Raporun Türkiye bölümünde, şu saptamalar öne çıkıyor:
* Türkiye yasalarını uluslararası standartlarla uyumlu hale getirmeyi amaçlayan yasaların pratikte uygulanma sürecinde yavaşlama görüldü.
* Yasalar temel hakların kullanılmasına dair kısıtlamalar içeriyor.
* Yeni Türk Ceza Yasası'nın (TCK) yürürlüğe girmesinden sonra, belli konularla ilgili karşıt görüşlerini barışçıl olarak ifade edenler cezai kovuşturma ve yaptırımlarla karşılaştı.
* İşkence ve kötü muamele uygulandığına dair bilgiler gelmeye devam etti; özellikle adi suçlar nedeniyle gözaltına alınanlar risk altında.
Kolluk kuvvetleri, gösterilerde görev yaparken aşırı güç kullanmaya devam etti; Kasım 2005'te dört gösterici silahla öldürüldü.
* Bu tür olaylarla ilgili soruşturmalar yetersizdi ve ihlallerden sorumlu olan kolluk mensupları nadiren adalet önüne çıkarıldı.
* Ülkenin doğu ve güneydoğu bölgelerinde, Türk güvenlik güçleriyle PKK arasındaki silahlı çatışmaların artması bağlamında insan haklarının durumu kötüye gitti.
İfade özgürlüğü
Örgütün, 2005'te ifade özgürlüğüne dair saptamaları şöyle:
* İfade özgürlüğünü kısıtlayıcı unsurlar içeren çok sayıda yasa yürürlükte kaldı. Bu yasalar nedeniyle kamusal hayatın birçok alanıyla ilgili görüşlerini barışçıl yolla ifade eden kişiler kovuşturmaya uğradı.
* Savcı ve hakimlerin, kovuşturma ve karar verme sürecinde, uluslararası insan hakları hukukuna yeterince hakim olmadığı görüldü.
* Bazı olaylarda, üst düzey hükümet görevlilerinin yorumları muhalif görüşlere tahammülsüzlüklerini gösterdi ve bu görüşler kovuşturmayı etkilemiş göründü.
UAÖ, TCK'deki 301. maddenin eleştirel görüşleri hedef almak için sık sık keyfi olarak kullanıldığını söyleyerek, gazeteciler, yazarlar, yayıncılar, insan hakları savunucuları ve akademisyenlerin bu maddeye dayanılarak kovuşturmaya uğradığına dikkat çekti. "Bu kişiler arasında gazeteci Hrant Dink, yazar Orhan Pamuk, MAZLUMDER Başkan Yardımcısı Şehmus Ülek ve akademisyenler Baskın Oran ile İbrahim Kaboğlu da bulunuyordu."
Örgüt, Osmanlı Ermenileri Konferansı'yla ilgili "uluslararası bir akademik konferans, Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in bu girişimi vatan hainliği olarak tanımlayarak akademik özgürlüğe meydan okuduğu yorumların ardından ertelendi" dedi.
Konferansın engellenmesi için yapılanlarla ilgili yazılar yazan beş gazeteci hakkında yasal süreç başlatıldığına da dikkat çekti.
UAÖ'nün dikkat çektiği diğer konularsa şöyle:
İfade özgürlüğüyle ilgili bir diğer kısıtlama ise kamusal alanda azınlık dillerinin kullanılması üzerindeki geniş baskılardı. Kürtçe konuştuğu ya da tek bir Kürtçe kelime söylediği için sık sık Siyasi Partiler Yasası'nın 81.Maddesinden kovuşturma açıldı.
Mayıs ayında Yargıtay, tüzüğünde "anadilde eğitim" hakkını savunduğu için Anayasanın 3. ve 42. Maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle Eğitim-Sen'in kapatılması yönünde karar verdi. Bu maddeler Türkçe'den başka anadilde eğitim yapılamayacağını vurgulayan maddelerdir. Eğitim Sen kapatılmamak için daha sonra bu maddeyi tüzüğünden kaldırdı.
