Önce eşi Laura Wick'le tanıştığı Fransa'ya, oradan Nikaragua'ya sonunda ise 23 yıldır yaşamakta olduğu Filistin'e yerleşir. Bir Zeit Üniversitesi'nde tarih bölümünde öğretim üyesi olan Roger Heacock'un eşi Laura, üreme sağlığı üzerine araştırmalar yürütüyor ve aynı zamanda ebe olarak çalışıyor.
Heacock ve eşi Wick üç çocuklarını Ramallah'ta büyütmüş. Bu günlerde oğullarından biri Alexis -kısa adıyla Ali- doktora çalışması için İstanbul'da Türkçe öğreniyor.
Heacock: İşgale karşı mücadelenin bir parçası olduğumuz için mutluyuz
Aile, İsrail'in Beyrut işgalinden sonra Filistin'e gitmeye karar veriyor.
Heacock: "1982'de İsrail Beyrut'u işgal ettiğinde Paris'teydik. Eylül 1982'de Sabra ve Şatila Katliamı yaşandı. Bunun üzerine Paris'ten ayırlıp Filistinlilerle yaşamaya karar verdik" diyor.
"Önce iş aradık, çocuklar vardı. 2-3 yıl kalacağımızı düşündük ve 23 yıl oldu. Orada olup hizmet vererek ve tanık olarak katkıda bulunduğumuzu düşünüyoruz. Halkların özgürlüğüne inananlar olarak işgale karşı mücadelenin parçası olduğumuz için mutluyuz."
Önce biraz tarihsel bağlamdan konuşalım. İsrailli yazar Akiva Orr'la yaptığım bir söyleşide kendisi Ürdün ile İsrail arasındaki gizli anlaşmadan söz etmişti. Filistinlilerin topraklarının yarısının İsrail diğer yarısının ise Ürdün tarafından bölüştürüldüğünü böylece Filistinliler kendilerine yaşayacak bir yer kalmadığını anladıklarında olayların patlak verdiğini söylemişti. Buna benzer bir şeyi sizin bir makalenizde de okudum.
Evet, bu İsrail devleti kurulmadan önceydi. İsrailli tarihçi Avi Schleim tarafından belgelendi. Siyonist hareket Kral Abdullah ile anlaşıp Batı Şeria'yı Ürdün'ün almasına, gerisinin de İsrail'in olacağına dair bir anlaşma imzalamıştı. Ürdün ve İsrail'in bir ortak düşmanı varsa o da Filistinlilerdir. Ürdün'ün "öteki"si artık İsrail değil, gerçi hiç oldu mu o da ayrı ama, Ürdün'ün "öteki"si Filistindir. Filistin'in demokratik, başarılı, refah içinde bir devlet olması Ürdün'ün başına gelebilecek en kötü şeydir.
Tarihsel olarak Hamas'ın bugünkü konuma gelmesinde İsrail'in payı nedir?
Hamas Müslüman Kardeşler örgütünün bir uzantısı. Müslüman Kardeşler 1987-88 yıllarında İşgal'den kurtulmanın ancak ve ancak aile reformunun gerçekleştirilmesinden, dine dönüşten, etik anlayışın benimsenmesinden sonra olacağını söyleyerek işgale direnmiyordu. Bu nedenle biz İsrail'in Müslüman Kardeşler örgütüne finansal destek gösterdiğini düşünüyoruz. Fakat ilk İntifada'dan sonra durum değişti. Müslüman Kardeşler Örgütü bastırıldıklarını hissettiler ve direnmemelerinin hata olduğunu anladılar. Üyeleri FKÖ'ye ya da İslami Cihad örgütüne kayıyordu. Bunun sonucunda Müslüman Kardeşler Örgütü'nün silahlı kanadı olan Hamas'ı kurdular. İsrail bu örgütü desteklemiş olmasının büyük bir hata olduğunu, örgütün çok tehlikeli hatta El Fetih'ten daha tehlikeli olduğunu anlamıştı.
Bir de tabii FKÖ'nün bütün kurucularının nasıl ortadan kaldırılıp da Arafat'ın öldürülmediğini soranlar var. Fakat ben bunun planlı olduğunu düşünmüyorum. Arafat'ın asla böyle bir işbirliği yaptığını düşünemem. Kaldı ki, Şaron, Arafat'ı bir kez namlunun ucunda görmüş ve "Vurmayın" emri verdiğini kendisi söylemişti. Daha sonra Şaron bu kararından duyduğu pişmanlığı dile getirmişti.
