Prof. Dr. Halil İnalcık 100 yaşında veda ederken geride hem ülkemizi, hem de dünyayı aydınlatacak sayısız eserleri bıraktı.
* Halil İnalcık kimdir? |
İnalcık’ın yaşamını arkeolog Emine Çaykara’nın kendisiyle yaptığı nehir söyleşiden oluşan “Tarihçilerin Kutbu- Halil İnalcık Kitabı”ndan öğrendim.
Henüz üniversiteye adım atmamış, yaşamdaki yolumu belirleyebilmiş değildim. Kitaptan okuduklarımla araştırmanın, kütüphanelerin, dil öğrenebilmenin ama Türkçe’yi de en iyi şekilde kullanabilmenin önemini kavradım.
Bilim insanlarının edebiyat ile yakından ilgilenmeleri gerektiğini de bu kitaptan öğrendim.
Halil İnalcık’ın kişisel yaşamını, düşüncelerini, çalışma disiplinini biyografı Emine Çaykara ile konuştuk.
Halil İnalcık’la nasıl tanıştınız?
Kendisiyle 2003 yılının Temmuz ayında, Dragos’taki evinde tüm yaz, belli aralıklarla, haftada birkaç gün çalışmaya başladık. Bundan bir yıl önce, 2002 yılında telesekreterime mesaj bırakarak kitaplarımı okuduğunu, benimle tanışmak istediğini, kendisinin hayatını yazmamı istediğini belirtmişti. Mesajının üzerine görüşüp İstanbul’a geldiğinde tanışmış ve yaz için plan yaparak 2003 yılında söyleşilere başlamıştık.
“Tarihçilerin Kutbu- Halil İnalcık Kitabı”nı hazırlama sürecinde kendisiyle uzun vakit geçirdiniz. İnalcık kişisel yaşamında nasıl biriydi? Bu uzun süreçte kendisinden neler öğrendiniz?
İnalcık, kişisel yaşamında son derece sevecen, saygılı, kıymet bilen, nazik, elbette son derece disiplinli, zamanı çok iyi kullanan, sürekli planları, bitirecek/yazacak kitapları olan, tarihin içine hobilerini (müzik dinlemek, sinemaya gitmek, evde film izlemek), sığdıran birisiydi.
İnalcık, İstanbul doğumlu biliyorsunuz, ayrımcılık değil ama yerleşmiş tabirle tam bir İstanbul beyefendisiydi. Bana karşı her zaman son derece saygılı, sevecen, kibar ve düşünceliydi; tarihin içinde sizi gezdirse, yaşatsa da çocuk gibi şimdiyi, o anı yaşaması, anı ıskalamaması ilişkilerini de çalışmalarını da bence derinleştiren yanıydı; çok güler, sohbet ederdik. Zekası ve olayları çözümleme yeteneği müthişti.
Kendisinden o kadar çok şey öğrendim ki, en önemlisi eşi bulunmaz bir dostluk öyküsüydü yakınlığımız… İnalcık, kendi deyişiyle arkadaşı, kardeşi, kızı, hemşiresi, sırdaşlığına dönüşen bu yakınlıkla, kişisel tarihimin 14 yılına unutamayacağım damgasını vurdu.
Hocamızdan tarihi olaylara, karakterlere dair pek çok özel konuyu, bir tarihçinin nasıl olması ve nasıl olmaması gerektiğini öğrendim.
Çalışma ortamını da yakından gözlemlediniz. İnalcık Hocanın nasıl bir kütüphanesi vardı? Tarih kitaplarının dışında hangi kitaplara kütüphanesinde yer vermişti? Nasıl bir ortamda çalışmayı seviyordu?