1 Ekim ayında savcı Diyarbakır Kürt Derneğinin (Kürd-Der) tamamen kapatılması için bir dava açtı. Gerekçeler arasında derneğin isminde ve tüzüğünde Kürt kelimesinin "Türkçe olmayan" yazılması ve dernek tüzüğünde Kürt dilinde eğitimi savunduğu yer alıyordu. Dernek daha önce isminde ve tüzüğündeki ihtilaflı unsurları düzeltmesi için uyarılmıştı.
Basın Yasası'nın yargı sürecindeki davalarla ilgili haber yapmayla ilgili kısıtlama yapan maddeler keyfi olarak ve gazetecilerin insan hakları ihlallerini bağımsız olarak araştırmasını ve açıkça yorum yapmasını engelleyecek biçimde kullanıldı. Aynı yasalar insan hakları savunucularını engellemek için de kullanıldı.
Bir grupla birlikte Ahmet Kaymaz ve Uğur Kaymaz ile ilgili yazdıkları raporla bağlantılı olarak İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi Başkanı Selahattin Demirtaş ile İHD Bölge Temsilcisi Mihdi Perinçek ile ilgili soruşturma başlatıldı. İddianamede, raporun Basın Yasasının 19. Maddesini ihlal ettiği, öldürmelerle ilgili savcının hazırlık soruşturmasını zayıflattığı iddia ediliyordu. Oysa yazarların, mahkeme kararı ve güvenlik sebebiyle dava dosyasına erişimi mümkün değildi. Bu iki kişi hakkındaki davanın ilk duruşması temmuz ayında başladı.
İşkence ve kötü muamele
Kanun adamlarının hala yasal gözaltı ve soruşturma usullerini izlemedikleri ve savcıların da kanun uygulayıcılarının usullere uymasını sağlamadıkları birçok olaya dair bilgi geldi. Ayrıca polis göstericilere karşı aşırı güç kullandı, özellikle solcuları, DEHAP yandaşlarını, öğrencileri ve sendikacıları hedef aldı.
Özellikle gösteriler sırasında kötü muamele uygulandığını iddia edenler yakalanmaya karşı mukavemet göstermekle suçlandı ve yaralarının polisin zapt etmeye çalışması sırasında olduğu öne sürüldü.
Ekim ayında Ordu'da yaşları 15 ile 18 yaşları arasındaki beş genç bir alışveriş merkezinin açılışı sırasında gözaltına alındı. Ordu Merkez Polis Karakolu'na götürülürken ve gözaltındayken dövüldükleri, sözlü tacize uğradıkları, tehdit edildikleri ve testislerinin sıkıldığı bildirildi. İçlerinden ikisinin çırılçıplak soyularak tecavüzle tehdit edildiği iddia edildi. Üçü polis gözaltı kayıtlarına geçirilmedi. Daha sonra bir tanesi yakalamaya şiddet kullanarak direnmekle suçlandı. Tıbbi raporlar ve fotoğraflarla belgelenen kötü muamele iddiasının ötesinde, polis ve savcının gözaltındaki gençlere muamelesi gözaltına alındığı andan itibaren yasal usullerin uygulanmamakta olduğunu gösterdi.
Mart ayında İstanbul'un Saraçhane semtinde Dünya Kadınlar Günü'nü kutlamak için toplanan göstericiler polis tarafından coplarla dövülerek ve yakın mesafeden biber gazı sıkılarak dağıtıldı. Bildirildiğine göre üç kadın hastaneye kaldırıldı. Olayın görüntüleri, uluslararası düzeyde kınamaya neden oldu. Aralık ayında 54 polis aşırı güç kullanmakla suçlandı; üst düzey memurlara karşı bir suçlama getirilmedi ancak üçüne "kınama" cezası verildi.
