Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcülüğü görevini devralan Ayhan Bilgen, tahliye olmasının ardından ilk grup toplantısı konuşmasını yaptı.
Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki davada 6-8 Ekim olayları Kobane dosyası kapsamında “örgüt üyeliğinden” 31 Ocak 2017’den beri tutuklu yargılanan Bilgen, 8 Eylül 2017’de tahliye edilmişti. Bilgen tahliyesinin ardından, önceden yürüttüğü Parti Sözcülüğü görevini, HDP Urfa Milletvekili Osman Baydemir’den devraldı.
Ayhan Bilgen bugün Meclis’teki grup toplantısında yaptığı konuşmaya, “Yaklaşık 9 ay birlikte olamadık. Ama bizim açımızdan nerede olduğumuzdan daha önemlisi nerede durduğumuzdur. Bugün 9 arkadaşımız aramızda değiller ama nerede olurlarsa olsunlar yürekleri bizimle. Hepsini selamlıyoruz” diye başladı.
“Halkların sorunu Cumhuriyet ile değil, yönetim anlayışıyla”
Bilgen özetle şu değerlendirmelerde bulundu:
“Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşunun 94 yılını geride bıraktı. Biz hep ifade ettik, bir kez daha ifade ediyoruz. Halkların sorunu Cumhuriyet ile değil, Cumhuriyeti çifte standarda çeviren yönetim anlayışıyladır.
“Ortadoğu’da bugün kan durdurulamıyorsa en önemli sebebi etnik dışlamadır, mezhepsel, inançsal ayrımcılıktır. Cumhuriyeti yeniden düşünmek yeniden değerlendirmek ve samimi bir muhasebeyi yeniden yapma zorunluluğu var.
“Ekonomi politikası, iç barış, demokratikleşme”
“Hani meşhur ifade ile ‘kargadan başka kuş bilmeyenler’ toprak bütünlüğünü de tek tipçi yönetimden ibaret sanıyorlar. Birlikte yaşamın farklı modellerini geliştirmiş cumhuriyet örneklerini görmek istemiyorlar.
“Hala 1930’lar Avrupasının faşizan anlayışını bize cumhuriyet diye dayatmaya çalışıyorlar. Nasıl 200 yıl öncenin korkularıyla, anlayışıyla 100 yıl önce Cumhuriyeti kuran irade gelişmemişse, biz de bugün 100 yıl öncenin korkularını aşan bir aklı, anlayışı bu coğrafyada egemen kılmak zorundayız.
“Çok somut örnekler var önümüzde. Yakın tarihte Yugoslavya, Sudan örneği var. Hemen yanı başımızda Irak ve Suriye örneği var. Bir ülkenin yönetimini rejim biçimini tartışırken sorgulayabileceğimiz çok önemli kriterler vardır. Birisi ekonomi politikasıdır, birisi iç barışı, demokratikleşmeyi ne kadar gerçekleştirip gerçekleştiremediği konusudur.
“Türkiye gerilimin somut tarafı olarak hareket ediyor”
“Türkiye bir süredir, Irak Merkezi Yönetimi ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki gerilimin çok somut tarafı olarak hareket ediyor. Birleşmiş Milletler raporlarına göre 15 gün içinde 175 bin kişi yerinden edilmiş.
“Şimdi yanı başınızda 175 bin kişinin yerinden edilmiş olması karşısında sevinecek olursanız, burun sürtme anlayışıyla hamaset dolu mesajlar verirseniz, Cumhuriyetin kuruluş iddiası olan dünyada barışla ilgili söyleyecek söz bulamazsınız.
“Eğer barışa dair dış politika ortaya koyamıyorsanız, içeride barışa dair söyleyecek hiçbir sözün inandırıcılığı olmayacaktır.”
“İdlib’de enkaz temizliği düşüyorsa…”
“Katar eski Başbakanı bir Suriye muhasebesi yaptı. Dedi ki, ‘Türkiye’nin sınırları kullanılarak oraya silah taşındı ve aşırı akımlar desteklendi’.
“Bugün Türkiye dış politikasını payına sadece İdlib’deki enkaz temizliği ihalesi kalıyorsa, bunun kabul edilebilir bir demokratik cumhuriyet anlayışıyla bağdaşıp bağdaşmadığını sorgulamak da herkesin görevidir.
“Yoksa sadece hamaset yaparak sadece törenlerde boy göstererek ne Ortadoğu’da barışı tesis edebilirsiniz ne de başı dik cumhuriyetin insanları olarak bu ülke insanlarının anılmasını sağlayabilirsiniz.”