Öte yandan, 1976'daki belediye seçimlerinde olanları biliyoruz. İsrail Ürdün yanlısı Filistinlilerin seçileceğini öngörmüştü ancak FKÖ yanlıları kazanmıştı seçimleri. Bunun üzerine İsrail hemen bu adayları etkisizleştirme harekâtına başladı, bombalar patladı, seçilenlerden biri ağır yaralandı, birkaçı sınır dışı edildi. Seçilenler ılımlı adaylardı, silahlı bir mücadele taraftarı değillerdi fakat İsrail tarafından etkisizleştirildiler ve yerlerine birkaç yıl içinde İsrailliler getirildi.
Yine tarihsel bağlam içinde sivil toplumun rolü ne oldu İsrail- Filistin sorununda?
STK'ler çok önemli bir rol oynadılar. Yerel STK'ler birinci Körfez Savaşı'na kadar, yani 1991'e ve sonrasında 1993-94'te Oslo Barış Süreci'ne kadar direniş hareketlerinin destekçisiydiler, politik, kültürel, hukuksal alanlarda İsrail yapılarına alternatif olan yapılanmalar kuruyorlardı. Bu STK'lerden en ünlülerinden biri "El Hak", İsrail hukuk sistemini kullanarak insan hakları ihlallerine karşı hukuki mücadele veriyordu.
Oslo Barış Süreci'yle bir dönüşüm yaşandı. FKÖ, Batı Şeria'ya ve Gazze'ye geldiğinde 1994 yılında, STK'ler depolitize olmaya başlamış ve dışarıdan gelen yardımlara çok fazla bağımlı hale gelmişlerdi. Bu bağımlılık STK'ler için belli bazı konuları öne çıkarmıştı bunlar; kadın, demokrasi ve İsrail ile barıştı. Böylece STK'ler Batı'nın parasının peşine düştü ama amaçları Filistinlilerin amaçları değildi. Bu da bir yandan Hamas'a bağlı zekat örgütlerinin çoğalmasına yola açarken bir yandan da El Fetih'in popülaritesinin azalmasına neden oldu.
Yani, Oslo Barış Süreci sonrasında Batı kaynaklı STK'ler özellikle bahsettiğiniz üç konuyu destekleyerek, aslında direnişin içinin boşaltılmasına mı neden oldu?
Bir anlamda evet. Bu çok planlı bir eylemdi. Ve planın adı "barış"tı. Fakat bu barış, Oslo Süreci üzerine oturuyordu ve tarafların konumu açısından çok asimetrikti. Bu temel üzerinde barış isterken bağımsızlığı unutmanız gerekiyordu. Filistinlilerin demokrasiyi Batı'dan öğrenmeye ihtiyaçları yoktu, onlar zaten ne istediklerini biliyorlardı. Özellikle de madun gruplar.
Birincisi İsrail'in askeri diktatörlüğü altında yaşamış madunların böyle bir derse hiç ihtiyacı yoktu, ikincisi kendi liderleriyle yaşadıkları deneyimlerden dolayı buna hiç ihtiyaçları yoktu, çünkü tipik, geleneksel Arap ve patrimonyal yapının ne olduğunu çok iyi biliyorlardı. Filistinlilerin Batı'nın kendilerine 'biz size demokrasi öğreteceğiz' demesine hiç ihtiyaçları yoktu. Batı'nın Filistin'e kadın, barış ve insan hakları konularında STK çalışmaları yürütülmesi için para yağdırması sonucu Filistin'de STK'lerin birbiriyle kapışmaya başladı.
Son dönemde, özellikle El Fetih ile Hamas arasında gerilimin arttığı izleniyor. Doğru mu bu?
Bakın sorun politikacılar arasında, halk arasında değil. Halk seçim sonuçlarıyla gayet memnun. El Fetih kötü yönetim ve yolsuzluğun esiri olmuştu. Sokakta insanlar kaygılı, çünkü bu çekişmeyi istemiyorlar. Tabii Hamas'ın hükümete geldiği Nisan ayından beri memurlar maaşlarını alamıyorlar. Bence sokak bu durumu serinkanlılıkla aldı, seçim sonuçları kimse için beklenen sonuçlar değildi. Seçmenler El Fetih'ten kurtulup Hamas'ı başa getirebildikleri için gururluydular fakat şimdi gereksiz yere cezalandırıldıklarını düşünüyorlar. Seçmenlerin yarısı Hamas'ı desteklediği için, diğer yarısı ise kötü yönetime ve yolsuzluğa hayır dediği için Hamas'a oy verdi. Bir değişim istiyorlardı, kendilerine tanınan demokratik hakları kullandılar.
