Uzun yıllardır sahnede olan ve 2019 yılında kendi şarkılarını, kendi adıyla paylaşmaya başlayan Mali Akpolat’ın “persona”sı Nihayetsiz Arzular’ın ilk teklisi “Bırak Artık Peşimi”, Kedi Music Lab. etiketiyle yayınlandı.
Sade, samimi şarkı sözleri ve aynı sadelikteki rock sound’uyla şarkı, günümüzün sanatsal trendi “kendini bulma” meselesini tersine çevirerek konuya “kendini arama” perspektifinden bakıyor.
Nihayetsiz Arzular’ın çıkış hikâyesini ve “Bırak Artık Peşimi”yi Mali Akpolat’la konuştuk.
Bar müzisyenliği
Yaklaşık 12 sene bar performanslarınız oldu. Bu durumun, müzik pratiğinizin yanı sıra seyirciyi gözlemleme ve “nabız-şerbet” dinamiğini anlamaya da sizi fazlasıyla yaklaştırdığını düşünüyorum. Bu uzun süreç nasıl bir deneyimdi?
Haftada dört gece ortalama 800 ila 1000 kişiye çalmanın müzisyenlik pratiğine katkısı büyük. Form tutmak bir yana, öğrettiği şeyleri bir okul ya da usta çırak ilişkisinden almak da pek mümkün değil. İnsanların isteklerine göre müzik yapmak zorunda olmadığımı; bir müzisyenin iş yönetimi, finans, vergi, hukuk, psikoloji, arabuluculuk gibi konularda muhakkak bilgi sahibi olması gerektiğini, bar müzisyenliğinde “müzisyenliğin” önem sırasında ilk onda kendine ancak sonlarda yer bulabildiğini bu iş sayesinde öğrendim.
Ben süreci biraz tersten yaşıyorum aslında. İnsanlar önce evlerinde müzik yapıp sonra konserler veriyorlar, benimse hayatımın neredeyse yarısı konser çalarak geçti, şimdi kendi müziklerimi yayınlıyorum. Bakalım bu tecrübe bana kendi konserlerimi verirken ne gibi avantajlar ya da dezavantajlar sağlayacak, göreceğiz.
2019 yılında kendi parçalarınızı yayınlamaya başlamışsınız. 2023"ten beri de Nihayetsiz Arzular olarak çalışmalarınızı dinleyiciyle buluşturuyorsun. Neden böyle bir yöntemi tercih ettiniz?
Aslında Nihayetsiz Arzular ismi 2019’da da gündemimdeydi. O dönem kendi adımla yayınlamanın, tüm prodüksiyon sürecini de tek başıma üstlendiğim için, daha mantıklı olacağını düşünmüştüm. Daha sonra 2023’ten itibaren YouTube ve Instagram’da Mali Akpolat adıyla modern müzik teorisi ve gitar eksenli içerikler üretmeye başlayınca, sanatsal üretimimi zanaatsal üretimimden ayırmam gerektiği konusunda emin oldum. “Merhabalar bugün sizinle şu grubun şu şarkısını inceleyeceğiz” diyen birinin kişisel hikâyesini çok da merak etmeyebilirim açıkçası. O yüzden bunu başka bir rol, başka bir personayla yapıyorum.
Nihayetsiz Arzular
“Nihayetsiz Arzular” ismi nereden geliyor? Sizin “nihayetsiz arzularınız” neler?
“Nihayetsiz Arzular” bir kitapta gördüğüm ve o andan itibaren omuriliğime yapışmış bir isim. Hakkında en ufak bir “acaba” düşüncesi bile yeşermedi, o derece bir ilk görüşte tutulmak yani. Benim müziği üretirken de tüketirken de belli bir tarza bağlı kalmıyor, kalamıyor olmam; en nihayetsiz arzum diyebilirim. Diğerleri de bana kalsın.
İlk şarkınız “Bırak Artık Peşimi” nasıl ortaya çıktı?
70’lerden kalma bir soul funk şarkı dinlerken, şarkıdaki iki ölçülük melodiyi takip eden iki ölçülük boşluğun üzerine mırıldanarak bir şeyler söylememle başladı. “A, güzel fikirmiş” deyip hemen telefonun ses kaydedicisine kaydettim. Şarkıya dönüşmesi ise, bu olaydan aylar sonra yaşanan bambaşka bir hikâyenin kendisine bir nakarat araması ve benim ses kayıtlarım arasında demin söylediğim kaydı dinleyip, “Burada bırak artık peşimi dersem, olabilir gibi” dememle ortaya çıktı.
Şarkılarımı önce akustik gitarla yapıyorum ve kaydediyorum. Sonra üzerine olabilecek en rafine düzenlemeyi yapmaya çalışıyorum. “Less is more”cuyum genel olarak. Şarkı bir hikâye anlattığı için, dikkati üzerine çekecek baskın bir müzikal öge olmamasına özen gösterip, anlatılan hikâyeye odaklanmayı seçtim bu şarkı özelinde. Kendi stüdyomda kaydettim, miksledim. Arkadaşlarımdan geri bildirimler aldım, revize edip çok da uzatmadan bitirdim. Hızlı biten bir süreç oldu. Yazımından masteringin’e kadar sanırım bir buçuk ay sürdü.