Cezasızlık
İşkence ve kötü muamele ile ilgili soruşturmalar, ve yargının insan hakları ihlalcilerini adalet önüne çıkarmaları konusundaki isteksizlikleri görüşünü destekler şekilde kusurlu yürütülmeye devam etti. Cezasızlık ortamı ısrarla sürdü.
Nisan ayında, Nazime Ceren Salmanoğlu ve Fatma Deniz Polattaş'a 1999 yılında işkence yapmak ve copla tecavüz etmekle suçlanan dört polis memuru beraat etti. Adli sürecin başlamasından altı yıl sonra ve davanın en az 30 kere ertelenmesinin ardından İskenderun'da mahkeme polis memurları hakkında "yeterli kanıt olmaması" sebebiyle beraat kararı verdi. Gençlerin avukatları kararı temyiz edeceklerini duyurdu. İki genç hakkında, işkence altında alındığı iddia edilen "itiraflarına" dayanılarak uzun hapis cezalarına çarptırılmıştı.
Üniversite öğrencisi Birtan Altınbaş'ın ölümünden 15 yıl sonra, Altınbaş'ı öldürmekle suçlanan dört polis memurunun davası Ankara 2.Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam etti. Birtan Altınbaş, yasadışı örgüt üyesi olduğu şüphesiyle sorgulandığı polis gözaltında altı gün kaldıktan sonra, 15 Ocak 1991 yılında ölmüştü. Uluslararası düzeyde kınanan ve Türk basınında geniş yer bulan olay adli sürecin kusurlu işlemesine birçok açıdan örnek oluşturdu.
21 Kasım 2004 günü Mardin Kızıltepe'de Ahmet Kaymaz ve oğlu Uğur Kaymaz'ı öldürmekle suçlanan dört polis memurunun davası şubat ayında başladı. Yargılanan memurlar tutuklu değil ve hala aktif görev yapıyorlar. Kaymazların öldürüldüğü polis operasyonundan sorumlu üst düzey memurlar soruşturmadan muaf tutuldu ve haklarında herhangi bir suçlama yapılmadı. Bu olay, savcıların bu tür olaylarda emir komuta zincirini nadiren incelediğinin bir göstergesiydi.
Adil yargılama ile ilgili kaygılar
İddia ve savunma arasındaki eşitsizlik ve yürütmenin hakim ve savcıların atanması üzerindeki etkisi, yargının tam bağımsız olmasını engelledi. 1 Haziran itibariyle tutukluların avukata erişim hakkını kullanmaları ve avukat yokluğunda alınan ifadelerin mahkemede delil olarak kullanılmaması yürürlüğe girmiş olsa da (eski DGM'lerin yerine kurulan) yeni Ağır Ceza Mahkemesi savcılarından pek azı, avukat bulunmadan alınmış ifadelerin yer aldığı ve davalıların ifadelerinin işkence atında alındığı iddia ettikleri süren davaları yeniden gözden geçirdi. Davalı lehine kanıt toplama çabası pek görülmedi ve savunmanın, tanıkların ifade vermesi taleplerinin birçoğu karşılanmadı.
Vicdani retçilerin hapsedilmesi
Vicdani ret kabul edilmedi ve askeri hizmete alternatif sivil hizmet olanağı yoktu.
Ağustos ayında Sivas Askeri Mahkemesi Mehmet Tarhan'a "emre itaatsizlik" ve askerlik hizmetini yapmayı reddetmek suçlarından 4 yıl hapis cezası verdi. Mehmet Tarhan bir düşünce mahkumuydu.
