkımızın, kendi kadim milletimizin, tarihimizin yeteneklerini geliştirebiliriz ve bunları evrenselleştirebiliriz. İnsanlığın, uygarlığın bileşkesine katabiliriz.
Biz artık Ermenice'yi ne kadar kullanamasak da - maalesef böyle bir sonuç var yani biraz Türkçe, biraz devlet, biraz İngilizce, biraz küreselleşme, biraz bir şey, her koldan öyle bir saldırı var ki - kendi anadil hakkımız var okulumuzda.
Bir yandan hak isterken, bir yandan da o hakkı nasıl kullanacaksanız onun araçlarını da hazırlamak zorundasınız. İyi hazırlamak zorundasınız ki, mücadeleniz boşa gitmesin.
Bizimki şimdi boşa gitti. Bizim 150 sene önce Ermeni milletinin varlığını devam ettirebilmek için verdiği mücadele boşa gitti. Biz bugün Türkiye toplumu içerisinde kendisine her türlü özgürlüğü sağlanmış gibi gözüken ve bu vitrinde de çok güzel bir aksesuar olarak kullanılan bir konuma düşmüş vaziyetteyiz. Ama bakın ki, bugün bu anadilde eğitim hakkını isteyenler yarın bizim konumumuza düşmesinler. (SP)
*Bu metin, Eğitim - Sen Yayınları tarafından basılan "nadilde Eğitim Sempozyumu 1" kitabından alınmıştır.