Hocanın evi, yine kendi deyişiyle çalışma atölyesiydi, her yer kitap doluydu ve kimsenin bu ortamı bozmasına izin vermezdi, başka türlü o büyük eserler nasıl çıksın ki…
Evinde çalıştığı konularla ilgili kitapları vardı; örneğin İstanbul kitapları yemek masasının üzerindeydi ve ben bu bölümü çok seviyordum. Dikdörtgen bir masa düşünün, üzeri her dönemden İstanbul’a dair kitap dolu, sandalyeleri de dahil. Odaları da aynı şekilde; Osmangazi bölümü, II. Murad bölümü… Duvarlarda haritalar, raflarda sözlükler, eski ve temel yayınlar, her dilden kitaplar, ansiklopediler… Hocanın esas kütüphanesi Bilkent Üniversitesi’ndedir; Chicago’dan dönüşünden beri, yani 93’lerden itibaren Bilkent Üniversitesi Halil İnalcık Koleksiyonu’ndalar. Bu kütüphanede 13 bini aşkın kitap, yaklaşık 2 bin adet yazarları tarafından imzalanıp hocaya iletilmiş makale, yaklaşık 5 bin civarında dünyanın pek çok yerinden, araştırma enstitüsünden gelen dergi var.
İhtiyacı olan kitapları koleksiyondan Hakan Bey evine getirirdi. Evi, atölyesi olduğundan, tamamen yazacağı, yazdığı ve araştırdığı konulara odaklanmış bir ortam vardı.
Sabahları planlı bir şekilde belli süre müzik dinler, sonra çalışırdı. Hoca edebiyatı severdi ama özellikle son zamanlarında kendini adadığı konuları yetiştirmek gayretindeydi, okuyamadığından yakınırdı, büyük bir sorumlulukla biriktirdiği engin bilgiyi gelecek kuşaklara aktarmak için kendini yazmaya vermişti, son 4 ayına kadar durmadan çalışıyordu.
En önemli üniversiteler, tarihçiler tarafından otorite olarak kabul edilen bir bilim insanı olarak Halil İnalcık Türkiye’deki üniversite eğitimini, bilimsel araştırmaları nasıl değerlendiriyordu? Eleştirileri var mıydı?
Dünyanın neredeyse tüm üniversitelerini gördüğü, ders ve konferanslar verdiği için nicelik değil, niteliğin önemine hepimizden daha çok hâkimdi. Üniversitelerimizi çok zayıf buluyordu ve üzülüyordu. Elbette iyi yazılmış tezlerin, araştırmaların değerinin farkındaydı, takip ediyor ve değer biliyordu ama genel olarak sağlam bir temel olmadığından şikayetçiydi.
Bağımsız, özerk bir akademi olmamasına üzülüyordu, bilimin bu şekilde gelişemeyeceğini çok iyi biliyordu, çünkü 50’lerde bu konuda yazılar yazmıştı. Dünyada satır satır okunurken kitaplarını okumadan konuşma yapan, yazılar yazan hocalara, popüler tarihçilere, yalan yanlış bilgilerle kafaların bulandırılmasına, ilim adına kaybedilen zamana hayıflanıyor ve kızıyordu.
İnalcık röportajlarında her zaman çok ciddi ve yoğun bir çalışma yaşamının olduğundan bahsediyordu. Hafta sonlarında, tatillerde bile bu disiplinini bozmadığını söylüyordu. Bu kadar çalışma aşkıyla dolup taşan bir tarihçi ortaya koyduğu bilimsel araştırmalarının dışında yaşamından nasıl keyif alıyordu?
Hoca, sabahları doğayı izler, balkonundaki ağaçla konuşur, kuşları besler, Türk ve yabancı klasik müzik bestekarlarını dinleyerek hem dinlenir hem de yazacağı makaleler için enerji toplardı. Dostlarıyla beraber olur, yemeğe çıkardı.
Ankara Kalesi’ndeki Kınacızade Konağı en sevdiği yerlerdendi, orada hocanın adına bir oda, minik müze bulunuyor. Antalya’da dinlenir, İstanbul’a gelir, sokaklarını arşınlar, her gittiği yerde yeni keşifler yapar, sergilere giderdi.
Ankara’daki yaşamında çalışmanın dışında sinemaya giderdi, evinde film izlerdi. Özellikle son iki yıldır sağlık nedenleriyle Ankara’da kalmak, evinde zaman geçirmek zorunda kalmıştı, bu süreçte de yemeğe çıkmak dışında müzik, sinema hobileriyle yaşama bağlıydı.
