Meme kanseri, Türkiye ve dünyada kadınlarda en sık görülen kanser türü. Tedavide en önemli etken olan erken tanı çok şey değiştirebiliyor.
“Meme Kanseri farkındalık ayı” olarak anılan Ekim ayı vesilesiyle, meme kanseriyle mücadele eden kadınlar hikâyelerini anlatıyor.
“Kolay olmadığının farkındayım”
“On üç sene önce, yine bir ekim ayında meme kanseri olduğunu öğrendiğimde eşimle evlilik yıldönümümüzü kutluyorduk. Bir yandan ağlıyordum ama aklım yirmi aylık kızımdaydı.”
Bu sözler 31 yaşında meme kanseriyle mücadelesine başlayan edebiyat öğretmeni Ayşe Gökbayrak’a ait. Gökbayrak, “Hikâyem bir kadına iyi gelecekse elimden gelen her şeyi yaparım” diyerek hikâyesini paylaşıyor:
“Mamografi, elle muayene ya da düzenli kontrol nedir bilmiyordum. Çok gençtim, ailemde kanser öyküsü yoktu. ‘Ne işi var kanserin benimle?’ diye düşünüyordum. Genelde insanların fark ettiği ilk belirti kitle olur ve doktora giderler. Benim öyle olmadı. Meme başından kanlı, koyu renkli bir sıvı geldi. Önce anneme sordum, bilemedi.
"Bir arkadaşıma sordum, onun da başına hiç gelmemişti. İnternete bakınca bunun meme kanseri belirtisi olabileceğini gördüm. Ne yapacağımı bilemedim, ilk iş kadın doğum uzmanına gittim, sanki o bilirmiş gibi geldi. Doktorum önce beni sakinleştirdi, sonra hemen genel cerraha yönlendirdi. Genel cerrah daha kesin sonucu öğrenmeden neler olabileceğini anlatarak süreç hakkında bilgi verdi.”
“Hayır, ben kanser değilimdir!”
Gökbayrak, başlarda rahat olduğunu hatta kanser olduğuna inanmadığını söylüyor:
“Kesinleşene kadar ‘hayır canım, değildir’ deyip kendimi inandırdım. Hatta aldıkları parçayı görüp, ‘“Ya kanser varsa bile şimdi bu aldıkları parçayla gitmiştir. Memenin tamamını almalarına gerek kalmaz’ diye kendimi rahatlattığımı hatırlıyorum. Lokal anestezi yapılmıştı, yatarken tepemizde duran cerrahi ışıkların yansımasından operasyonu izledim. Ertesi gün yakası kapalı bir şey giyip okula gittim. Kimseye de bir şey söylemedim.”
Gökbayrak bu süreçte tam destek gördüğünü ama arkadaşlarından duyduğu “Yok yok, hiçbir şey yoktur” cümlesinden nefret ettiğini söylüyor.
“Ayşe sen de o 8 kadından biri olabilirsin!”
“Başlangıç aşamasında doktora gittiğim için şanslıydım. Gerçekten erken tanı çok önemli. Bu süreçte karamsarlığa kapılmadım, hep araştırdım. Sekiz kadından birinin meme kanserine yakalandığını öğrenmiştim. ‘E Ayşe, senin de pek bir özelliğin yok. Sekiz kadından biri olabilirsin’ diyordum. Kanser başıma gelebilirdi ve evet, geldi işte. Güçlü olmalıyım, tedavi imkânlarım var diyerek kendimi motive ettim ama itiraf edeyim, kızımın küçük olması beni endişelendiriyordu. Eşimin hekim olması bizim için avantajdı fakat yakınlarımla konuşmak beni zorluyordu, benden daha beterlerdi. Sesleri kaygılıydı hep, “Aa sen de mi duydun, gayet iyiyim” deyip geçiştiriyor, onları teselli ediyordum. “
"Doktor bana kanser olduğumu söylediğinde biraz garip bir tepki verdim, şimdi dönüp bakınca anlıyorum. Okullar yeni açılmıştı, kanser yüzünden sınıflarımı kaybetmek, çocukların vaktinden çalmak istememiştim. Ameliyatı ertelemek isteyince aldığım, “Siz işin ciddiyetini anlamadınız galiba. Hemen ameliyata girmeniz lazım” cevabıyla anladım nasıl bir şey yaşadığımı.
