İstanbul Üniversitesi’nden emekli Tıp Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Haydar Durak'ın Barış İçin Akademisyenler’in “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzalaması sebebiyle Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde 33. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Ben 30 yıllık hekim ve emekli tıp fakültesi öğretim üyesiyim.
Hekimlik yaşamayı, yaşatmayı önceleyen bir meslek dalıdır. Daha tıp fakültesinin ilk sınıflarında öğrendiğimiz ve öğrettiğimiz önemli şeylerden birisi "önce zarar verme” ilkesidir. Hayatımız boyunca "hipokrat yemini olarak” da bilinen mesleki yeminimizde bu ilkeye sadık kalırız.
Suçlandığımız bildiriyi İmzalamamın nedeni de bu ilkeye bağlılığımızın bir gereği ve sonucudur. Bunu birkaç örnekle açıklamaya çalışacağım.
Bildiriyi imzaladığım tarihlerde basın bugünkünde daha özgürdü ve çok sayıda televizyon ve gazete yayın hayatına devam ediyordu. O günlerde CNN Türk, T24, cumhuriyet, hürriyet, radikal, habertürk, birgün’de okuduğumuz / izlediğimiz birkaç haberi size sunacağım.
"Taybet İnan, 19 Aralık 2015 günü sokağa çıkma yasağının olduğu Silopi'de keskin nişancılar tarafından vuruldu. Saatlerce yaralı halde yerde kaldı ve eşi ile çocuklarının gözleri önünde yaşamını yitirdi. Cenazeyi almaya çalışan kaynı Yusuf İnan da vurularak öldürüldü. Taybet İnan'ın cenazesi tam 7 gün boyunca yerde kaldı. Beyaz bayraklarla almaya giden herkese ateş açıldı ve eşi de kolundan yaralandı. Yerdeyken 'çok üşüyorum ve susadım' diyordu, diyen eşi Halit İnan ‘Hiçbirimiz uyuyamadık, köpekler gelir, kuşlar konar diye, o orada yattı biz 150 metre ilerisinde öldük’ dedi. 23 gün sonra defnedilen cenazesine eşi ve çocuklarının katılmasına izin verilmeyerek sessizce defnedildi."
Binlerce yıl önce yazılmış bir Sophokles trajedisi Antigone yeniden yaşatılmıştır.
Doğan Haber Ajansına göre "sokağa çıkma yasağı bulunan Cizre'deki olay annesinin kucağında bulunan Miray İnce'nin başının sağ arka tarafına kurşun isabet etti. Ağır yaralanan bebeği hastaneye götürmek için ailesi 112 Acil Servis ile 155 Polis İmdat telefonunu arayarak durumu bildirdi. Sokakta hendek ve barikat olduğu için ambulans yakındaki caddeye geldi, Miray bebeği dedesi 73 yaşındaki Ramazan İnce ile halası Rukiye İnce, ambulansın beklediği bölgeye götürürken, görgü tanıklarının ifadesine göre arkadan ateş açıldı, açılan ateşte dede Ramazan İnce ile hala Rukiye İnce yaralandı. Cizre Devlet Hastanesi'ne götürülen 3 yaralıdan Miray bebek tüm çabalara karşın yaşamını yitirdi.
“Biri bebek 5 kişinin yaşamını yitirmesinin ardından pazar gecesi de evinin kapısında keskin nişancılar tarafından vurulan ve sokağa çıkma yasağı nedeniyle cesedi günlerce dondurucuda bekletilen 10 yaşındaki Cemile Çağırga'nın annesi Emine Çağırga, kızının vurulmasının ardından yaşananları anlattı. Anne Çağırga ‘Saat 8 gibi bir silah sesi duyduk, dediler ki Cemile düşmüş'. Koşup baktım, bayıldı sandım. Sonra bana son kez bakıp 'Ay anne' dedi ve gözlerini bir daha açmadı. Kucağıma alıp eve getirdim. Çok sıcaktı bozulmasın diye önce etrafına buz koyduk. Öylece sabaha kadar onu koynumda yatırdım. Sabah olduğunda ise onu derin dondurucuya koyduk. Sonra milletvekilleri geldiler, onu alıp götürdüler.”
"35 günlük Muhammet Tahir bebeğin babası Abdullah Yaramış ise, ambulansı aradığını ve ambulansın evlerinin 100 metre ilerisine Saltan Sokağı'nın başına kadar geldiğini fakat polisin izin vermemesi nedeniyle ambulansın geri gittiğini ifade etti. Muhammet Tahir Yaramış (35 günlük bebek): Evinde rahatsızlandı ambulans gönderilmediği için öldü.”
“Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesinde 2 askerin şehit olduğu 4 sivilin yaşamını yitirdiği olaylar sonrasında ilçede yas var. Hisarkapı köyünde bahçeye düşen havan mermisinin patlamasıyla yaşamını yitiren 60 yaşındaki Ahmet Temel, 17 yaşındaki oğlu Behçet Temel ve evde misafir olarak bulunan 50 yaşlarındaki kuzenleri Alya Temel'in öldüğü evden Kürtçe ağıtlar yükseliyor. Eşini ve 17 yaşındaki oğlunun evlerinin önünde öldürüldüğünü kaydeden Feleknas Temel, "Bir baktık evin yanındaki ceviz ağaçlarının orda bir patlama oldu. Daha sonra biraz daha yakına düşen bir şey daha patladı. Son patlama ise evimizin tam önünde oldu. Eşim ve çocuğum kanlar içinde yere yığıldılar. Adana'dan gelen misafirimiz Alya da evin içinde yere düşmüştü. Hiçbiri kurtulamadı. Aynı patlamada benim bir oğlumla Alya'nın bir oğlu da yaralandı."
Bunlar dışında iki sağlık çalışanı ile ilgili haberle örneklerime son veriyorum.
"Olay, Cizre'nin Nur Mahallesi'nde meydana geldi. Edinilen bilgiye göre öğle saatlerinde yaşlı bir kadın ayağından yaralandı. Cizre Devlet Hastanesi'nde görev yapan ve aynı mahallede yaşayan sağlık personeli Aziz Vural, görevde olmamasına rağmen yardım etmeye gitti. Yardım edeceği sırada ensesinden vurulan Vural, ağır yaralandı. Yural, hastaneye kaldırılırken yolda hayatını kaybetti. Kendisi gibi bir sağlık personeli ile evli olan Aziz Yural, 1 çocuk babasıydı.”
"Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesinde 25 Eylül'de çıkan olaylarda yaralıları almaya giderken aracın taranması sonucu hayatını kaybeden ambulans şoförü Şeyhmus Dursun'un otopsi tutanağı tamamlandı. Tutanakta Dursun'un çoklu ateşli silah yaralanmasının sonucunda hayatını kaybettiği yer aldı."
Bunlardan ayrıca sağlık hizmetine ulaşmanın zorluğu veya imkansızlığıyla ölen tedavi olamayan çok sayıda örnek mevcut. Haftada üç kez diyalize girmesi gereken bir böbrek hastasının, kronik hastalıkları olan ilaçları bitmiş bir hastanın üç aydan uzun süre sokağa çıkma yasağı olan bir ilçedeki durumunu düşünün.
Bunlar o günlerde basından okuduğumuz haberlerin sadece birkaçı. Çok daha fazla sayıdaki örneği, gazete haberlerini ve bilimsel raporları avukatım sunacak.
Tüm bunları duyup, okurken, bilirken bu yaşananların durmasını ve durdurulmasını devletten talep eden bir bildiriyi imzalamak, benim açımdan belki de hiç bir şey yapamamanın sıkıntısını hafifletmekti. Zira Dünya Tabipler Birliği'nin Chicago Bildirgesinde de belirtildiği gibi: bunu yapmak talep etmek bir hekimin görevidir. Ben de görevimin gereğini yaptım.
İddianamedeki hukuki tutarsızlıkları avukatım belirtecektir. Ben sadece iki noktaya değinmek istiyorum; İddianameyi yazan savcının hangi tahayyülle bu sonuçlara vardığını anlayamıyorum. Örneğin Chris Stephenson'un beratla sonuçlanmış davasının bir suç gibi gösterilmesine okuyup anlam veremiyorum.
Keza barış istemeyi başkaları da benzer bir şey söyledi diye adını iddianameden öğrendiğim biriyle bağlantılandırmak, Allahu ekber diyen milyarlarca Müslümanı, Allahu ekber diyerek insan öldüren IŞİD/DAEŞ ile ilintilendirmek gibi kabul edilemeyecek bir mantık yürütmektir.
İnsanın yaşatılması, iyileştirilmesi, yaşamının daha nitelikli bir duruma getirilmesi için çaba harcayan bir mesleğin mensubu olarak, Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşanan olaylara duyarsız kalamazdım.
Barış sürecinin bitmesinden sonra, bölgede çatışmaların tekrar başlaması sonucu, sivil halkın, özellikle de kadın ve çocukların ölümünden çok etkilendim.
Ölümlerin ve uzun süren sokağa çıkma yasaklarının bitmesi, barış sürecinin tekrar başlaması, sürekli ve kalıcı bir barış ortamının oluşmasını istedim.
Medyada izlemiş olduğum, insan hakları ihlallerinin tespit edilip, sorumlularının yargılanması gerektiğini düşündüm.
Toplumsal sorunların çözümünde, şiddet içeren yöntemlerin değil, demokratik yöntemlerin kullanılmasından yana olduğum için de imzaladım.
İmza metnini sosyal medyada gördüm. Hiç kimseden talimat almadım. Metni barış talebine katıldığım için imzaladım.
Bir akademisyen ve bu ülkenin bir vatandaşı olarak, toplumsal olaylar karşısında, çözüme yönelik talepte bulunduğumu ve muhatabımın devlet olduğunu düşünüyorum.
Metnin hiçbir şiddet çağrısı içermemesi nedeniyle, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği düşüncesindeyim.
Suçlamayı kabul etmiyorum, beraatimi talep ediyorum. (HD/BK)