Sizce İsrail ne yapmaya çalışıyor? Şiddeti artırarak Hamas'ı devirmekten çok Hamas'ı güçlendireceğini görmüyor mu, yoksa asıl istediği Hamas'ın güçlenmesi mi?
Sanırım İsrail seçim sonuçlarından çok mutlu. Gazze'den çekilmişti, Batı Şeria'nın da bir kısmından çekileceğini söylüyor. Elbette bu çekilme sırasında Batı Şeria'nın büyük bir kısmını elinde tutmaya ve yerleşimler inşa etmeye devam edecek. Şu anda Batı Şeria'da nüfusu 2 milyon olan Filistinlileri kapalı şehirlere hapsedecek, böylece tüm ülkeyi her şeyiyle kontrolü altına alacak. Filistinliler bu plana asla evet demezler, yeni başbakan Olmert'in sözleri var: "Ortak bulamazsam tek taraflı çekilmeyi kendim uygularım." Zaten eğer iktidarda Hamas varsa, "o halde bildiğimi yaparım" demekten kolay bir şey yok. Arafat öldükten sonra bir yıl içinde Mahmud Abbas'la görüşme yapmadılar, son üç yılda Arafat'la anlaşamadıklarını söylediler. Hamas bu politikanın devamı için biçilmiş kaftan.
Filistinliler bir yere gitmeyecek, İsrail tek taraflı planlarına devam edecek, Filistinliler bunu kabul etmeyecek peki sonra ne olacak?
Filistinliler asla hiçbir yere gitmez. Sorun devam edecek, daha korkunç bir hal alacak. İsrail'in Oslo Barış Süreci'nde ne kadar samimi olduğunu gösterme şansı vardı. Beş yıl süren bir ara dönem yaşandı. İşgal Altındaki Topraklar'dan çekilmek adına bir adım attı mı? İsrail'in yaptığı sonu gelmez bir sorun politikasını sürdürmek. Siyonizm belli bir ölçüde sonu gelmeyen sorunlara dayanıyor, ancak bu şekilde varolabiliyor.
Fakat İsrail'de seçim sonuçlarıyla halkın Batı Şeria'dan çekilme iradesinin ortaya çıktığı söyleniyordu.
Buna inanmanız için fazlasıyla iyimser olmanız lazım. Siyonizm toprağın Yahudilere iadesini öngörüyor. Bu da, olabildiğince fazla toprak üzerinde varlığını sürdürüp, yerleşimler inşa edip, onları kendi içlerinde birimlere dönüştürüp toprakları ilhak etmeye devam etmek demek. Plan bu. Böyle giderse de önümüzdeki 15-20 yıl boyunca sorun çözülecek gibi gözükmüyor.
İsrail içinde güçlü bir toplumsal muhalefetten söz etmek mümkün mü?
Hayır, sanırım çok küçük ve marjinal bir grup haline geldiler. Eskiden çok daha dikkate değer bir gruptu. Şu anda İsrail içinde farklı bir yönelimi savunan insanların sayısı iki elin parmaklarını geçmez. İsrail içindeki bu hareketlere çok büyük bir inancım yok ne yazık ki. Fakat Filistinlilerin İsraillilere seslerini duyurmaları için bir stratejiye ihtiyaçları var, bu kesinlikle gerekiyor.
İsrail'in Filistinlilerin hareket özgürlüklerine yönelik uyguladığı kısıtlamaları takip etmek uluslararası medya için neredeyse imkansız. Son dönemde bu alanda bizlerin takip edemediğini düşündüğünüz değişiklikler var mı?
Son dönemde İsrail fazlasıyla esnek ve öngörülemez bir politika izliyor. Bazı kontrol noktalarını bir hafta kaldırıp üç günlüğüne tekrar koyabiliyor. Gazze herkese kapalı bir yer haline geldi. Batı Şeria'nın kuzeyi güneyinden, ortasındaki Kudüs Batı Şeria'nın tamamından ayrıldı. Fakat en son gelişme, yabancı pasaportu olanların, ben de dahil olmak üzere, İsrail'e girmesini engellemek. Sıkıştırma politikasının bir parçası bu. Örneğin Amerikalı kimliği olan bir Filistinli, İsrail'in verdiği Batı Şeria kimliğine sahip değilse ülkeye girmesine izin verilmiyor. Böylece aileler bölünüyor. Bu çok yeni ve çok önemli bir gelişme.
Sizin başınıza buna benzer bir durum gelmiş miydi?