Paradoks
Şarkıda takıntılı bir ilişkinin içinde kişinin kendini bulma ve tanıma mücadelesini anlatıyorsunuz. Çok fazla “bireyin kendini bulma” hikâyesiyle karşılaşıyoruz bu aralar. Edebiyatta da, sinemada, özellikle kısa filmlerde de böyle bu durum. Evet, etrafımız çok kalabalık. Kendimize bakmak için bir fırsat bulamıyor olabiliriz ancak işin üretim kısmında yer alanların, öznenin bu kadar sevip okşandığı bir dönemde kendini bulma çabasını biraz “konjonktürel” buluyorum açıkçası. Bir tarafta “Sen biriciksin, sen özelsin” gazı veriliyor diğer tarafta gecenin karanlığında, kocaman şehirde tek başına yürüyen insanlar görüyoruz. Bu paradoksu nasıl açıklarsınız?
Ben hikâyemi “kendini bulma” değil “kendini arama” olarak nitelendirebilirim ancak. Zira üretime sevk eden şey de bu nihayetsiz arama işi. Ve bence mutlak bir yalnızlığa ek olarak, kendini çok da sevmeme durumu da olmalı ki arayış bitmesin. Üretim işinin huzursuz, mutsuz bir süreç olduğunu düşünüyorum, biliyorum ve deneyimliyorum. O yüzden ben bu özneyi çok da sevip okşamıyorum açıkçası. Bu hikâyeleri anlatan kişi bir başarı hikâyesi değil, bir başarısızlık, bir duvara toslama hikâyesi anlatıyor aslında.
Şimdiye kadar hayatla ilgili idealize ettiği ne varsa, onların gerçekle olan çarpışmasından çıkan gürültüyü duyuyoruz. Ve bu insanlık kendini sanat ve felsefeyle ifade etmeye başladığından beri böyle. Haliyle bu kişisel hikâye anlatma işini çok da konjonktürel bulmuyorum. Zira kurgusal şarkılar yapmıyorum ya da şu an ne dinlenir gibi bir kaygı gütmüyorum. Tamamen yaşadıklarımı, yaşadıklarımın bana hissettirdiklerini ve bu huzursuz sürecin bana düşündürdüğü şeyleri yazıyorum.
“Yeraltından Notlar”da okuduğumuz, “Godot”yu Beklerken”de izlediğimiz ya da Frida Kahlo’nun otoportrelerinde gördüğümüz şeyden çok da farklı değil. Ancak form olarak roman, hikâye, oyun ya da resimlerin hareket alanı, şarkı denen formdan daha geniş olduğu için; bir olayı bize yıllar öncesinden başlayıp, işin içine başka karakterleri de katıp, dekorla, renkle, ışıkla, sayfalarca tasvirle anlatabiliyorlar. Şarkı üç, beş bilemedin on dakikada bir hikâye anlatma peşinde, kısacık bir form. Haliyle bunu bir arkadaşına uzun bir olayı özet geçerek anlatır gibi, olabildiğince az karakter, az zaman, az mekân kullanmak işin bir nevi doğası. Bu da belki çok birbirine benzeyen şarkılar ortaya çıkarıyor olabilir.
Yeni şarkılar ve konserler
Şarkıyla ilgili Kedi Music Lab.’den Serkan Atay’la konuşurken, sizinki gibi yüzlerce vokal olduğunu, ancak şarkı sözlerindeki sadeliğin çekici geldiğini söyledim. Sizin tarzınızda müzik yapan yüzlerce müzisyen var. Sizce nasıl sıyrılacaksınız bunca müzisyenin arasından?
Sözlerle ilgili düşüncelerinden ötürü teşekkür ederim. Anlattığım hikâyeye göre, hikâyeyi anlatma şeklim de değişiyor aslında. Bunu gelecek şarkılarda hep beraber göreceğiz zaten. Ancak bu dönemin üretimlerindeki anlatım şeklim bu. Benim anlattığım hikâye beni diğer müzisyenlerin arasından sıyırır mı sıyırmaz mı bilemiyorum. Bunu çok da gözetmiyorum aslında. Çünkü kendi müziğimi yazıp paylaşma işi, benim için bir ifade şekli.
Ve ben üç yaşımdan beri şarkı söylüyorum, bu sürekli evriliyor, ömrümü tamamlayana kadar da son formunu bulmuş olmayacak diye düşünüyorum. Kendini böyle ifade eden birinin anlattığı hikâyeyi dinlemek isteyen on kişiyle de bir araya gelebiliriz konserlerde, bin kişiyle de. Bakalım kaç kişinin dikkatini çekecek, hep beraber göreceğiz.
Yeni yıl programınız belli mi? Yeni şarkılar, konserler vs…
Ocak ayında hemen yeni bir şarkı var, ismi “Nergo”. Nergis Çiçeği aslında ama prodüksiyon sürecinde kısaca Nergo olarak çağıra çağıra öyle kaldı adı. Bunu takip eden aylarda da yayınlanacak şarkılar var. Mayısa kadar 10-12 şarkı yayınlamayı planlıyorum. Mayıs ayından sonra da olabildiğince konser çalmak istiyorum. Bu süreçte Mavi Huydur Bende ile ortak yapmak istediğimiz konserler var. Bu konular üzerine konuşuyoruz, umarım aklımızdakileri hayata da geçirebiliriz. (BS/TY)