Şermin Alyanak 'a ödülü, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde 7 Mart Çarşamba günü saat 18:00'de düzenlenen törenle, Finlandiya Büyükelçisi Maria Serenius tarafından verildi.
1967 yılında Devlet Tatbiki Sanatlar Yüksek Okulu Mobilya-İçmimarlık bölümünden mezun olan Şermin Alyanak 1975 yılında aynı kurumda bağımsız olarak öğretim görevine başladı. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü'nün kurucularından olarak bölüm başkanlığı ve yine aynı üniversitede Güzel Sanatlar Enstitünün kurucusu olarak iki dönem müdürlük yaptı. Arredamento Mimarlık dergisi başta olmak üzere çeşitli dergilerde tasarım üzerine yazılar yazdı.
"Öğrencilerim derslerimde ne kadar objektif davranmaya uğraşsam da bazı konuları daha çok sevdiğimi, doğruluklarına daha çok inandığım için daha fazla altını çizerek anlattığımı bilir.
Bunlardan biri de Kuzey Avrupa tasarımı, diğeri kadın tasarımcılar. hele ikisinin kesiştiği konularda susmam olanaksız" diyen Alyanak'ın ödül töreninde yaptığı konuşmanın metnini yayınlıyoruz:
"Finlandiya Büyükelçisi Sayın Maria Serenius,
Sayın Rektörler, Sayın Dekanlar, Sayın Öğretim Üyeleri, Araştırma Görevlileri,
Sayın Meslektaşlar, Sevgili Dostlar
Sayın Basın mensupları,
Hoşgeldiniz!
Dünya tasarımı içinde Finlandiya'yı seçip, Türkiye de tanıttığım için bana nişan verileceğini geçtiğimiz yıl öğrendim, sevindim ve onur duydum. Beğenerek yaptığım gönüllü çalışmanın ödüllendirilmesi güzel ama anlatılması zor duygular yaratıyor.
Neden Finlandiya tasarımı diye soruyor insan. Aslında bütün konulara eşit yakınlıkta durduğumu zannediyordum. Öğrencilerim derslerimde ne kadar objektif davranmaya uğraşsam da bazı konuları daha çok sevdiğimi, doğruluklarına daha çok inandığım için daha fazla altını çizerek anlattığımı bilir.
Bunlardan biri de Kuzey Avrupa tasarımı, diğeri kadın tasarımcılar. Hele ikisinin kesiştiği konularda susmam olanaksız.
İlk kez Kuzey Avrupa tasarımı ile ne zaman tanıştım diye düşündüğümde aklıma ilk gelen olay, henüz böyle bir eğitim almayı düşünmediğim, ellili yılların sonlarında altmışın başlarında mobilya örneklerinde, dergilerde dikkatimi çeken modern olma adına böbrek şeklinde amorf biçimler, yeni malzeme olarak da formika türü doğayı taklit eden garip desenli kaplamalar. Organik biçim verme çabası içinde plastikler en ucuz ve kötü örnekleriyle de evlere girmeye başlıyordu.
Bu akımı bir türlü sevmiyordum. Bu arada yeni bir olgu "İskandinav Moderni" veya "Danimarka mobilyası" adı altında ahşabın doğallığı ve biçimlerin de yalınlığı dikkatimi çekmişti. Yine annemin dergilerinden birinde gördüğüm kuzeye özgü bir
halı türü olarak tanıştığım Rya oldu. Evdeki yün kırpıklarıyla oynamak açısından çok ilginç bir örnekti.
Lisenin sonuna doğru tek tük de olsa almaya başladığım sanat ve mimarlık dergileri içinde gördüğüm ahşap dekoratif ürünler, cam, seramik ve porselen çalışmaları ilgimi çekmekte ve özellikle yabancı komşuların evlerinde kullanılan gündelik kullanım araç ve gereçleri ve mekan düzenlerindeki yalınlık ve kullanışlılık beni yakalamıştı. Artık nesnelerin üretimiyle ilgili bir eğitimi düşlemeğe başlamıştım. Lise deki resim hocam ve çevremde bu işlerle uğraşan büyükler İstanbul'da da Tatbiki Sanatlar adı altında yeni bir okul açıldığını söylüyorlardı. Üstelik de o beğendiğim nesneleri üreten ülkelerden gelen hocaların görev aldığı bir kurumdu.