Evet, iki yıl önce. Hayfa limanında inmiştim gemiden. Beni ülkeye almak istemediler, param olmadığını, paramı çekmek için Ramallah'a gitmek zorunda olduğumu söyledim. Kudüs'teki İçişleri Bakanlığı'nı arayarak bana bir kağıt imzalatmaya karar verdiler. İki hafta içinde ülkeyi terk edeceğime aksi takdirde 20 bin dolar ceza ödeyeceğime dair bir kağıttı bu. Tabii paranız yoksa böyle bir cezadan korkmanıza gerek de yok. Ayrıca bütün aile üyelerinin isimlerini de kara listeye aldılar ve eğer bu karara uymazsam ailemi ülkeye almayacaklarını söylediler. Tabii Ramallah'a gelir gelmez hemen İsrailli bir avukatla bağlantıya geçtim, insan hakları ihlalleriyle ilgili davalara bakan çok iyi bir avukat olan Lea Tsemel, İsrail mahkemesinde dava açıp kararı kaldırttı.
Filistin'in Batı Şeria ve Gazze olarak birbirinden ayrı iki bölgede olması işleri daha da zorlaştırmıyor mu, her anlamda?
Tabii ki. Fakat, şu anda en büyük sorun adalet. Bu sorun aşıldıktan sonra belki Avrupa Birliği gibi bir yapı Ürdün, Mısır, Filistin, İsrail arasında kurulabilir.
İşgal Filistinlilerin ruhsal sağlığını nasıl etkiliyor?
Filistinlilerin çok ciddi ruh sağlığı sorunları var ve bununla başa çıkabilecek alt yapıya sahip değiller. Gazze ve Batı Şeria'da çocuklar ciddi travmalar yaşıyorlar. Uyuyamıyorlar, yataklarını ıslatıyorlar, sürekli kabuslar görüyorlar.
Türkiye İsrail-Filistin sorununda arabulucu rolü oynamak istiyor. Sizce bu Filistinliler tarafından nasıl karşılanıyor?
Filistinliler Türkleri seviyorlar bir şekilde. Hükümet üyelerinin Ramallah ziyaretinde tüm Ramallah Türk bayraklarıyla dolmuştu. Oysa Condoleeza Rice saklanarak gelip, hızla kaybolmuştu ortalıktan. Filistinliler, Türkiye'nin 1 Mart'taki tezkerenin geçmesine onay vermemesini çok takdir ettiler. Fakat elbette ki Türkiye'nin İsrail ve Amerika'yla yakın ilişkilerini de biliyorlar ve o yüzden tam olarak da güvenmiyorlar.
Roger Heacock'un oğlu Ali'yle de İşgal Altındaki Batı Şeria'da büyümek üzerine de konuştuk.
Çocukluğunu Batı Şeria'da geçirmek nasıl deneyimleri beraberinde getirdi?
Çocukken, ev olarak bildiğiniz yer normallik arz eder. Yabancı oluşumuz da fazla bir şey fark ettirmedi çünkü dili konuşuyorduk ve Filistinliler çok cana yakındılar ve dayanışmamız nedeniyle Filistinlilerden daha Filistinliydik neredeyse. İşgal altında olsa bile ev orasıydı ve çocukluğa dair anılarım olağanüstü.
Hatta bir bakıma ayrıcalıklı, çünkü politik bir sürecin parçası olarak büyüdüm. Tabii ki işgal kanunları, sansür, baskı, sokağa çıkma yasakları, yaralanan arkadaşlar, ölen arkadaşlar vardı. Bunlar tabii çok acı olaylardı. Fakat diğer yandan dayanışmanın günlük hayatın tabanı olması çok zengin bir çocukluk ve ilk gençlik yaşamamı sağladı.
O dönemden bir deneyim aktarabilir misin?
En etkilendiğim olaylardan biri 1988'de Rabin'in "Filistinli göstericilerin kemiklerini kırın" emriyle bir Filistinli gencin kolunun taşla ezilmesinin videoya çekilmesi olayıydı. Televizyonda görmüştüm ve çok derin bir iz bırakmıştı bende.
Bir keresinde de Kudüs'te komşumuzla görüşmüştüm ve kızına çikolata götürmemi istemişti. Sokağa çıkma yasağı varken evden çıkıp komşuya gidip çikolatayı verdim ve dönüşte devriye gezen bir İsrail polisine yakalandım. O zaman yedi yaşındaydım ve beni hapse atmak istemişti. Sonra hem yaşım hem de yabancı olduğumu göz önünde bulundurup herhalde kendi çiğneyebileceğinden büyük bir parça olduğuma karar verdi ki vazgeçti. (TS/TK/EÖ)