Gökbayrak kanserli hücrelerin çok ve yaygın olduğunu, bu nedenle de memeyi almak zorunda kaldıklarını söylüyor. Aynı anda iki operasyon geçiren Gökbayrak, “Meme alındıktan sonra nasıl görüneceğini gösterdiler. O dönemde o görüntü bana çok zor gelmişti, kaldıramayacaktım. En azından uyandığımda bir şey görmek istedim” diyor ve devam ediyor:
“Ameliyata doğuma girer gibi hazırlık yaptım. Gecelikler aldım, kalacağım odaya erken gidip kızımın fotoğraflarını astım. Hatta ameliyat sonrası kızım beni güzel görsün diye küçük bir makyaj çantası götürdüm. Eşime, ‘Keşke dip boya yaptırsaydım ama saçım dökülürse boşa giderdi’ diye takıldım. Fakat öyle olmadı, ameliyat tüm gün sürmüş, epey zorlanmıştım. Lenf bezlerim alındığı için kollarımı kaldıramıyordum. Nasıl yüzerim, nasıl tahtaya yazarım endişeleri vardı aklımda.”
Ameliyattan sonra kemoterapi ya da radyoterapi almadan tedavisine devam eden Gökbayrak onkoloğun yönlendirmesiyle farklı bir doktora gittiğini ve iyileştiğine inandığı için kimseye söylemeden ilaçlarını bıraktığını söylüyor.
İkinci çocuğu doğdu
Tedavisi devam ederken, doktorundan izin alarak ikinci çocuğunu kucağına alan Gökbayrak o günleri şöyle anlatıyor:
"İkinci çocuğu hiç düşünmeyen ben, kızımın bir kardeşi olsun istedim. Doktorum hiç sıcak bakmasa da vazgeçmediğimi görünce kabul etti. Gerekli testler yapıldıktan sonra bu kez de emzirme konusunda inatlaşmaya başladık. Tek memeyle de olsa çocuğumu emzirmek istedim. Üç ayla sınırlamak şartıyla onu da kabul etti. Doğum için ameliyathaneye girerken çok zorlandım hatta “Ne yapıyorum ben?” diye kendime kızdım ama sağlıklı bir çocuk doğurdum. Her şeye ‘iyi ki’ diyorum.
Tedavi sürecinde ailesi başta olmak üzere tüm yakınlarından destek gördüğünü söyleyen Gökbayrak, kanser mücadelesi ve sonraki süreci şu sözlerle bitiriyor:
“Kanserin adını bile duymaktan hoşlanmıyorum ama bu hastalığı yaşayan biriyle konuşmaktan, bir farkındalık yaratıp fayda sağlayacaksam sonuna kadar varım. Ameliyatlı mememi de gösteririm, çekinmem. Yeter ki bir faydam olsun, umut olayım."
Tuncer: “Kanseri konuşmak önemli ama doğru kişi ve bilgilerle”
Yeşim Tuncer’in kanser mücadelesi, yaz tatilinde annesinin meme altındaki buruşukluğu görmesiyle başlıyor. O dönem 37 yaşında olan Tuncer, “Ben de farkındaydım buruşukluğun ama insan kanseri o kadar kendinden uzakta sanıyor ki aklıma bile gelmemişti. Hem yaşım çok gençti, hem de oğlumu emzirdiğim dönemden kalma bir deformasyon olduğunu düşünmüştüm” diyor.
Tuncer, genç olmasına güvenerek o güne kadar herhangi bir kontrole gitmediğini, kendisini elle muayene etme gibi bir alışkanlığı olmadığını söylüyor. O yıllarda İngiltere’de yaşayan Tuncer, tatilden döndüğünde kanser teşhisi konuluyor ve doğum günü olan 15 Eylül’de kemoterapiye başlıyor.
Kemoterapi seansları sonrasında lenfler ve memenin alınması için ameliyat olması gerektiğini öğrenen Tuncer, ameliyatı neden Türkiye’de olmak istediğini “İngiltere’de olsaydım direkt olarak memeyi alacaklardı. Türkiye’de en azından görüntü olarak bir meme yapılabilecekti. O yıllarda memem alınca kadınlığım da gidecek diye düşünüyordum” diyerek anlatıyor.
Tuncer’e göre toplum kanser konusunda yeterince bilinçli değil ve öğrenilmesi gereken pek çok şey var: “Hâlâ kanserin bulaşıcı olup olmadığını soran var. Korona salgınında da gördük, hepimiz, her şeye adayız. Kanseri öğrenmeli, dünya ile paralel gitmeliyiz. Açıkçası kanseri konuşmak önemli ama doğru kişi ve bilgilerle.”
