Neydi onca adamı bu koskoca stadyumda bir araya getiren? İşleri, güçleri, düşünceleri, yaşam tarzları birbirinden çok farklı 'binlerce' erkek -bu sayı kesinlikle azımsanmamalı- aynı ulvi amaç için elleri havada sloganlar atıp, hop oturup hop kalkıyorlardı. Meşin yuvarlağın filelerle buluşması gibi 'ulvi' bir amaç... 'Kitlesel' hisler yaşamak ve stres atmak için buradaydılar. Birbirlerini hiç tanımasalar da ulvi amacın etrafında dönen pervaneler olarak ortak bir noktaları vardı. Hayatta bir çok konuda yalnız olabilirlerdi, ancak yeşil sahada binlerce kişi arasında bu 'yalnızlıktan' kurtuluyorlardı.
Pervane misali.. .
İlginçtir ki, sahaya uzak olsam da koşan "bin dolarların" canlılığını gerçekten hissedebiliyordum -her ne kadar futbol, bu canlılık hissini basketbol kadar vermese de...- Ve birden kendimi stadın o büyüleyici atmosferine kapılmış buldum. 'Atmosfer' anlamadığınız bir nedenle öylesine içine çekiveriyor ki, siz de o ulvi amaç için çırpınan pervanelerden biri olup çıkıyorsunuz. Okan koşarken heyecanlanıyor, Mustafa düşerken üzülüyor ve hatta kızıyorsunuz.
Ligin önemli bir maçıydı. Bursaspor 1.Lig'de kalmak için oynuyordu, -daha doğrusu oynuyormuş.- Hayatımın bu ilk canlı karşılaşmasında iki gol heyecanı yaşadım, Altay'ın attığını saymazsanız. İlki bir karambol anına denk geldi. Tam diğer tribünlerde çılgınlar gibi tezahürat yapan Teksaslıların coşkusuna özendiğim anlarda, aniden gol 'oluverdi' ve ben göremedim. Eee, n'olcak şimdi, ilk golü kaçırdım işte... 'Bir daha oynatalım Uğurcum...' Hani bunun tekrarı nerede? Geçmiş olsun... Valla canlı izlerken atmosfer iyi de, kavrama yeteneği çok düşüyor insanın. Küçücük oyuncuları seçmeye çalışırken, top nerede, kim düştü, niye duruyorlar derken başım döndü. Ayrıca yorum yapan bir spiker olsa fena olmazdı hani.
Kitlesel zafer anı...
Hızlı gelişen bu pozisyonun ardından işte, ne olduğunu saniyeler sonra kavrayan tribünler ayağa kalktı. Tam bir 'kitlesel' zafer anı... "Sevdim seni bir kere, başkasını sevemem..." Etrafınızdaki binlerce insan aynı noktada bir heyecan yaşıyorsa, kesinlikle kayıtsız kalamıyor o heyecana siz de ortak oluyorsunuz.
Gole ortak olmak...
İkinci gol ise göz göre göre oldu. Hızlanmaya başlayan tempoda, içinizde derinden oluşmaya başlayan 'ümit' sizi yavaşça ayağa kaldırırken -ki kimi zaman bunun farkında bile olmazsınız-, gözler topta kilitlenmiş durumda. Hiç bir ayrıntıyı kaçırmak istemezsiniz. Ve işte dalga dalga artan tezahüratla birlikte, dalga dalga artan adrenalinle, topun filelerle buluştuğu o an. Kısaca 'gol'... Öyle bir şey ki o statta bulunduğunuzda takımınızın golüne 'ortak' olduğunuzu düşünüyorsunuz. Destek olarak ortaya koyduğunuz çaba zafer getirse de ortak, yenilgi getirse de. Tepkiler de o nedenle çok şiddetli oluyor bence, kendinizi sorumlu hissediyorsunuz.