Gençlerle iletişimi nasıldı? Ben sizin hazırladığınız kitabı üniversiteye giriş sınavlarına hazırlanırken okumuş ve hocamızın yaşamından öğrendiklerimle müthiş bir enerji hissetmiştim içimde.
Gençlerle iletişimi müthişti. Son derece mütevazı olduğundan, saygı ve sevgiyle yaklaşır, dostluk kurar, her birinin ailesi, durumu, psikolojisiyle ilgilenirdi. Çocuklar da şaşırırdı tabii.
Ciddi görünse de esprileriyle ve sevgisiyle insanı rahatlatır, hocalığının verdiği enerjiyle zihin açar ve karşısındakine yol göstererek mücevher gibi konular sunardı. İşine tutkuyla bağlı olduğu için o tutkusunu karşısındakine geçirirdi. Siz de bu yüzden yaşamını okuduğunuzda onun tutkusundan etkilenip kendinizi enerjik hissetmişsiniz.
Memleketine tutkuyla bağlı bir kişi olduğunu söylüyordu İnalcık Hoca. Kendisiyle Türkiye’nin durumunu konuşma şansınız oluyor muydu? Ülkenin gidişatı hakkında ne düşünüyordu? Umutlu muydu?
Bundan beş yıl önce biraz umutsuz olduğunu söylemiş, vefatından iki ay önce de umutlu olduğunu söyleyerek bizi de sevindirmişti. Her zaman, yetişmiş insan gücümüze, çalışarak her şeyi aşabileceğimize inanır, değerlerimize sarılmamız gerektiğini söylerdi. Türkiye’nin durumunu elbette konuşuyorduk ama bunlar aramızdaki özel sohbetler olduğu için paylaşmak istemem.
Bir sempozyum için yaptığı açılış konuşmasında toplumların değişiminin tarih boyunca 3-4 kuşakla gerçekleştiğini, ve bu değişime karşı durulamayacağını anlatmış, bu bilgece değerlendirmesi beni çok etkilemişti. Tam Gezi olayları sonrası yaptığı bir konuşmaydı, olan biteni tarihi perspektifle, sosyolojik açıdan yorumlamıştı ve ülkemiz bu kuşağı yaşamaktaydı.
Kültürel zenginliğimizi yok sayan, dinlemek yerine yargılayan, toplumu bölen, kutuplaştıran her söylem, her şey ona göre çok tehlikeli, bizi gerileten, yerimizde saydıran unsurlardandı, o yüzden bugünlerdeki birlik ortamını görse eminim sevinirdi.
Meslektaşlarıyla ilişkisi nasıldı? Prof. İlber Ortaylı Hürriyet gazetesine yazdığı yazıda İnalcık için “Talebelerine uçmayı öğretir” dedi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Disiplinini, bakış açısını öğrencilerine, meslektaşlarına nasıl aktarırdı?
Meslektaşlarına karşı da, öğrencisi bile olsa her zaman saygılı, sevgiliydi. Uçmayı öğretirdi, çok doğru, sadece talebelerine de değil bence. İnalcık ile her sohbet sonrası, her İstanbul’a dönüşte ben başka bir kişi olarak yola çıkardım, bilgisiyle yıkanmış, disiplini ve çalışma azmiyle zihnim daha da açılmış dönerdim.
İnalcık, öğrencilerinin de aktardığı gibi, gerçekten de eğer bir sorun varsa keskin zekasıyla o sorunu saptar, sizi kırmadan uygun zamanı bekler, gündeme getirir ve size koşarak tamamlama isteği uyandıracak bir yol açardı.
Nitekim benim de kendisiyle ilgili hazırlamakta olduğum ikinci biyografi çalışmamda ilerlemekte sıkıntı çektiğimi, dağıldığımı görüp, duruma el koydu ve bana ilerlediğim yolda uçacağım bir kurgu önerdi, benim için unutulmaz bir deneyimdi, nasıl uçacağımı tarif etti. Burada önemli olan size saygısının olması, eksiğinizi görmesi, duruma el koyması…
Her hocada bu var mıdır emin değilim ama o, bence müthiş zekası ve problem çözme kapasitesiyle bunları herkesten önce görüyordu.