"Sen çok güçlüsün atlatırsın..."
Yakınlarının “Sen çok güçlüsün, atlatırsın” cümlelerini hiç sevmediğini, ne kadar iyi niyetli olunsa da altında sorumluluktan kaçma duygusu hissettiğini söylüyor: “Bunun altında moral verme var ama söyleyen kendini soyutluyor. ‘Ben olmadım, ama sen de atlatırsın çok güçlüsün’ mesajı var. Bunun yerine kendisinin de kanser olabileceğinin farkında olması ve her zaman destek olacağını söylemesi daha doğru olur.”
Kanser mücadelesinde Pembe İzler Kadın Kanserleri Derneği’nden çok fazla destek gördüğünü söyleyen Tuncer de kanserli kadınlarla iletişim kurup hikâyesini paylaşarak derneğe destek oluyor.
Zümrüt: “İnsan kendi başına gelmeyecek sanıyor”
Antalya’da yaşayan Mehtap Zümrüt memesinde fark ettiği kitle nedeniyle gittiği doktordan kanser teşhisiyle ayrıldığında Türkiye’de korona salgınının resmi ilk vakası henüz açıklanmamıştı.
“İnsan başına gelmeyecek sanıyor ama duyduğumda çok üzüldüm. O duyguları tarif etmek pek mümkün değil. Kanserin adı farklı, kendisi farklı, acısı farklı… Hiçbir şeyi bilmiyorsun, işin içine girince süreci anlıyorsun. Hâlâ karışık duygular içindeyim ama her kötülüğün arkasında bir hayır olacağına inanan, güçlü biriyim. Tedavim devam ediyor, onkoloji bölümü sürekli açık. Bağışıklık sistemine daha fazla dikkat etmek zorundayız, beslenmeme de özen gösteriyorum. Çift maskeyle çıkıp geliyorum. Salgında hijyen çok önemli, biz iki kat dikkat eder olduk” diyor.
"Ailem hep yanımdaydı"
Kortizon ve akıllı ilaçla tedavisine devam eden Zümrüt, tedavinin çok uzun ve yorucu olduğunu ve bu süreçte çevreden gelen tepkilere daha hassas olabildiklerini söylüyor:
“Hasta için de ailesi için de zor bir süreç. Ailem her zaman yanımdaydı. İnsanlar iyi niyetli ama bilinçsizce konuşunca kırıcı oluyorlar. En iyisi az konuşarak desteğini hissettirmek. Yapıcı olmak, moral vermek, bunu da gerçekçi ama kırıcı olmadan yapmak gerekiyor. Ben de aynı özeni gösteriyorum. Kemoterapiyi birlikte aldığımız arkadaşlara moral vermeye, isterlerse sohbet edip onları dinlemeye çalışıyorum. Odamız deniz görüyor, ‘Bakın beş yıldızlı otele geldik. Bu manzarada doping alıp hemen iyileşeceğiz’ diyorum.”
Bu hastalık herkesin başına gelebilir, bu bilinçte olmak lazım. Ancak kanserde tedavi sürecin, kontrollerin bitmiyor. Nefes aldığın müddetçe kontrollerine devam etmek zorundasın.
Başka bir yere atar mı, tekrarlanır mı soruları peşini bırakmıyor, hep tedirginsin. O nedenle iyi niyetle söylense bile ‘Aman kanser artık grip gibi, herkes atlatıyor’ cümlelerini duymak beni çok üzmüştü. Kemoterapi, beden yorgunluğu, saçlarının dökülmesi, saç diplerinin acısı, saçlarını sıfıra vurmak, yaşadığın tedirginlik… Bunu söylemek o insanın yaşadıklarına hakaret gibi geliyor.
Kanser olduktan sonra arkamı dönüp baktım ve fark ettim ki hep sevdiklerim için yaşamışım, kendim için hiçbir şey yapmamışım. Kanser bana bunu değiştiremem için bir fırsat oldu.
Her zaman ikinci şansım olduğuna, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına inanıyorum. Kendime inanıyorum, iyileşeceğimi de biliyorum. Bu süreci yaşayan herkese naçizane tekrar hatırlatmak isterim. Zor şeyler yaşıyoruz ama hepimiz birer mucizeyiz. Kendimize inanarak, hayata tutunacağız.” (IG/EMK)
Manşet görseli: pinterest