Şüpheli koşullarda öldürmeler
9 Kasım günü Hakkari, Şemdinli'de bir kitabevine atılan bomba sonucu bir kişi öldü, diğerleri yaralandı. Olayla ilgili üç kişi hakkında soruşturma başlatıldı. Bombayı attığı iddia edilen kişinin eski bir PKK militanı olduğu ve daha sonra itirafçı olduğu ortaya çıktı. Suç ortaklarının iki güvenlik mensubu olduğu ve kimlik kartlarından sivil giyimli jandarma istihbarat subayları olduğu iddia edildi. Daha sonra savcı olay yeri incelemesi yaparken, bir araçtan toplanan kalabalığın üstüne açılan ateş sonucu bir kişi öldü, bazıları yaralandı. Savcının olay yeri incelemesi ertelendi. Bir uzman çavuş, ölüme sebebiyet veren oransız güç kullanmakla suçlandı.
UAÖ, hükümete bu olayın, resmi kişilerin ilgili olduğu iddiaları dahil, tüm boyutlarıyla soruşturulması için bağımsız bir araştırma komisyonu kurması için çağrıda bulundu.
Daha sonra Şemdinli olaylarıyla ilgili protesto gösterilerinde Yüksekova'da üç kişi, Mersin'de ise bir kişi polisin açtığı ateş sonucu öldü.
2005 yılında yaklaşık 50 kişi polis tarafından vurularak öldürüldü. Bu olayların yarıdan fazlası doğu ve güneydoğu bölgesinde gerçekleşti. Ölenlerin birçoğu yargısız infaz ya da aşırı güç kullanımı kurbanıydı. Bu ölümlerle ilgili güvenlik güçlerinin sıklıkla başvurduğu açıklama "dur emrine uymamak" oldu.
En az iki kişinin PKK tarafından öldürüldüğü iddia edildi. 17 Şubat günü Kürdistan Yurtsever Demokratik Partisi'ni kurmak üzere PKK'dan ayrılan Kemal Şahin Kuzey Irak'raki Süleymaniye yakınlarında öldürüldü. 6 Temmuz günü ise eski DEHAP başkan yardımcısı Hikmet Fidan Diyarbakır'da öldürüldü.
Temmuz ayında Kuşadası'nda bir minibüse konan bombanın patlamasıyla beş sivil oldu. Olayın sorumluluğunu, Kürdistan Özgürlük Şahinleri adlı bir örgüt üstlendi.
Kadına yönelik şiddet
Yeni TCK'deki olumlu maddeler, kadınların aile içi şiddete karşı daha fazla koruma altına alınmasını sağladı.
Yeni Belediyeler Yasası'na göre nüfusu 50 binden fazla olan ilçelerde belediyelerin sığınma evi açması gerekiyor. Bu yasanın uygulanabilmesi için, sığınakların kurulması için merkezi hükümetten yeterli fon sağlanması ve kadın örgütleriyle tam işbirliği yapılması gerekiyor.
Kanun adamları, savcılar ve tıbbi personelin bu hala çok az bilinen Aile Koruma Yasası hakkında kapsamlı bilgi sahibi olabilmesi için daha fazla çaba gerekiyor.
Resmi insan hakları mekanizmaları
Başbakanlığa bağlı resmi insan hakları izleme mekanizmaları yeterince çalışamadı ve ihlalleri araştırma ve raporlama yapmak için yeterli yetkileri yoktu.
Sivil toplum örgütlerinden oluşan Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu engellendi ve Kurul fiili olarak etkisizleşti.
Üstelik Kasım ayında Başkan İbrahim Kaboğlu ve kurul üyesi Baskın Oran hakkında, Kurul tarafından istenen ve Baskın Oran tarafından kaleme alınan Türkiye'deki azınlıklar sorunu adlı raporun içeriği nedeniyle soruşturma başlatıldı.
İnsan Hakları Başkanlığı tarafından kurulan İl ve İlçe İnsan Hakları Kurulları insan hakları ihlalleriyle ilgili yeterli inceleme yürütemedi.
Ombudsmanlık sisteminin kurulmasına yönelik yasa tasarısında ilerleme sağlanamadı. (TK)