“Yanlışların bedelini halkların ödemesi kabul edilemez”
“100 yıl önce olduğu gibi sadece petrole güvenerek siyaset yapılamayacağını Kürt siyasetçiler de öğrenmiş olmalı. Ama Kürt siyasetçilerin yaptığı yanlışların bedelini, Kürt halkının, Arapların, Türkmenlerin ödemek zorunda kalması asla kabul edilebilir değildir.
“Ortadoğu’da Kürtlerin 100 yıldır uğradıkları haksızlığın telafisiyle ilgili en büyük sorumluluğa sahip olan Kürtler, Araplar, Farslardır. Kürtlerin, talepleriyle ilgili ne kadar dürüst davranıp davranmadıklarını sorgulamaları gerekiyor.”
“Müzeyi görüştük diyor, gördük müzeyi”
“Son günlerdeki görevden almalar bir korkunun ifadesi. 1 Kasım seçimleri sonrasında bu ülkede başbakan görevden alındı, Diyanet İşleri Başkanı görevden alındı.
“Bütün bunlar olurken galiba belediye başkanları sıranın kendilerine geleceğini hiç sanmıyorlardı. Öyle ya, sıranın kendilerine geleceğinin farkında olsalardı o gün de, bugün mırın kırın ettikleri kadar itiraz sesi yükseltirlerdi.
“Ama ne yazık ki bu ülkede politikanın, mağdurların pozisyonunu değiştireceğine dair izan son derece geri.
“Bakın belediye başkanlarının sarf ettikleri sözlere. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, kendisine istifa telkini yapılan görüşmeden çıktıktan sonra müzeyi görüştük diyor. Müzeyi gördü Türkiye. Aslında siyasette müzelik hale gelen anlayışı gördü Türkiye.
“Bir başka belediye başkanı televizyon ekranlarında ağlaya ağlaya, ailesine yönelik tehditlerden söz ederek görevi bırakacağını söyledi. Eğer belediye başkanlığının itibarı sınıf başkanlığı kadar kalmamışsa o ülkenin demokrasisiyle ilgili ciddi bir yüzleşme gerekir.”
“Belediye başkanları ilk defa görevden alınmıyor”
“Sadece iktidar değil muhalefet de ciddi bir yüzleşme ortaya koymalıdır. Sanki Türkiye’de ilk defa belediye başkanları tepeden alınıyormuş gibi tepki koyuyorlar.
“Elbette iktidar partisinin belediye başkanlarının görevden alınmasına tepki koymaları takdir edilesi. Ama bir başka partinin onlarca belediye başkanı görevden alındı. O zaman ilkeler neredeydi diye sormazlar mı? Bu ülkede kaç belediye başkanının cezaevinde olduğunu bilmiyorlar mı? Peki, bu durumda iktidar kadar muhalefetin de bir takım hassasiyetler adına verdiği gizli desteğin farkında değiller mi?
“Elbette biz hiçbir seçilmişin yargı sopasıyla terbiye edilmeye çalışılmasını doğru bulmuyoruz.
“Bugünler belediye başkanlarımızın, eşbaşkanlarımızın, milletvekillerimizin keyfi bir şekilde rehin alınışının üzerinden bir yılın geçtiği günler. Elbette Türkiye yargısının, adalet sisteminin bununla ilgili değerlendirmeler, yüzleşme en az seçilmişler kadar önemlidir.
“Nuriye ve Semih hepimiz adına direniyor”
“Aramızda Semih ve Nuriye’nin anne ve babaları var. 250 güne yaklaşan bir eylem, bir inanmışlığın göstergesidir. Allah hiçbir ana babayı evlatlarıyla sınamasın.
“Onlar kendi adlarına bir mücadele yürütmüyorlar. Aslında herkes adına hepimiz adına belki yüksek sesle sözünü söylemekten çekinen herkes adına, hepimiz adına direniyorlar. Hem aileyi hem kendilerini kutluyor, ikisini de selamlıyorum.
“Bu yanlışa bir an önce son verilmesi için de hükümete çağrıda bulunuyorum. Canları istediklerine gücü nereye yetenlerin, iki kişinin işlerine dönmesi gibi son derece haklı ve masum bir talebi çözecek dirayetleri de vardır. Eğer niyetleri varsa, eğer cesaretleri varsa, eğer hala insaniyetten azıcık nasipleri varsa.
“200’lü günler kritik tehlikeli günlerdir. Ama sadece iki kişinin hayatından bahsetmiyoruz, bir ülkenin geleceğinden bahsediyoruz. En temel hak mücadelesinin mübarek ve mukadddes görüldüğü bir ülkede yaşamak istiyorsak Semih ve Nuriye’nin mücadelesini yükseltmek hepimizin görevidir.” (AS)