Tatbiki Güzel Sanatların, Mobilya İçmimarlık Bölümüne başladıktan sonra izlediğim dergiler ve yayınlar ve özelikle bazı hocalarımın yönlendirmesiyle de her nesnenin çıkışının, biçimlendirilmesinin nedenlerini araştırıyor, her geçen gün biraz daha bilinçleniyordum. Özellikle ahşap ve mobilyada ahşabı işlemek en sevdiğim konuydu. Hepsinin dayandığı bir el sanatları geleneği vardı. Yeni teknikler ve malzemeler de yeni yollar açıyordu. Şimdiki gibi ürün bolluğu yoktu, aksesuar yoktu, internetin kaynak bolluğu yoktu. Tasarımın adı biçim vermek, yaratmak, buluş yapmaktı. Çok sevdiğim bir hocam Alvar Aalto' dan şunları söylediği zaman çok etkilenmiştim:
"Tabii ki uçmanız, kanatlanmanız gerekir ama bir ayağınız, hiç değilse ayak başparmağınız yerden ayrılmasın."
Hayal ile gerçek arasındaki bağ kaybolmamalı. Hayal gücü olmadan yeniliğin yapılması zor. Ancak, insan, üretim ve kullanımla ilgili gerçeklerin de unutulmaması gerek.
Okulu bitirdikten sonra bir süre mobilya üretiminde çalıştıktan, içmimar olarak proje ve uygulamalar yaptıktan sonra,ilgi alanımın, öğrenimi daha ileriye götürmek ve sürekli öğrenmek için hocalığı seçtim.
Lisede en az sevdiğim konu olan tarih dersine farklı açılardan yaklaşıldığında insanların yaşamlarıyla ilgili farklı bilgilere, tasarımı da eğer bir soruna yanıt aramak diye tanımlandırdığımızda geçmişten bugüne hayatta kalabilmek için ne tür çözümler yaratıldığı ve bunun yaratıldığı koşulların neler olduğunu araştırmak, toplumları tanımak güzeldi. Eğitim veren kuruluşlar ve farklı yapıları, tasarımcıların örgütlenmesi hatta bazılarının sosyal yaşamın etik değerleriyle iç içe olması, toplumun bireylerinin tasarımla nasıl eğitilebildiği, yaşamın ürün tasarım ilkeleriyle nasıl barıştığı ilgimi çeken konulardı.
Her şeyin her şeye değdiği, salt doğru ve yanlış, güzel ve çirkinin, iyi ve kötünün iç içe olduğu bir dünya aklımızı karıştırıyor. Moda akımlar, iletişimin yaygınlığı bütün dünyayı modası şimdi geçmiş gibi gelen "küçük bir köye" dönüştürdü. Ülke farklılıklarını yalnız yerel özelliklerle açıklamak yetmiyor. Öte yandan küçük köyümüz kirleniyor, kaynaklar yanlış ve kötü kullanılıyor, gelir ve refah kötü dağıtılıyor ve zengin ile fakir tabakalar arasında uçurumlar büyüyor. Çocuklar, yaşlılar, özel yetenekliler, engelliler kendini normal sınıflamasına koyanlarla aynı köyü paylaştığı göz ardı ediliyor.
Ben bu tür kaygı ve düşüncelerle tasarıma yaklaşanlar arasından tercihimi yaptım ve "universal design" kavramıyla iç içe olan herkes için tasarım felsefesini benimsedim. Bu görüşü benimseyen ülkeler çoğunlukla Kuzey Avrupa ülkeleri idi. Finlandiya ve İskandinav ülkelerinin tasarımlarının insana birey olarak saygısı, çevre sorunlarıyla ilgili çözümleri ararken en ileri teknolojileri kullanmaları ilgimi çekti. Sağ ve sol elini kullananlar için tasarlanan makaslar evimizde baş köşede durur. Bugün çağdaşlığından hiçbir şey kaybetmeyen tasarımlarıyla Kaj Franck, Finlandiya tasarımcıları kadar benim de vicdanım. Baltayı eline aldığı anda yüzü gülenlere karşın, orman ürünleriyle karnını doyuran bir ülkenin, ormanlarında kullandığı, doğal florayı bozmayan ağır sanayi tasarımları aynı zamanda benim köyümün tasarımları. Tasarımın ülke ekonomisinin önemli bir girdisi olan tasarım politikası da benim köyümün düşüncesi olmalı.
Eski bir arkadaşımdan bana Fince güzel bir teşekkür cümlesi öğretir misin diye rica ettiğimde, "Fincede, Türkçede olduğu gibi süslü püslü teşekkür kelimeleri yoktur" dedi. Fin tasarımını niye sevdiğimin en basit açıklaması da bu olsa gerek;
"Paljon paljon kiiitoksia". Çok çok teşekkür ederim".(ŞA/EÜ)