Meslektaşı Prof. Bernard Lewis ile aralarındaki dostluktan bahseder miydi?
Yakın zamanda ben sadece hocadan Lewis ile olan bazı hoş hatıralarını dinledim; biri şu. Bir gün ona, Kanuni Sultan Süleyman’ın Ebussud’a söylediği “Sin’de (yani yaşta) – yolda- ahrette kardeşim’, Halil, seninle de tam aynı gün, ayda doğmuşuz (o zaman doğum tarihi için Mayıs deniyormuş) yaşta, yolda (aynı ilim yolunda yürüyoruz) ahrette kardeşimsin” demiş.
Hocamız da, “Yoo bu son madde pek doğru değil, ben cennete gideceğim ama senin nereye gideceğin belli değil” demiş, birlikte çok gülmüşler. Lewis, çok esprili, insancıl bir kişiliğe sahipmiş.
Son olarak, sizce İnalcık’ın kitaplarını okurken nasıl bir yöntem izlenmeli? Kendisinin bu konuda başlangıç olarak önerdiği bir kitap ya da önerdiği bir sistem var mıydı?
Hocanın hemen her kitabı gerçekten bir nimet gibi, özellikle son yıllarda gençler de onu anlasın, okusun diye Türkçe sözlüğü elinden düşürmeden yazmaya çalışıyordu. Hangi konuya merak duyduğunuza bağlı olarak okuyacağınız kitapların sıralaması değişir elbette, kendisinin sistem önerdiğini duymadım ama Devlet-i Aliyye ciltleri iyi bir başlangıç olabilir. Klasik Çağ kitabı, Ekonomik ve Sosyal Tarih, Osmanlı araştırmaları için elzem.
Edebiyata meraklıysanız, Şair ve Patron ile başlayabilirsiniz, bu kitabı Hasbahçe’de ayş u tarab’ın öncülü. Doğu Batı Yayınları’nda yer almış makalelerini de hocanın kitaplarına giriş yapmak isteyenlere önerebilirim.
Sanata ve kültüre meraklı olanlar Rönesans Avrupası’nı okuyabilir. Gençler, Atatürk ve Demokratik Türkiye’yi okuyarak bu ülkenin nasıl, hangi ortamda kurulduğunu anlayabilir. En son çıkan kitabı, Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet bugünler için önemli bir yayın, hoca da çok önemsiyordu.
Sosyal medya hesabınızdan hocanın “Osmanlı devam ediyor mu?” makalesinin şu günlerde okunması gerektiğini söylediniz. Nedir bu makalenin önemi?
Aslında o, o gün yaptığım bir seçimdi, çünkü İnalcık’ın her bir makalesi gerçekleri önümüze tüm şeffaflığıyla seren tahlillerle dolu. Ben ancak çok özetle bu makaleden söz edebilirim, ayrıntıları kaçırmamak için okumanızı öneririm.
Bu makalede, Atatürk devrimleriyle, “milli iradeyi hakim kılmak” ilkesiyle Türkiye’nin bir cumhuriyet olarak tarih sahnesine çıktığını, egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu nedenleri ve sonuçlarıyla anlatır.
Osmanlı romantizminin yanlışlığını, tarihte nelere mal olduğunu, kültürün sosyolojik açıdan önemini, Osmanlı ve Türkiye cumhuriyeti yapısını, Türk-İslam sentezcilerini inceler, ne neden oldu, neye vardı sorularının cevapları dünya ve Türkiye örnekleriyle önünüze serilir.