Hata elastikiyetinin sıfıra çok yakın olduğu bu sporda insanı korkutan yanlar da yok değil. Onca kişinin kahramanı olmak muhtemelen hoş bir duygudur ama, o çılgın kalabalığı karşıma almak da istemem doğrusu. Ulvi amaca koşarken yapılan en ufak bir hata yüzünden, 'atmosfere' dalga dalga yayılan tepkiler içinde 'benim bile' objektif duygularım yok olduysa...
Maskeler düşüyor...
Oyuncu gole giderken taraftarların yüzleri ne tür haller alır hiç dikkat ettiniz mi? (Maçla çok ilgili olmayan biri olarak, gol esnasında insanların suratlarını izliyordum.) Bu, kesinlikle 'ciddi' bir araştırma konusu olabilir. Ağır bir beyefendi karizmayı dağıttığına aldırış etmeden çığlıklar atarken, sokak gençlerinden birisinin gururlu küfredişi... Örnekleri çoğaltmak mümkün. Eş zamanlı yaşanan bir sevincin herkeste bıraktığı yüz ifadesi...Takımıyla birlikte her şeylerini ortaya koyan binlerce 12. oyuncu... Onlar olmadan maçın tadının olmayacağı 'sosyal' bir gerçek...
Erkeklerin bir çoğunun maça gitmelerinin asıl nedeninin, futbolu 'en erkekçe stres atma yöntemi' olarak görmeleri olduğunu düşünüyorum. Stadyumda oturup maçı izlerken bir ara, binlerce kadının ne tür bir amaçla bu şekilde toplanabileceğini düşündüm...
Ancak böylesi geniş bir ortak nokta bulamadım hemcinslerim için. Erkekler maçta 'bir araya' gelerek, tezahürat yapıp stres atarken, kadının evde temizlik yaparak -özellikle- halı silerek, kurslarda ahşap boyayarak, jimnastik salonlarında step yaparak deşarj olduğu noktada, binlerce kadına toplu halı silme seansları düzenleyemeyeceğinize göre... Sanki biz biraz daha bireyseliz, sevinirken de, stres atarken de. Erkekse kitlesellikten güç alıyor...
Pekişen erkeklik...
Bir de... Erkekler, sanki daha bir "erkek" olarak çıkıyorlar maçtan. Bunda omuz omuza, aynı amaç için uğraşan binlerce kişinin var olduğunu bilmek de var, küfretmeyi erkeklik saymak da. Ama -hele kazanınca- daha bir endamlı yürüyorlar maçtan sonra. Bir beden büyütüyor sanki kazanılan her zafer, kaybedince de tam tersi oluyor tabi... Maçın ardından 'yerli yersiz ' yapılan yorumlar var bir de.. Anlayan da yapıyor anlamayan da! Ama yine de, Çağdaş'ın '2 buçukluk çocuğa '(bu, top toplayıcı demekmiş) vurması kırmızı kartı hak etti bence...
Altay'ın golüne gelince... Bunu tek kelimeyle anlatabilirim: Sessizlik! Bursa Atatürk Stadyumu'nda bir anlık ama derin bir sessizlik...Ve susmak kabullenmekse eğer, maçın skoru 2-1.
Futbol hakkında daha çok kitaplar yazılır, çok fikirler yürütülür. Psikoloji, sosyoloji, felsefe, tarih hepsi futbolu anlamak için seferber edilebilir. Futbol toplumdan toplu farklı özellikler gösterebilir. Çok paralar dönüyor olması eleştirilebilir.
Niye böyle popüler olduğu anlaşılamayabilir. Siz, takımınızın attığı her golü bir kahramanlık destanı olarak kabul edebilirsiniz. Zafer kazanıldığında yer gök sizin renginize boyanabilir. Futbolun sadece erkeklere özgü bir spor olduğunu düşünülebilirsiniz... Ama yine de 'iddialı' bir maçta gol heyecanı keyifli bir şeymiş...(GH)
* Çağdaş Gazete, Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa şubesi yayın organıdır. Çağdaş Gazete, Haziran 2003 sayısını futbola ayırdı.