Bin yıllık Anadolu İslam kültürünün toplumda yaşadığını, kültürün içindeki inanç sisteminin, örf ve adetlerin, her topluma özgü olduğunu, toplumları ayrılıkların değil birlikteliklerin, kültürel dinamizmlerin güçlendireceğini ayrıntılarıyla masaya yatırır. Anayasal zeminde herkesi kapsayan, hukuk önünde herkesi eşit, her inancı saygın gören Türk vatandaşlığı kavramına sarılmamız gerektiğini belirtir. 80’lerden beri etnik ve dini ayrılık bilincinin körüklenmesini tehlikeli ve üzüntü verici bulur. 1998’de yazmıştır bu makaleyi…
Emine Çaykara kimdir?İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümünden mezun olduktan sonra 1989 - 1992 yılları arası Fest Turizm, Kül-Tur, Paşa Tur’da kültürel turlarda profesyonel Fransızca rehberliği yaptı. Kölelik, Eski Mısır ve Ben Jane Tarzan’ı Arıyor kitaplarını Fransızca’dan Türkçe’ye çevirdi. 1993 - 1994 arasında Interpress yayın grubunun haftalık Panorama haber dergisinde gazetecilik, aylık insan/doğa/kültür dergisi Turkuaz’da gazetecilik ve editörlük yaptı. 1994 yılı Ekim ayında Tempo Dergisi’nde Yayın Kurulu Üyesi olarak yer aldı; siyaset, bilim, din, kültür/sanat editörlüğü ve bu alanda pek çok haber yaptı. Birçok dergiye İstanbul’un tarihi, mekânları ve kültürü üzerine yazılar yazdı. 2000 yılında yedi milyon yıl önceden bugüne insanın gelişimini anlatan İnsanın En Güzel Tarihi kitabını çevirdi. 2001’de İletişim Yayınları’nın Çağdaş Türkçe Edebiyat dizisinden ilk kitabı Abud Yalısının Gölgesinde/Melek Annem ve Ben çıktı. Biyografi alanında Türk Aynştaynı/Prof. Oktay Sinanoğlu (2001), Arkeolojinin Delikanlısı / Prof. Muhibbe Darga (2002) ve Tarihçilerin Kutbu / Halil İnalcık (2006) isimli söyleşi kitaplarını yazdı. Picasso’nun Sofrası‘nı Fransızca’dan Türkçe’ye çevirdi (2002), İDO’nun SeaLife Dergisi’nin yayın yönetmenliğini yaptı (2001 – 2004). İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Yürütme Kurulu Koordinatörü olarak çalışarak İstanbul’un kültür başkenti olmasına giden sürece tanıklık etti. Türkiye’nin Süpermarkaları kitabının editörlüğünün ardından Çanakkale’de bulunmuş ve hiç yayınlanmamış bir fotoğraf albümünün izini sürdüğü Emanet Gölge / The Entrusted Shadow yayınlandı. Faydalı İşler Yayıncılık İletişim Yapım Şirketini kurdu. Çeşitli sanat galerileri ve kültür kurumları için projeler üretti ve danışmanlık yaptı. Eve Dergisi’ne EkoKöşe başlığı altında ekolojik yazılar yazdı. Edebiyat ve kültür alanındaki çalışmaları sürerken 2008’den itibaren belgesel çalışmalarına başladı. CnnTürk için Türkiye’nin ilk arkeoloji programı olan Taştaki Sır isimli belgeseli hazırlayıp sundu. TRT için yarı aktüel belgesel kent rehberi İstanbullu programının yapımcılığını yaptı. Yenikapı (New Port), İstanbul mon amour gibi bağımsız belgeseller yanında Sultanbeyli Belediyesi için Aydos: İstanbul’a Açılan Kapı ve AJT- El Cezire Türk için henüz yayına girmeyen bir belgesel hazırladı. 2013’te 12 bin yıl öncesinden MS 7. yüzyıla belgelerin ışığında kadınları anlatan, Prof. Muhibbe Darga’nın Anadolu’da Kadın kitabını yayına hazırladı. Halen Türk Diyabet Cemiyeti’nin Diyabet Dergisi’nin yayın yönetmenliğini yapıyor, İstanbul, arkeoloji, tarih ve kültür üzerine kitap ve belgesel çalışmalarını sürdürüyor. |
* Tarihçilerin Kutbu “Halil İnalcık Kitabı”, Yazan: Emine Çaykara (Nehir söyleşisi), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2006, 616 sayfa.
(FÇİ/AS)